Paşa'nın Petekliği (39)

Çakıroğlu Süleyman, gecenin ilerleyen saatlerinde de silah atışlarını sürdürdü. Yaşlı anası Esma’nın uyarılarına kulak asmıyor, geceleri gün aydınlana kadar Alaman beşlisi ile atışlarını sürdürüyordu. Bir gece değil, iki gece değil, üç gece değil, her gece aynısını yapıyordu.

Jandarma Karakol Komutanı Fethi beyi ziyaret eden muhtar Karakelle İhsan:

-Bıktık komutanım, köylüye uyku uyutmuyor. Gece sabaha kadar ateş ediyor.

-Haberimiz var muhtar, belki akıllanır diye bir şey demedik ama daha katlanacak halimiz yok. Anasından habersiz, babadan kalma tarlaları birer birer satıp mermiye veriyor. Kalan son tarlayı da satacaktı ki bereket versin alan çıkmadı.

-Deme, biz de bunu bilmiyorduk. Onun için mi bağ bahçe işlerine bakmaz oldu?

-Evet muhtar, satıp savıyor. Ellerinde bir tarla ile ev kaldı. Böyle giderse onları da satacak. Asker gönderip karakola getirteceğim. Bazı nasihatlerim olacak. Tuttu tuttu, tutmadı silahı elinden alır doğru cezaevine yollarız.

-Sağol, kurtar bizi şu çocuktan.

-Süleyman diğerlerinden farklıydı, neden bu duruma geldi bir türlü anlayamadık muhtar. 

-Abileri yakalandıktan sonra değişti. Abilerimin intikamını alacağım diyor. 

-Ne güzel bağında bahçesinde çalışıyordu. Onun için ona biraz toleranslı davranıyoruz, belki düzelir diye.

-Bizler de köylüler olarak ona sizin gibi toleranslı davranıyoruz ama gece sabahlara kadar ateş ediyor, milletin rahat uyumasına engel oluyor.

-Siz yine müdahalede bulunmayın, biz gerekeni yapacağız.

-Sağol komutanım, bana müsaade, akşam yaklaşıyor, köye döneceğim.

-Selametle muhtar, dediğim gibi, siz herhangi bir şey yapmayın. Aramızda kalsın, ben bu geceden itibaren ekip çıkartarak takibe alacağım.

Xxx

Ay, Ali Düzünde, bir boyunduruk yükselmiş, tüm ışıklarını adeta Çitikebir köyüne veriyordu. Akşamın ilerleyen saatleri olmasına karşın, köyü çok güzel aydınlatıyordu. Yıldızlar da pırıl pırıldı. Paşa Osman, evin önündeki çardakta peykenin üzerinde yaslanmış, bir aya bir de yıldızlara bakıyordu. Başka dünyalar var diyorlar, acaba bizim dünyamızdan başka dünya var mı? Şu ayın güzelliğine bak. Ya pırıl pırıl parlayan yıldızlar.

Yaş ilerliyordu. Artık Paşa’yı evlendirmek gerek. Onu evlendirdikten sonra ben de mağarama çekilirim. Israr edecek bana birlikte kalalım diye ama ben mağaramdan vazgeçemem. Oranın toprak kokusuna, oranın kışın sıcak, yazın serin havasına alıştım. Sonra arılarım var. Onlara sahip çıkacak birinin olması lazım. O da ben olurum. Paşa, bağ bahçeye bakar. Hanımağa’nın arılarına bakar. Çocuk yetiştirir. Okul da yapılıyor, çocuklarını okula gönderir, okutur. Biz okuyamadık bari torunlarımız okusun, vatana hayırlı evlatlar olarak yetişsin. 

-Baba, çayın yanında bir şey ister misin?

Paşa Osman, doğruldu:

-Çay mı demledin, bu havada çay içilir oğul iyi ettin. Ben bir şey istemem oğul.

Paşa, çayları doldurmuştu ki, Hanımağa, kızı Mahur ile evin çevirmesinden içeri girdiler. Mahur’un elinde gaz feneri vardı. 

