Aramalar sonuç vermiyordu. Ay, Kankana Yaylası başından batıyordu, az sonra gece karanlığa bürünecekti. Mahur, kendi adamları ile her ağacın her taşın dibini arıyordu Paşa, sır olup kaybolmuştu. Mahur, Paşa’yı bulacaklarından umutluydu. Seni kaybedemem Paşa, seni mutlaka bulmalıyım. Ben gönlümü sana verdim. Seni gönlümden çıkaramam, sen olmasan ben de yaşayamam mağara adamı, neredesin? Başına bir hal mı geldi? Eşkıyalar yakalanmış, sevinmiştik. Ne oldu sana, neredesin? Göğe mi ağdın? Başını kaldırdı göğe baktı. Ay batınca yıldızlar daha parlak görünüyordu. Sen benim yıldızımsın mağara adamı, yıldızımsın.
Pençe, yanlarından hızla geçti. Yerleri kokluyordu. Kah kokluyor, kah başını kaldırıp, kulaklarını ileri dikerek bakıyordu. Baktığı yer sarp kayalıktı.
-Celal!
-Buyur abla.
-Pençe’yi çok iyi takip et, ondan ayrılma, bir şey sezmiş gibi.
-Takip ediyorum abla.
-Kahya!
-Buyur küçük hanım.
-Adamlara söyle, havaya birer el ateş etsinler.
-Hemen küçük hanım.
Kahya verilen emri yerine getirdi. Adamlar birer el havaya ateş ettiler.
-Celal karşımız sarp kayalık, sanırım gece vakti geçemeyeceğiz. Argo Midi’ye kadar gitmek istiyordum ama nasıl yapacağız?
-Ben cılga bir yol biliyorum abla.
-Çok iyi, hemen öne geç, yolu bul, yoksa buradan geri dönmek zorunda kalacağız.
Yavaş yavaş ilerliyorlardı. Celal, önde Pençe, söylediği cılga yolu buldu.
-Abla, yolu buldum ama dikkatli yürümek gerek, tökezlenmek, yuvarlanmak demektir. İznin olursa elini tutayım, öyle ilerleyelim.
-Olur Celal.
Mahur, cılga yola vurmadan bir kez daha “Paşaaa” diye bağırdı. Sesi gecenin karanlığına sıkılmış bir kurşun gibi Çökek Şelalesi kayalıklarında yankılandı.
Paşa’dan ses yoktu.
Paşa Osman da köylülerle birlikte Mehmetalilerin çeşmesine kadar indi. Acaba biz yokken petekliğe gelmiş olabilir mi?
-Komşular, ben petekliğe kadar çıkıp bir baksam, belki gelmiştir.
-Sen o rampayı çıkma Paşa Osman, içimizde en genç Enver’dir çıksın baksın gelsin. Biz de burada az soluklanalım.
-Olsun muhtar.
Enver, petekliğe giden yolu elince gaz feneri ile bir solukta tırmandı. Mağaranın kapısı kapalıydı. İçerde olabilir mi? “Paşa” diye seslendi. Seslenişini üç beş kez yaptı ama herhangi bir ses gelmeyince geri döndü.
-Peteklikte olacağını sanmıyorum.
-Peki nerede bu Paşa Osman?
-Bilemiyorum muhtar, mutlaka başına bir iş geldi.
-Tam eşkıyalar yakalandı, sevindik, sevincimiz kursağımızda kaldı.
-Öyle oldu.
-Benim içimde bir his var bulacağız Paşa’mızı.
-İnşallah muhtar inşallah.
Enver, Zirida Deresini geçerek yanlarına geldi.
-Yok muhtar emmi.
-Tahmin etmiştim, dedi Paşa Osman.
Aramalar sonuç vermeyince umutlar da yavaş yavaş tükeniyordu. Paşa Osman’ın gözlerinden iki damla yaş yanaklarından aşağı akarak yere damladı.
-Bulacağız Paşa Osman, üzülme bulacağız. Paşa güçlü kuvvetlidir. Öyle birkaç kişiye de bana mısın demez.
-Devir puşt devri oldu muhtar, tuzak kurarlar alıp bir yere götürür atarlar, korkum ondandır.
-Kötü düşünme Paşa Osman.
-Ne yapayım muhtar düşünmeyip de? Baksana ay battı gece yarıyı geçti. Şurada sabaha ne kaldı, hala bulamadık. Mahur ve adamları da Düz Tarlalardan gittiler. Karşı dağ çok tehlikeli bu karanlıkta geçebilecekler mi?
