PEYGAMBER SEVGİSİ

Son peygamber olarak gönderilen ve İslam dininin kıyamete kadar yayılması ve yaşanmasına elçilik eden Hz. Muhammed’(S.A.V) in dünyaya gelişinin 1442.yılını kutluyoruz. Bu hafta, Allah’ın, “Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım” buyurduğu ve alemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamberimizin doğduğu hafta.

Kutlu doğum haftası adı verilen bu hafta (14–20 Nisan) çeşitli etkinliklerle  sürüyor. Her ne kadar bu kutlamaların bir karnaval havasına çevrilmesi kaygısını taşıyor olsam da insanlığın uygarlık krizinin içine sürüklendiği böylesi bir dönemde, Allah Rasulü (s.a.v.)’i anlamanın önemine varılacak olması açısından oldukça önemli buluyorum.

Sevgili peygamberimiz Hz Muhammed Mustafa (S.A.V) , 571 yılının Rebiyülevvel ayında Mekke de doğmuş, 632 yılında Medine'de vefat etmiştir. Kabri bugün dünyanın en büyük camisi olan Mescidi Nebevi'de bulunmaktadır.

Konu Peygamber Efendimiz olunca, hepimizin kafasında farklı bir şekilde tanıyıp sevdiğimiz bir zat vardır. Hepimiz onun farklı bir davranışından, farklı bir muamelesinden ve farklı bir öğretisinden etkilenmişizdir.

Çünkü “ O” en kıymetli ve en sevilendir. Müminlerin çarpan kalbi, gözündeki yaş, yüreğindeki sevdadır. O, kurtuluşun anahtarı, Rabbine yakın olmanın rehberi, huzur ve mutluluğun kaynağıdır. “O” hangi sözle, hangi kelimeyle anlatılabilir?  Hani, sevgiliye anlatamasın ya sevgini, kalbin atar, kelimeler düğümlenir, seçilen bütün kelimeler yetersiz kalır. Bu sevgi, bu muhabbet, bu aşk ondanda ötedir.

 “Hz. Âdem, kendisine yasaklanan meyveden yedikten sonra ellerini kaldırarak, “Muhammed hürmetine beni affet!” diye Allah’a yalvarmıştır. Kendisine yöneltilen, “Sen Muhammed’i nereden biliyorsun?” sorusuna karşılık ise, “Ben, Cennet’in kapısında ‘Lâ ilâhe illallah, Muhammedün  Rasûlüllah’ yazısını gördüm. İsmi, Senin İsm-i Şerifi’nin yanında anılan biri, Sen’in yanında en kıymetli ve en sevilendir.” cevabını vermiştir.

İsmi, öğretisi ve hayatı hepimize ışık tutan Peygamberimiz doğduğunda, Dedesi Abdülmuttalip   “Gökte ve yerdekiler O’nu övsün” diyerek, Muhammed ismini koymuştur.

Biraz eskilere giderek “O”na duyulan büyük sevgiyi,  aşkı ve muhabbeti çok güzel anlatan bir olayla devam edelim… Bir gün Sultan Mahmud, vezirinin Muhammed ismindeki oğlunu yanına çağırırken ona “Ey vezirin oğlu!” diye hitap eder. İlk defa isminin dışında bir hitapla çağırılan delikanlı, akşam bu durumu babasına bildirir. Doğrusu ikisi de buna bir anlam verememiştir. Ertesi günü vezir: “Sultan’ım! Acaba oğlumun size karşı bir kusuru oldu da, onun için mi dün ismiyle hitap etmediniz?” diye sorar. Cevap çok dikkat çekicidir. “Hayır böyle bir şey söz konusu değildir. Ancak gönlünüz rahat olsun diye gerçeği açıklayayım. Şu ana kadarki hayatımda ben Hz. Peygamber’in adını bir kez olsun abdestsiz olarak anmış değilim. O gün oğlunuzu çağırmak icap ettiğinde abdestli değildim. Bu sebeple oğlunuzun ismini telaffuz edemedim. Mesele bundan ibarettir.”

Evet, mesele bundan ibaret... Aşk ve muhabbet tarif edilemez, ancak yaşanılır...

Son söz Hz. Mevlânâ’nın…

“Ben, şu canı taşıdığım sürece Kur’an’ın kölesiyim”
“Ben, Muhammed Muhtar’ın yolunun tozuyum, toprağıyım”

“Kutlu doğum”  vesilesiyle dünyada giderek yok olan kardeşlik duygularının yeniden doğması, sevgi ve hoşgörünün tüm İslam alemini tekrar kuşatması dileğiyle…  Selam ve Sevgiler.
YORUM EKLE
YORUMLAR
:D
:D - 12 yıl Önce

hocam