-Bizden habersiz çay demlediniz, baba oğul keyif yapıyorsunuz değil mi? İnsan çaya çağırmaz mı Paşa Osman. Aldınız baba oğul devletten ödülü, keyfiniz yerinde. 

-Gel hele gel. Her zamanki halin taş atmadan duramıyorsun. Otur, sen de otur kızım.

-Ben, Paşa’ya yardım edeyim.

-Olmaz, gel ananın yanına otur. Hoş geldiniz.

Paşa, bardaklara doldurduğu çaylarla geldi. Hanımağa ve Mahur’a hoş geldin dedikten sonra çaylarını verdi. Mahur, çayını alırken Paşa’nın yüzüne baktı, gülmemek için kendini zor tuttu.

-Aldığımız ödüle gelince Hanımağa, köyümüze okul yapılıyor. Ben ve oğlum aldığımız ödülü okula bağışladık.

-Öyle mi? Seninki ne ise Paşa’nınkini bağışlamasaydınız. Yaşı geldi düğününü yapardınız.

-Bu köye okul lazım Hanımağa, bir an önce bitmeli, bu çocuklar okumalı. Vatana hayırlı evlat olarak yetişmeliler.

-Doğru dersin Paşa Osman.

Paşa Osman, çayını bitirdi.

-Ben doldurup getireyim, dedi Mahur.

-Olur kızım. Paşa sen de yardım et Mahur’a.

Paşa kalktı, Mahur’un arkasından gitti.

-Hanımağa bak ne diyeceğim.

-Buyur komşu.

-Bilirsin Topal Ömer rahmetli, sen ve bizler burada bacı kardeş gibiydik. Yine de öyleyiz. Derim ki.

-Ne dersin Paşa Osman, lafı dolandırma.

-Derim ki, şu bizim çocukları baş göz edelim.

-Hoppala, bu da nereden çıktı?

-Anladığım kadarıyla birbirlerini seviyorlar.

-Kız istenmeden baş göz edilmez Paşa Osman.

-Bilirim Hanımağa. Sana söyleyeyim, iznin olursa yarın akşam konuğun olmak isteriz.

-Olsun Paşa Osman. Nerede kaldı bu çocuklar? Bir çay getirmek bu kadar uzun sürer mi?

-Demek ki bir şey konuşuyorlar.

-Kızımın ağırlığı kadar altın isterim Paşa Osman.

-Canın sağ olsun, ben de oğlumun ağırlığı kadar altın isterim.

Gülüştüler. Paşa ile Mahur, ellerinde çay bardakları ile geldiler. İçeride konuşmuyor, Paşa Osman ile Hanımağa’nın konuşmalarına kulak vermişlerdi. Her ikisinin de yüzü gülüyordu.

-Niye gülüyorsunuz?

-Hiç ana, dedi Mahur ve çayları ortadaki sehpaya koydu.

Konuşmadan çaylarını içtiler. Gece kuşunun ötüşünü bir süre dinlediler. Ay yükseldikçe yükseldi. Köy daha iyi aydınlanıyordu.

-Ay bu gece çok parlak Hanımağa, böyle parlak haline pek rastlamamıştım.

-Ben de. 

Arka arkaya atılan silah sesleri geceyi delercesine Bayır Dağında yankılandı. Çakıroğlu Süleyman, yine Alaman beşlisi elinde bahçede oturduğu taşın üzerinden ateş etmesi Paşa Osman’ı sinirlendirdi.

-Ne yapmak istiyor bu çocuk?

-Eşkıyalardan, Ermeni çetelerinden kurtardık şimdi bu başımıza bela oldu.

-Öyle Hanımağa, Paşa bana mavzerimi getir.

-Muhatap almasak baba.

-Almasak devam edecek, sen hele arma ile getir bana.

Paşa, oturduğu yerden kalktı, istemeyerek konağa girip, silahı arması ile alıp babasına verdi.

-Bizim yanımızda ateş etmesen Paşa Osman.

-Korkma Hanımağa, sen alışıksındır silah sesine.

