-Asım Çavuş, söz kesmiş.
-Yüzükleri bile takmış.
-Her zamanki Asım Çavuş.
-Evet öyle.
-Kışa kalmaz düğünü de yapar.
-Yapar Vallahi.
-Asım Çavuş demişler ona.
-Düğün de düğün olur ha.
-Öyle öyle beylerin düğünü görkemli olur.
-Olur olur.
Toprak damlı kahvede konuşacak başka konu bulamayan köylüler, Asım Çavuş’u konuşuyorlardı. Pırpır Ali, lafa karışmadan edemedi:
-Nerede yapar düğünü.
-Senin kahvede değil herhalde.
Kahveyi kahkahalar kapladı.
-Benim için fark etmez, beyimiz nerede isterse orada yapar düğünü.
-Kırçılın Süleyman’a da sürüyü bıraktırdı, kızı ile Çit Deresindeki evde kalacaklarmış.
-Salih Bey de evi bir güzel donattırmış.
-Donattırması lazımdı canım, Gülizar orada kalacak.
-Çitikebir ve Çitisağır’dan usta ve amele bulmuşlar, çalıştırıyorlar.
-E, bizden kimse çalışmak istememiş.
-Çok tembeliz çok, onlar alacak parayı biz de avucumuzu yalayacağız.
-Çalışaydın, dedi Tilki Kadir, Kütükçülerin Mehmet’e.
-Yanlış yaptık, koskoca beyin teklifini geri çevirdik.
-Olmadı, olmadı.
-Olmadı tabi, nasıl gideriz biz beyin yanına.
-Yüzü olan gitmez.
-Gitmez.
-Gidemez daha.
-Ben gönüllü çalışırım, dedi Tilki Kadir.
-Ben de, dedi Kütükçülerin Mehmet.
Pırpır Ali:
-Yarın kahveyi kapatıyorum. Hep birlikte çalışmaya gideceğiz. Kimse de beyimizden beş kuruş istemesin. Amele olanlar amelelik, usta olanlar usta olarak çalışacak. Var mısınız?
-Varız, dedi kahvedekiler.
-Kazmasını, küreğini, malasını, çekicini alan doğru Çit Deresine.
-Tamam…
Xxx
Asım Çavuş, yine akşamsefasını çıkarıyordu cibinlikte. Kahya Kerim’e seslendi:
-Kahya hele gel şuradan çay koy da gel.
-Buyur beyim.
-Otur hele otur, ayakta diklenme, kendine de çay koy.
Kahya Kerim, geldi, Asım Çavuş’un karşısına oturdu.
-Ne yaptık, var mı Çit Deresindeki evin eksiği?
-Hiçbir eksiği yoktur beyim.
-Ne zaman iniyor Süleyman?
-Yarın beyim.
-İyi.
-Ustalar başladı mı işe?
-Başladılar beyim.
-Önce mandırayı büyütsünler.
-Öyle yapıyorlar beyim.
Asım Çavuş, kahya Kerim’le konuşmalarını sürdürürken, Tilki Kadir konağın çevirme kapısından içeri girdi. “Selam” verdi, Asım Çavuş’un elini öptü.
-Hayırdır Tilki Kadir.
-Hayır beyim hayır.
-Hele otur da kahya sana da bir çay koysun.
-Biz kararlaştırdık beyim, Pırpır Ali yarın kahveyi kapatıyor, hep mandırada çalışmaya gideceğiz. Size karşı büyük ayıp ettik, bizi bağışla.
-Bağışlanacak bir şey yok Tilki Kadir, çalışmayanı zorla çalıştıracak halimiz yok.
-Öyle beyim ama yine de sen bizi bağışla, biz hep toplanıp yarın Çit Deresine inecek çalışmaya başlayacağız.
-Hepinizin gitmesine gerek yok. Pırpır Ali de kahveyi kapatmasın. Gelip oturan, çay içen yaşlılarımız var. En iyisi Salih ile konuşun, birazdan gelecek. Kahvenin orada konuşursunuz.