-Celal, yolu çok iyi biliyor, Mahur’u tehlikeye atmaz.
-Biz de buradan mı çıksak Argo Midi’ye?
-Biz de ikiye bölünelim, bir kısmımız yol boyu Makrel’e doğru gitsin, bir kısmımız da buradan Argo Midi’ye çıkalım.
-Olur muhtar, öyle yapalım.
İkiye ayrıldılar. Paşa Osman üzüntünün verdiği acıyla dizlerinde dermanın tükendiğini hissediyordu. Kendisi önde beş kişilik ekiple rampa yukarı vurdular. İmamların Ömer’in dere kenarındaki bostanında bir şeylerin hareket ettiğini görünce durdu.
-Hayırdır Paşa Osman niye durdun?
-Bostanın içerisinde bir şeyler çabalıyor gibi geldi bana. Siz de dikkatli bakın görebilecek misiniz?
Dizlerinin üzerine çömeldiler. Silahlarını bostana doğru çevirdiler.
-Evet bir şey çabalıyor Paşa Osman.
-Ne olabilir ki?
-Buradan pek fark edilmiyor. İnip bakalım mı?
-Ayı olabilir muhtar.
-Biraz bekleyelim.
Paşa Osman’ın dediği gibi bostanın içerisinde çabalayan ayı, bostandan çıktı. Kendilerine doğru gelmeye başladı. Paşa Osman silahını havaya çevirip beş el arka arkaya ateş etti. Ayı oralı bile olmadı. Aralarında Adisa ve Avliyana’ya giden yol vardı. Umursamaz ayı yola çıktı, yolda keyifli keyifli yürümeye başladı.
-Biz devam edelim, ayı bile umursamadı bizi.
Rampa yukarı tırmanmaya başladılar. Ayı ise dönemeci dönüp gözden kayboldu. Önlerindeki Keleş durdu. Başını havaya kaldırdı. Kulaklarını öne çevirip bir düre durdu. Bir şey sezinlemiş gibiydi. Paşa Osman ikirciklendi:
-Bu köpekte bir hal var muhtar, bize bir şey anlatır gibi.
Başını yeniden yere koyan Keleş, toprağı koklaya koklaya daha hızlı bir şekilde rampayı tırmanıyordu. Arkasındakiler yetişemiyordu.
-Enver, köpeği iyi takip et, sen gençsin onunla çıkarsın, biz arkadan geliriz.
-Olur muhtar emmi.
Mahur, tüm olumsuzluklara karşın, kayalık alanı tırmanıp düzlüğe çıktılar. Çıkar çıkmaz, Pençe havlamaya başladı.
-Celal, kahya dikkatli olun. Çevremizi iyi kontrol edin. Pençe’nin havlaması hem kötü hem de iyi. Durmayalım, pençeyi takip edelim, sonra dinleniriz.
-Olur küçük hanım, dedi kahya ve hızla koşan Pençe’ye yetişmek için arkasından koşmaya başladı. Pençe yine durdu, bir kez daha havladı.
-Durma Pençe, bizi sezdiğin yere götür.
Üç kurt çam ağacına bağlanmış Paşa’nın çevresinde dönüp duruyorlardı. Keskin dişlerini gösteren kurtlar, Paşa’ya saldırmak için fırsat kolluyorlardı. Paşa’nın yüzü gözü kan içerisindeydi. Kan kokusunu alan üç kurt, Paşa onlar için bulunmaz bir avdı ama kurtlar hırladıkça o da kurtlar gibi hırlıyordu. Elleri arkaya alınarak çam ağacına bağlıydı. Ayakları da bağlı olan Paşa, yerinden kıpırdayamıyordu. Kurdun biri tam saldıracaktı ki, karanlığı kurşun gibi yırtan Pençe, kurdun üzerine atıldı. Pençe’ye diğer kurtlar da saldırınca üçe karşı tek olan Pençe’nin durumu hiç de iyi değildi. Pençe’nin imdadına Keleş yetişti. Üçe karşı iki oldular ama güçlü olan Pençe ile Keleş, kurtları kaçırmaya güçleri yetmişti. Mahur, kahya, Celal ve diğer adamları hızla geldiler. Önce Paşa’nın ipleri çözüldü. İpleri çözülen Paşa, yere yığıldı. Paşa Osman, muhtar ve diğerleri de Paşa’nın yanına koşar adımla geldiler.
-Nasıl oğlumun durumu Mahur?
-Fena sayılmaz Paşa Osman emmi, biraz yaraları var.
-Benim bir şeyim yok, geçer.
