Paşa'nın Petekliği (42) (SON)

Paşa ve Mahur’un düğününden bir ay sonrasıydı. Havalar iyice soğumaya başlamıştı. Geceleri sobalar yakılmaya başlandı. Kar, Kankana Yaylası ile Abdal Musa Tepesine çoktan yağmıştı. Kankana’daki kar gündüzlerin verdiği sıcakla erimiş Abdal Musa Tepesindeki kar ise beyaz bir gelinlik gibi kaplamıştı tepeyi. 

Öğlene doğru, Paşa Osman güneşlenmek üzere konağın önünde oturuyordu. Mahur, elinde çay ile geldi. 

-Sağol kızım, çay isteğim olduğunu nasıl da anladın, eline sağlık.

-Afiyet olsun baba.

-Paşa nerede?

-Salih Bey çağırdı baba, kooperatifin işleri varmış.

-Çok iyi düşündüler kooperatifi, baksana köylüler artık yağını, çökeleğini, peynirini kooperatife veriyor, parasını da peşin alıyor.

-İyi oldu da Paşa biraz fazla yoruyor kendini.

-Olsun kızım, gençtir bir şey olmaz. Ne zaman gelir?

-Erken geleceğim dedi baba.

-Gelsin, ben de petekliğe gideceğim.

-Ne yapacaksın peteklikte baba?

-Artık orada kalacağım. Köyde her şey düzene girdi. Eşkıya kalmadı, herkes işinde gücünde, sizleri de evlendirdik. Artık bana da dinlenmek kaldı.

-Yoksa biz hizmette kusur mu ettik baba?

-Olur mu öyle şey, hizmetin fazlasını bile yaptınız.

-E, ne gerek var petekliğe gitmeye?

-Ben oraya alıştım kızım, benim kaldığım yer toprak kokacak. Yatağıma girdiğim zaman, toprak kokusu burnuma gelmeli kızım.

-Paşa’nın göndereceğini sanmıyorum.

-Gönderir kızım, o kadar erzakı aldı mağaraya yerleştirdi, o erzak bana bir kış değil iki kış yeter.

-Geldiğinde konuşursun ama gidersen hem onu hem de beni üzersin baba.

-Gelirim yine. Hem arılarımız var, korumamız lazım onları. Ayılara yem etmeyelim. O arılar başka arı kızım başka.

İkindiye doğru Paşa, Prens ile geldi. Mahur, gelin olarak bindiği Prens artık Paşa’nın olmuştu. Topal Ömer’in konağında bakıldığından daha iyi bakımı yapılıyordu Paşa tarafından. Süt beyazı Prens’in üzerinde bir toz lekesi bırakmamak üzere bakımını yapıyordu Paşa. Onun bu davranışı Mahur’un da hoşuna gidiyordu ama kıskanmıyor da değildi. 

-Gel evlat, dedi Paşa Osman, hoş geldin.

-Hoş bulduk baba, sanki beni bekler gibi bir halin var.

-Hele otur, konuşacaklarım var.

-Hayırdır baba?

-Hayır hayır.

Mahur, doldurduğu üç bardak çayı tepsi içerisinde getirerek çardaktaki sehpanın üzerine koydu.

-Sen de otur kızım.

Paşa, meraklanmaya başlamıştı. “Bir şey mi oldu?” sorar şekilde bakıyordu babasının yüzüne. Paşa Osman, oğlu ile göz göze geldi.

-Artık ben gidiyorum oğul.

-Hayırdır baba, nereye gidiyorsun?

-Asıl yuvam olan petekliğe.

-Niye ki baba, hizmette kusur mu ettik?

-Yok oğul yok. Ben alışmışımdır mağarada yaşamaya.

-Olmaz baba, senin bir daha oraya gitmene gönlüm razı değildir.

-Oğul, bir aydır sizinleyim, bana hizmette kusur etmediniz. Mesut ve bahtiyar olun. Benim yerim petekliktir. Ömrümün yarıdan fazlası orada geçmiştir. Ben orada arılarımla baş başa olmak istiyorum. Toprak kokusunu özlüyorum. Bahar aylarında damlayan suyun sesini özlüyorum. Sabahları kara demlikte çay demlemeyi, Zirida Deresinin kış aylarındaki ayazını özlüyorum. İzin verin gideyim.

-Peki baba, hiç gelmeyecek misin?

-Bir süre gelmeyeceğim.

-O zaman yarın beraber gidelim, sen yerleştikten sonra ben döner gelirim.

-Sen hiç zahmet etme oğul, ben şimdi kalkıyor ve yavaş yavaş gidiyorum.

-Acelen ne baba, yarın gidersin.

-Gideyim oğul ha bugün ha yarın.

-Peki baba sen bilirsin ama köylüler yaşlı bir adamı bakamadı da mağaraya yolladı diyecekler. Gel gitme baba, burada hep birlikte yaşayıp gidelim.

Paşa Osman ayağa kalktı, Paşa ve Mahur’u kucaklayarak vedalaştı.

-Hanımağa’ya selamlarımı söyle Mahur kızım. Köylünün yapacağı dedikoduya aldırış etmeyin. Ben sık sık gelirim.

İçeri girdi. Mavzer omuzunda, arması belinde konaktan çıktı. Bir kez daha kucaklaştılar. Ardına bakmadan, köy çıkışından Aras yoluna geçti. Yavaş yavaş Mehmetalilerin Çeşmesine indi. İçi bir tuhaf buruk buruktu. Nedenini bir türlü anlayamıyordu. Oğlunu evlendirmenin mutluluğunu yaşaması gerekirken neden böyle duygusaldı. Çeşmenin kenarındaki taşın üzerine oturdu. Sırtını arka taraftaki kayaya dayadı. Susamıştı ama su içmek istemiyordu. Yaşı yetmişin üzerindeydi ama dinç olduğunu kendisi de biliyordu. 