-Olur, beyim, diyerek Asım Çavuş’un elini bir kez daha öptü.
Gülbahar Hatun, konaktan çıkarken, çevirme kapısından çıkmak üzere olan Tilki Kadir’i görünce:
-Hayırdır, Asım Çavuş niye geldi Tilki Kadir?
-Pişman olmuşlar, gönüllü çalışmak istiyorlar.
-Sen ne dedin?
-Salih oğlumla görüşün dedim.
-İyi dedin. İnsan yediği ekmeğe hor bakmamalı, neden öyle yaptılar anlamadım.
-Sıkma canını gel çayları doldur da otur.
-Sen de ne çok çay içiyorsun?
-Bu hava da içilmez mi Gülbahar Hatun?
Çayları doldurup Asım Çavuş’un karşısına oturdu. Bir süre konuşmadılar. Güneş karşı tepelerden batmış alaca karanlık çökmüştü. Ay hilal şeklinde parlamaya başlamıştı. Guggu kuşlarının sesleri kurbağaların ötüşü arasında doğal bir müzik oluşturuyordu. Lüksün etrafını ince sinekler sarmıştı. Havayı ince sinekleri kovalamak için hayvan gübresinden yapılan tezek kokusu sardı.
-Bu akşam da çok sinek var.
-Her akşam böyle Asım Çavuş, biz de mi tezek yaksak.
-Daha neler Gülbahar Hatun.
-Niye bey olduğundan mı utanırsın?
-Tam da buldun utanacak adamı Gülbahar Hatun.
-Belli, Kırçılın Süleyman’dan kızı istemenden belli, adamı sıkboğaz ettin.
-Etmedim, sözü uzatmaya gerek yoktu ki.
-Yoktu ama her şeyin bir usulü vardır.
-Benim usulüm de bu Gülbahar Hatun.
Çaylarını yudumladılar. Guguk kuşları ile kurbağaların ötüşlerini dinlediler bir süre. Gökte yıldızlar gittikçe daha da parlıyordu. Emrük Mahallesi’nde havlayan köpeklere Yusuf Dere Mahallesi’ndekiler yanıt verir şekilde daha hızlı havlıyorlardı.
-Bu gece başka gece biliyor musun Gülbahar Hatun?
-Gecenin başkası mı olur Asım Çavuş?
-Başka…Başka… Artık bey oğlumuz nişanlı, neden başka gece olmasın. Süleyman ile gelinimiz de yarın Çit Deresi’ne inecekler.
-İnsinler bakalım.
-Kaç gün oldu söz keseli?
-Hayırdır gün mü saymaya başladın?
Sayacağız, sayacağız. Bir an önce düğün hazırlığına da başlamak lazım. -Senle ben konağın altına iner, onlara üst katı veririz Gülbahar Hatun.
-Salih kabul etmez.
-Ben dersem eder, yaşlandım, merdivenleri çıkamıyorum derim.
-Ben üst katta da yatarım alt katta da, seninle Salih arasın da, beni katma. Bu saate kadar neden gelmedi Asım Çavuş?
-Kahveye uğramıştır, gelir birazdan.
Asım Çavuş henüz lafını bitirmişti ki Salih Bey, çevirmenin kapısından içeri girdi. Seyis Murat hemen koşup Şahım’ın dizginlerini aldı. Babasının ve annesinin kapıda oturduklarını görünce doğruca yanlarına geldi.
-Bizimkiler ücretsiz çalışmak istiyorlar baba, Tilki Kadir gelmiş yanına.
-Geldi ama ben ücretsiz kimseyi çalıştırmam oğul.
-Ben de öyle düşündüm, beş usta beş amele istedim, aralarından yarın sabah gelsin işe başlasınlar, işimizi bitirdikten ya da arada ben onlara gereken ücretlerini öderim.