Mavzeri Orta Mahalle’ye doğru çevirdi. Beş el ateş etti. Geceyi yaran kurşun sesleri daha güçlü bir şekilde Bayır Dağında yankılanarak geri döndü. 

Paşa Osman atar da Çakıroğlu Süleyman durur mu, o da beş el arka arkaya ateş etti.

-Bu çocuk kaşınıyor. 

-Belasını arıyor baba.

-Al silahı yerine as, karşılık verecek değilim.

Hanımağa, Mahur’a işaret ederek:

-Biz kalkalım Paşa Osman, zaman geç oldu. 

-Oturuyorduk ama siz bilirsiniz, ha, yarın akşam sizdeyiz.

-Tamam tamam hatırlatmana gerek yok.

Mahur ile Paşa birbirlerine baktılar. Her ikisinin de yüzü gülüyordu. Paşa Osman’ın elini öpen Mahur, Paşa ile tokalaşarak “iyi akşamlar” dedi.

Hanımağa ile Mahur gittikten sonra:

-Biz de yatalım evlat, yarın petekliğe gideceğim. 

-Hayırdır baba, ne işin var peteklikte?

-Pek işim yok ama bana orası huzur veriyor. Arıların çalışmasını seyretsem bana yeter. Akşama da gelip kız istemeye gideceğiz.

Paşa şaşırdı. Şaşkınlığını gizleyemedi.

-Kime baba, kimin kızını?

-Topal Ömer’in kızını.

-Mahur’u mu?

-Evet.

-Kime?

-Kime olacak kafasız sana elbet.

Paşa iyice şaşırdı.

-Bu nereden çıktı baba?

-Nereden olacak, birbirinizi seviyorsunuz ya.

Paşa, kulaklarına kadar kızardı. Utandı. Bir arkadaştan da ileriydi babası. Anam ve babamı Ermeni soysuzları katletti ama bana babasızlık çektirmedi. Böyle bir insana minnet duyulmaz da ne yapılır? Kalktı, babasının elini öptü. Kucaklaştılar.

Süleyman beş el daha arka arkaya ateş etti. Baba ve oğulun mutluluğu bir anda yok oldu. 

-Getir bana şu mavzeri!

-Boş ver baba, atsın dursun. 

-Olmaz evlat. Bu serseriye birinin dur demesi lazım.

-Biz olmayalım baba.

-Köyün muhtarı var. Gel, girelim içeri. Geldin geleli bir rahat uyku uyumadın.

-Bu serseri de cezasını bulmadan yine rahat uykum olmayacak. Sen gir içeri, ben bir yanına gideyim bakayım ne karın ağrısı var.

-Yapma baba, ne işin var yanında, laf dinlemeyen serserinin biri.

Paşa Osman, oğlunun ısrarlarına rağmen, bir türlü vazgeçmiyordu. Armayı beline bağladı. Mavzeri eline aldı. 

-Sen gir içeri, beni bekleme.

-Etme baba, gecenin bu vaktinde…

-Ne var vakitte, bu mesele çözülecek evlat. Dediğim gibi gir içeri beni hem merak etme hem de sakın ola ki peşimden gelesin.

-Olmaz baba, ben de seninle geleceğim.

-Sözümü dinle içeri gir ve yat.

Paşa, çaresiz içeri girdi. Kapıyı kapattı. Bir süre kapının arkasında diklendi. Yattığı odaya geçti. Yastığı kaldırdı, kınında durmakta parabellumu aldı. Beline soktu. Kapıya yaklaştı. Bir süre dışarıyı dinledi. Gece kuşunun sesinden başka ses duymuyordu. Yavaşça kapıyı açtı. Sağa sola bakarak dışarı çıktı. Köyün meydanına indi. Kilise burnuna giden cılga yola girdi. Yavaş yavaş yürüyordu. Kader Ahtı Deresini karşıya geçti. Babası yüz metre kadar elinde silahı yürüyordu. Durdu, babasının sallana sallana yürüyüşünü takip etti. Paşa Osman, kilise burnunu aşınca adımlarını hızlandırdı. 

(Devamı var)

YORUM EKLE