Zermut, Çit Deresinin en büyük köyü. Ardasa’dan başlayan köy sınırı, dere kenarlarındaki meyve ve sebze bahçeleri, Haviyana ve Çitisağır köylerine kadar uzanır. Köy içerisindeki bereketli toprakları insanların en önemli geçim kaynağı. Erkeklerden çok kadınlar ev işlerinin yanı sıra bahçe ve bostanda en çok onlar çalışır.
Beş köyü bulunan Çit Deresinde, köyler arasında herhangi bir olumsuzluğun yaşanmadığı anlatılır. Köylerin ileri gelenlerinin zaman zaman bir araya geldikleri, sorunları birlikte çözdükleri söylenir. Köyler en büyük sorunu Rus işgalinden sonra Ermenilerle yaşamışlar. Rus işgalinden sonra Ermenilerin çok yerde katliam yaptıkları, kadın erkek, çoluk çocuk demeden katlettikleri anlatılır.
Xxx
Güzel bir Ağustos akşamıydı. Karanlık çökmek üzereydi. Havayı Gülbahar Hatun’un tereyağında kızarttığı alabalığın kokusu sarmıştı. Alabalık tereyağında pişirilecek ki balık olsun. Tereyağında pişirilmeyen alabalığa ala mı denir? Tereyağı kaplayacak ki ağız tadıyla yenilsin. Yanında da bostandan toplanmış domates, salatalık ve de taze soğan.
Kesmeyeceksin alabalığın başını. Alabalığı başı ile pişireceksin. Sık sık çevireceksin köpüklenmiş yağın içerisinde. Mısır ununa bandırmadan koymayacaksın tavanın içerisine. Balığın her tarafını un saracak.
Konağın önündeki cibinlikte kurulmuştu akşam sofrası. Gökyüzünde yıldızlar pırıl pırıldı, tek bir bulut yoktu. Ay gittikçe kararan havayı daha da aydınlatıyordu.
-Gülbahar Hatun, kızarmadı mı balıklar, kokusu midemizi kazıttı.
-Az kaldı bey, az kaldı. Getiriyorum. Kızaran balıkları tabağa koydu.
-Hayde afiyet olsun.
Asım Çavuş, Gülbahar Hatun ve Salih Bey, konuşmadan ağız tadıyla yediler, benekli alabalıkları.
-Çoktandır yememiştik, özlemiştim, dedi Asım Çavuş, eline sağlık Gülbahar Hatun. Her zamanki gibi yine konuşturdun ustalığını. Şimdi bir gelinimiz olsaydı kahveleri yapardı, iş yine sana kaldı.
-O da olur, dedi, sofrayı topladı.
Salih Bey, bir anasına, bir de babasına bakarak, başını önüne eğdi, “Olur inşallah” diye geçirdi içinden.
Baba da oğlu da bir süre uzaklara, çok uzaklara gider gibi oldu. Gökteki yıldızları sayar gibiydiler. Sessizliği Gülbahar Hatun bozdu, bileği taşına koydu kahve fincanlarını:
-Soğutmayın.
-Baba, unuttum, imama biraz çıkın götürecektim, işlerimin arasında unuttum. Yarın da Gangana Yaylasına gideceğim. Kahya hazırlayıp götürse.
-Ben hallettim, kahya ile bugün birlikte gittik. Hal hatırını sorduk. İyiymiş, dedi.
-İyi ettin baba, kimi kimsesi yok.
“Benim oğlum gerçekten bey oldu” diye geçirdi içinden. “Bir de evlendirsek şunu, yok mu gönlünde olan. Sorsam mı, sormasam mı? Sorayım, sorayım.”
-De bakayım oğul…
-Buyur baba.
-Demem o ki… “Yok yok, benim sormam yakışık almaz” sustu.
Gülbahar Hatun lafa girdi:
-Ne soracaksan sor, çatlatma adamı bey.
-Bir şey sormayacaktım, bugün ne yaptığını soracaktım ama vaz geçtim. Benim bey oğlum işini çok iyi bilir diye düşündüm hanım.
-Bilir, benim aslan oğlum işini çok iyi bilir…
-O zaman ben sorayım baba. Bugün Avliyana’ya giderken tamı tamına dört tane kemer köprü gördüm. Baktım, inceledim. Çok sağlam yapılmışlar. Tek bir taşları bile düşmemiş. Kimler, ne zaman yapmış, bilir misin baba?
-Kim yapmış, kimler tarafından yaptırılmış bilmem oğul. Ben beni bildim bileli vardır o köprüler. Neden sordun?
-Cehennem Kayalıklarındaki ağaç köprüyü geçen yağan yağmur sonrası gelen sel alıp götürdü yine. Kasabaya gidip gelenler eski patika yoldan gidip geliyorlar.
-Yaptıralım oraya yeni ağaç köprüyü.
-Ağaç köprüyü yaptırmasına yaptıralım da baba dayanmıyor. Şimdilik yaptıracağım ama oraya o kemer köprülerin benzerinden köprü yaptıralım, diyorum.