-Öyle yap oğul, ücretlerini kesinlikle öde. Yorgunsundur kahvede çay içmişsindir ama ananın yaptığı çayı kimse yapamaz, koy istersen birer bardak seninle karşılıklı çay içip biraz konuşalım.
-Olur baba.
-Size iyi akşamlar, ben içeri giriyorum, sinekler nerede ise gözlerimi yiyecek.
-Bana dokunmuyorlar Gülbahar Hatun.
-Sana dokunmazlar, sinekler bile senin bey olduğunu biliyorlar Asım Çavuş.
-Sen git yaslan, ben de oğlumla biraz konuşayım.
-Baba oğul ne yaparsanız yapın beni katmayın da…
Xxx
-Zor olacak bu keliften ayrılmak kızım, dedi Kırçılın Süleyman.
-Öyle baba, baharın gelip kar yağıncaya kadar burada kalıyorduk. Bu gidişle bize daha yayla yok gibi. Zor alışacağız. Alışmıştım dağda belde sürü otlatmaya, kaval çalmaya.
-Rahat edeceğiz kızım.
-Ben kendimi değil seni düşünüyorum baba, yalnız kalacaksın, kim pişirecek kim yedirecek seni baba?
-Beni düşünme kızım, alışırım senin yokluğuna, evlenip ayrılacaksın, yine her gün olmasa da birbirimizi göreceğiz.
-Senin yokluğuna bir gün de olsa dayanamam baba, acaba yanlış mı yaptık diye hep düşünürüm.
-Neden yanlış yapalım kızım, bir bey ile evleneceksin, ben de dağda belde koşmaktan kurtulacağız.
-Buradan hiçbir şey götürmeyelim. Yağ, çökelek ve peynirleri alalım, diğerleri kalsın. Çoban Mustafa’ya verelim kelifi kullansın, en azından bakımı olur yıkılmaz.
-İyi olur, yıkılmasın, yıllarımız geçti burada.
Öyle de yaptılar. Sabah kalktıklarında çoban Mustafa’yı da çağırarak birlikte kahvaltı yaptılar. Çökelek, tereyağı ve peynirleri katıra yükleyip anahtarı Mustafa’ya verdiler.
-Mustafa kelif de sürü de sana teslim. İyi bak hem sürüye hem de kelife. İyi çalışırsan seni hem ben hem de bey memnun eder. İstersen karını ve çocuklarını yanına al burada yat, burada kalkın.
-Öyle yapacağım emmim, Allah razı olsun.
-Hadi kızım gidelim.
Kırçılın Süleyman katırın yularını alarak öne geçti. Gülizar ise katırın arkasından gidiyordu. Sık sık dönüp kelife bakıyordu. Orman içerisine girince kelif gözden kayboldu. İçi bir tuhaf oldu.
Emrük Düzüne inince Salih Bey ile karşılaştığı anlar gözünün önüne geldi. O anları bir kez daha yaşadı. Durakladı, fundalıklara doğru baktı. Salih Beyin “benim gönlün sana düştü Gülizar senin gönlün kime düştü?” sözlerini anımsadı.
Babası bir hayli ilerlemişti. Koşarak babasına yetişti. Bu yaylalarda, bu otlaklarda çok ama çok anıları vardı. Kolay değildi o anılardan kopuk uzaklaşmak, yeni hayat nasıl olacaktı kendisi için. Kaval çalmak yok, silah taşımak yok. Sürü peşinde koşmak yok. Kolay olmayacak…Kolay olmayacak…
Bir anda ayakları etrafında dolaşan Karabaş’ı gördü.
-Karabaş, seni Mustafa’ya teslim etmiştik, nasıl kurtuldun.
Sevinen Karabaş Gülizar’ın bacakları etrafında dönüp duruyordu.
-Anlaşıldı sen de bizimle geleceksin benim arkadaşım, gel bakalım.
(Devamı var)