Ayaklarını uzattı. Yaslandığı kaya sanki kendisine yumuşak bir minder gibi geliyordu. Mağaraya girerse bir daha çıkamayacak gibi bir his vardı içinde. Kollarını kavuşturdu. Yaşamı bir sinema şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Eşinin ve iki çocuğunun Ermeniler tarafından katledildiğini anımsadı. Gözleri doldu. İki damla gözyaşı yuvarlandı yanaklarından aşağı. Kavuşturduğu kollarının üzerine düştü. Eşi ve çocuklarının katlından sonra mağarayı mesken tutmuştu. Kolay değil yarım asır geçti mağaradaki yaşamı. Geceleri Ermeni avına çıkıyor, gündüzleri ise mağarasına çekiliyordu.

Bir rastlantı sonucu bulmuştu mağarayı. Argo Midi’ye giden cılga yolun üzerindeydi mağara. İlk içeriye girdiğinde mağaranın geniş bir galeri şeklinde dağın içerisine doğru gittiğini keşfetmişti. Mağara tam gizlenebilecek yerdi onun için. Şano Temel’in, Harıt’tan getirdiği demir kapıyı iki gecede getirebilmişti mağaraya. 

Uykusu geliyordu ama uyumak istemiyordu. Uyursa uyanamayacağını biliyordu. Kalktı, sağ avucunu çeşmenin lülesinden akan suyun altına tuttu, kana kana içti. Uzayan sakalını sıvazladı. Doğruldu. Zirida Deresini ağır adımlarla karşıya geçti. Her zaman çıktığı cılga yol, ona şimdi sonsuza giden bir yol gibi geliyordu. Dimdik çıktığı yolu, belinin kamburunu çıkararak tırmandı bu kez. Mağaranın önüne çıktığı zaman soluğu duracak gibi oldu. Derin derin nefes alıp verdi. 

Kovanlarına doğru baktı. Günün güneşinden yararlanan arılar kovanlara girip çıkıyordu. Çok para kazandırmıştı arıları ona. Kazandığı parayı harcamaz fakir fukaraya yardım ederdi. “Paşa oğlum da iyi baktı arılara” dedi kendi kendine. Taşın altına gizlediği anahtarı aldı. Yavaşça anahtar deliğine yerleştirdi, ağır ağır çevirdi. Omuz verip kapıyı iteledi. Her zamanki gibi büyük bir gıcırtıyla kapı açıldı.  Mağaranın içi aydınlandı. Kapıyı kapamadan peykenin üzerine “oh” çekerek uzandı. Hızlı hızlı aldığı nefes gittikçe normale dönüyordu. 

Gözleri kapandı kapanacaktı. İki arı sağ elinin üzerine kondu. Uzun süre o iki arıya baktı. Kondukları yerde hareket etmiyor sadece kanatlarını çırpıyordular. Çok iyi tanıdığı arılar ona bir şey demek istiyordular ama o aldırış etmeden gözlerini kapatarak derin bir uykuya daldı. 

Esirahdos’ta koyunları otlatan Mevlit’ ün kaval sesi bir ninni gibi gelmişti ona. İki el silah sesi mağaranın içinde yankılandı. Az önce normale dönen nefesi yavaş yavaş durdu. Göğsü artık inip kalkmıyordu. Mevlit ’in çaldığı kaval sesi acı acı sardı Zirida Deresini. Çökek Şelalesinin damla damla akan suyuna karışıyordu yanık hava. Ağlıyor gibiydi damla damla damlayan suyu ile Çökek Şelalesi. Mağaranın kapısını iki el örttü. Kilitledi. O iki el demir kapının on santimlik anahtarını dere aşağı savurdu. 

Kavalın sesi acı acı yayılırken, kovanlardan çıkan arılar gökyüzünde karabulut oluşturdu. Uzun bir süre dönüp duran arılar, mağaraya doğru süzüldü. Kısa bir süre sonra mağaranın kapısı arılardan görülmez oldu. Demir pencereden girip çıkmaya başladılar mağaranın içine.

Her yıl ağustos ayının on beşinden sonra mağaranın kapısının altından bal aktığı dilden dile dolaştı. Köylüler, akan balı kaplara koyup evlerine götürürlermiş. Her yıl azalan bal, öyle bir zaman gelmiş ki, daha akmaz olmuş. Mağarayı terk eden arı ordusu Çitikebir köyü üzerinde bir gün boyunca havada dönüp dolaştıktan sonra Bayır Dağındaki Gelincik taşlarının üzerinden kara yıldız gibi akıp gitmiş ve bir daha gören olmamış akıp giden kara yıldızı.

(BİTTİ)

YORUM EKLE
YORUMLAR
Murat Öktem
Murat Öktem - 3 yıl Önce

Hocam size çok teşekkür ediyorum sanki ben yaşamış gibi

EMRE EREN
EMRE EREN - 3 yıl Önce

İbrahim bey kaleminize sağlık. yine heyecanla bekleyip soluksuz okuduğumuz yazılarınızdan biri bize bu duyguları yaşattığınız için çok teşekkürler. Hikayeleri bilmece gibi bitirmeniz bizi ayrı merakta bırakıyor. sonu üzdü. yinede teşekkürler. Saygılar.

Hümeyra AYGÜN
Hümeyra AYGÜN - 3 yıl Önce

İbrahim bey, çok teşekkürler kaleminize sağlık.
Bugün bitmesini hiç beklemiyordum, hüzünlü bitti..
Bize o günleri, dağları, yaylaları yaşatıyorsun...
Yeni eserlerde görüşmek üzere..