“İşte Bey dediğin böyle olur. Köylüsünü, çoluğu çocuğu, kadını erkeği düşünecek, her derdine deva olacak. Evine, kasabasına giden yolu bile düşünecek. Hakkım sana helal olsun oğul” diye geçirdi içinden.
-Olur oğul. O baktığın köprüleri en iyi Guş Nene bilir. Osmanlı kadınıdır. Çok bilgilidir. Çok şeyler geçmiştir başından. Ha, bir özelliği de var, helvayı çok sever. Sakın ola ki helva götürmeden yanına gitme.
-Herkes Guş Nene’den söz ediyor, yarın zaten Çit’e gideceğim. Hem hal hatırını sorar hem de köprülerin kimler tarafından yapıldığını öğrenirim.
-Sor oğul, benim de çok selamımı söyle, dedi anası.
-Söylerim ana.
Asım Çavuş, oğlunun yüzüne sevgiyle baktı, içi bir tuhaf oldu, gözleri doldu. “Yüce Rabbim bana böyle bir oğul verdiğin için sana şükürler olsun. Bu ne hikmettir Yüce Rabbim. İnsan mı insan, oğul mu oğul. İnşallah kendisine de böyle gönlü güzel ehli namus bir eş nasip edersin Yüce Rabbim.” Diyerek dua etti.
Babasının gözlerini uzağa diktiğini fark eden Salih Bey,
-Gene daldırdın, baba, akşamdan beri bir şeyler soracaksın da sormuyorsun hissine kapılıyorum.
-Yok bir şey oğul, öylesine içim geçti.
-Düşünme baba… Sen bana demez miydin, insanları seveceksin, kucaklayacaksın, onların hayır duasını alacaksın. Ben de onu yapıyorum. Sıkıntılarına, dertlerine derman olmaya çalışıyorum. Düşünme ben senin oğlunum, bu oğlundan kimseye kötülük gelmez.
-Bilirim oğul, çoktandır soracaktım, Çitlilerin yayla parasını dağıttın mı, verdin mi?
-Almadılar baba. Çok zorladım, biz de hakkınız kalmasın diye çok zorladım ama almadılar. Gangana büyük yayla bize de yeter sana da yeter dediler. Makrellilere de söyledim onlar da aynısını dediler. Ben de onların bu tavrına karşılık, Şanalar’a ağaçtan sağlam bir köprü yaptırdım. Gelen sel götürmesin diye her iki tarafa domuzbağı yapın dedim. Hem Çitikebir’den hem de Çitisağır’dan dört tane sağlam ustaya yaptırdım. Paralarını da fazlasıyla verdim. Sağlam köprü yaptılar. İyi de oldu. İki at arabası yan yana geçecek şekilde yaptılar. Kışlakta kalacak hayvanların ot ve saman parasını da verdim her iki köyün. Her hane beşer beşer bakacak kışlaklarımızı. Sattığımızı satacağız, satamadığımızı bakacaklar. Benim aklım fikrim hep Şeytan Kayalıklarına bir köprü yaptırmakta baba. Guş Nene’ye soracağım. Kim yapar böyle kemer köprüyü, öğreneceğim. O bilmezse adam yollayıp araştıracağım baba. O kayalıklara mutlaka bir köprü yaptıracağım.
-İnşallah oğul, dedi anası.
“Yaptır oğul, yaptır, beye de bu yakışır” diye söylendi Asım Çavuş.
-Haftaya kurban bayramı, her zamanki gibi mi yapacağız? Yedi mahallenin yedisinde de yine kurban keselim mi?
-Keselim oğul, fakir fukaraya verelim.
-Tamam baba, yarın tembihlerim, bayramdan bir gün önce yedi tane tavlı tosun alıp getirsin çoban Cicar Ali’nin yanındaki çoban.
-Tembihle oğul getirsin.
-Vakit de epey oldu baba, bugün hem Şahım hem de ben biraz yorulduk, iznin olursa yatmak istiyorum.
-Yat, hayırlı geceler oğul.
-Hayırlı geceler, sana da ana.
-Hayırlı geceler Salih’im, can oğul. Allah rahatlık versin.
-Siz de içeri girin ana gece serinlemeye başladı.
-Olur oğul.
Asım Çavuş, oğlunu kapıdan girinceye kadar gözleri ile takip etti. “Yüce Rabbim utandırmasın oğul, can oğul” diye mırıldandı.
Gülbahar Hatun geldi, Asım Çavuş’un yanına oturdu. Göz göze geldiler.
-Soramadım.
-Neyi?
-Var mı gönlünden geçen diye…Soracak oldum, soramadım.
-Olsaydı ben anayım mutlaka anlardım.
-Böyle mi gidecek?
-Vardır bir hayırlısı bey.
-Vardır, vardır… De hadi hava serinledi, biz de girelim içeri.
Asım Çavuş’un oğlu bey olmuş da babasını çoktan geçmiş. Geçsin, geçsin. Bey dediğin, kendinden önceki beyleri aratmayacak. Bey dediğin insan olacak insan, diye geçirdi Asım Çavuş.
(Devamı Var)