-Senin şu anda konuşma hakkın yok, diyen Mahur, kahya hemen sal yapın Paşa’yı köye götüreceğiz.
-Hemen küçük hanım.
Paşa Osman, oğluna sarıldı. Kanlı yanaklarından öptü.
-Ne oldu oğlum, kim yaptı sana bunu? Kim yaptıysa bilsinler ki, intikamını korkunç alacağım. Söyle kim yaptı sana bunu?
-Biz yaptık Paşa Osman!
-Kimsin sen ulan?
-Bizim kim olduğumuzu bırakın da ellerinizi yukarı kaldırın.
-Gücün yetiyorsa gel sen kaldır.
-Bana sözümü tekrarlatma Paşa Osman, ayağa kalkın, ellerinizi başınızın üzerine koyun.
-Korkaklar gibi neden yüzünü gizliyorsun, erkeksen yüzünü göster.
-Hala konuşuyorsunuz, son kez diyorum, ellerinizi başınızın üzerine koyun ve teslim olun.
-Ben savaştan geliyorum. Ellerimi başımın üstüne çapulcu Yunanlıların koyduramadı sen mi koyduracaksın?
-Yazık olur sana.
-Kayış Ali! Yezidin dölü, Ermeni uşağı, sendin demek?
-Evet benim.
-Saldır Pençe, saldır Keleş!
Kayış Ali ve iki kardeşi Salih ile İbrahim neye uğradıklarını şaşırdılar. Ellerindeki silahları ateşlemek istiyorlardı ama ne Pençe ne de Keleş fırsat veriyordu. Kayış Ali ve kardeşlerinin yüzü gözü kan içerisinde kalmıştı.
-Dur Pençe! Dur! Dur Keleş!
Pençe ve Keleş, emre uydular ve yerde yatan Ali ile kardeşlerinin başında diklendiler.
-Muhtar, bağlayın şunların ellerini arkaya, hazır ip varken.
Elleri arkaya bağlanan Kayış Ali ve kardeşleri Salih ve İbrahim zorla ayakta duruyorlardı.
-Söyle ulan soysuz, oğlumdan ne istiyordunuz? Söyle diyorum, yoksa üçünüzün de leşini buraya sererim.
-Kardeşim Kayış Osman’ı kim yakalattı Paşa Osman? Oğlun yakalattı.
-Hangi devirdeyiz soysuz, yol kesip fakir fukarayı soymak var mı he, var mı söyle? Sen de ve yanındakiler o çok sevdiğin Kayış Osman’ın yanına gideceksiniz. Ben cephede savaşırken, sen dağlara kaçıp Ermenilerle birlik olmadın mı, söyle birlik olmadın mı soysuz?
-Sen savaşa katıldın da ne oldu Paşa Osman?
-Daha ne olacak soysuz, vatanımızı kurtardık. Sen ise vatan haini olarak Ermenilere yardım ettin. Onca insanın kanına girdiniz, şimdi de geçmiş karşımda konuşuyorsun.
Celal, Paşa Osman’ın söylediklerini duyunca, olanca gücüyle Kayış Ali ile kardeşlerine okkalı yumruklar savurdu. Üçü de neye uğradıklarını şaşırıp yumruğun şiddetiyle yere düştüler.
-Yeter Celal oğlum, devlet onların zaten cezasını verecek, ömrü billah kodesten çıkamayacaklar ötekiler gibi.
Mahur, başındaki çember ile Paşa’nın kanlarını siliyordu. Sal yapıldı, Paşa’nın yanına getirildi. Gün ağarıyordu. Gelincik taşlarının arkasında doğacak olan güneşin kızıllığı vardı.
-Paşa Osman emmi, anam bendeki silahın sesini iyi tanır, Paşa’yı bulursanız havaya üç el ateş et demişti.
-Olsun kızım.
Mahur, havaya üç el ateş etti. Çulçula Şelalesi kayalıklarında yankılanan silah sesleri Çökek Şelalesine kayalıklarında ise daha da güçlü yankılandı.
Silah sesleri üzerine sabaha kadar Topal Ömer’in konağının önünde sabahı yapan köylülere dönen Hanımağa:
-Komşular müjde Paşa’yı buldular. Hadi şimdi evlerinize gidin, uykusuz kaldınız, çocuklarınızı yedirin. Geldiklerinde yine gelirsiniz.
Sabah ışıklarının yüzlerine vuran köylüler, mutlu bir şekilde konak önünden ayrılıp evlerinin yolunu tuttular.
(Devamı var)