Öğlene doğru Kırçılın Süleyman Güloğlu Yaylası’ndan döndü. Çevirme kapısından içeri girerken Asım Çavuş ile Gülbahar Hatun’u cibinlikte otururken buldu. Süleyman’ı gören Asım Çavuş’un kaşları çatıldı, Süleyman’a her hali ile kızgınlığı belli oluyordu. Süleyman, durumun farkına vardı. “Hala geçmedi kızgınlığı” dedi kendi kendine. Geldi Asım Çavuş ile Gülbahar Hatun’un elini öptü:
-Bağışla beyim, bilemedim.
-Nasıl bilmezsin Kırçılın Süleyman, hamile bir kadına o kadar yolu nasıl yürütürsün? Diyelim onlar bir cahillik etti, sen akıllı bir adamsın buna nasıl izin verirsin?
-Çoktandır gitmedik dediler Karadüz’e, ısrar edince de ben rıza gösterdim beyim, dedi.
-Bir daha olmasın Süleyman, gel otur. Senin kızınsa benin de gelinim. Gözümüz gibi bakacağız gelinime.
-Tamam bey, geçti bir daha olmaz, dedi Gülbahar Hatun.
-Sen de dikkatli ol hanım.
-Tamam bey.
Gülbahar Hatun, Süleyman’a bir bardak çay doldurdu. Yaylanın durumunu soran Asım Çavuş:
-Yaylaya çıkılacak kadar otlar büyüdü mü?
-Büyüdü beyim de birkaç kelif kardan hasar gördü, onarılması gerekiyor.
-Çobanlar onarabilir mi?
-Onarırlar beyim, Mustafa’yı mandırada bırakıp, Cicar Ali ile Dursun Ali’yi alarak gitmeyi düşünüyorum yaylaya.
-Doğru düşündün. Çobanlara da birer kelif ayarla, çoluk çocuk yaylada kalsınlar yaylaya çıktıktan sonra.
-Birkaç gün içerisinde onarır, sürüyü yaylaya çıkarabiliriz.
-Öyle yapın.
-Bana izin beyim, mandıraya inmem gerekiyor.
-Tamam Süleyman.
Süleyman kalktı, Karaca’yı bağladığı yerde çözerken, kapıya çıkan Gülizar, babasına:
-Gidiyor musun baba?
-Gidiyorum kızım.
-Açsındır, gel yemek ye de öyle git baba.
-Mandırada yerim kızım, biraz işim var.
Süleyman, Karaca ile çevirmenin kapısından çıkarken Asım Çavuş:
-Bu böyle olmayacak, evlendirmek lazım bu Süleyman’ı Gülbahar Hatun.
-Adam razı gelmiyor, sen niye ısrar ediyorsun?
-Sevaptır hanım, sevaptır.
Xxx
Güneş, ısıttıkça ısıtıyordu. Konağın önündeki üzüm iyiden iyiye açmıştı yapraklarını. Küçük, yeşil taneli asmalar oluşmuştu, asılan dallarda.
Asım Çavuş, bir süre yeşil taneli asmaya baktı. Kaç yıl olmuştu bu üzümü buraya dikeli, o da benim gibi yaşlandı. Üzümler asmaya dönüşte yaylaya çıkardık. Ne şenlikler olurdu. Bu yıl da yapsak mı bir şenlik? Neden olmasın? Yaşatmalı bu geleneği. Hep birlikte yaylaya çıkmak. Köylülerimiz yapıyor ama ben biraz uzak kaldım. Bu kez uzak kalmayacağım. Süleyman’la görüşeyim. Dualarımızı yapalım, hayvanlarımızı yine süsleyelim. Zaten böyle yaylaya çıkışta tanımıştım Gülbahar Hatun’u. Gölün çevresinde kurulan horon halkasında en güzel o oynuyordu. Kolunda çok oynamak isterdim ama bir türlü kısmet olmamıştı. O da horon oynarken bana bakardı.
Gülbahar Hatun, Asım Çavuş’un yine dalıp gittiğini konaktan çıkınca fark etti. Bir süre izledi yaşlı koca kurttu. Sessizce yanına geldi.
-Ey gidi Asım Çavuş, yine daldı gitti. Neredesin söyle bakalım?
-Gölün çevresinde horon oynarken hep bana bakardın, o geldi aklıma, o günleri yeniden yaşar gibi oldum.
-Ben sana değil, sen hep bana bakardın. Koluma girmek için ne dümenler çevirirdin.
-Ben mi?
-Yok ben.
-Tabi sen. Ama Allah’tan senin gibi güzel oynayan yoktu Gülbahar Hatun.
-Hah, şunu bileydin.
-Ben sana onun için bakardım.
-Yapma Asım Çavuş, hiç yalan söylemesini beceremiyorsun.
-Otur hele, bak ne diyeceğim? Bu yıl yaylaya çıkış şenliğine ben de katılacağım. Yaş ilerliyor. Yaylaya çıkmaya ya kısmet.
-Onu Allah bilir Asım Çavuş.
Xxx
Kırçılın Süleyman, Cicar Ali ve Dursun Ali kış mevsiminde kardan zarar gören kelifleri onarıyorlardı. Geçimini çoğunlukla hayvancılıkla sağlayan ve Çit Deresinde bağı, bahçesi ve bostanı bulunmayan diğer köylüler de yaylada kendilerine ait kelifleri gözden geçiriyor, onarımlarını yapıyorlardı. Kış mevsiminde gelinliğe bürünen Güloğlu Yaylası, kazma, kürek ve keser sesleri ile canlanmaya başladı. Karlar erimiş, yaylada hayvanların otlayacağı şekilde otlar boy atmıştı. Sadece otlar değil sarı renkli çiçekler ile papatyalar yaylada adeta bir renk cümbüşü oluşturuyordu. Keliflerin onarılmasından sonra hayvanların akşamları koyulacağı çevirmeler de onarıldı. Erkekler onarımları yaparken kadınlar da keliflerin içini temizliyorlardı. Üç-dört gün süren çalışma sonrası Güloğlu Yaylası, göç edilecek duruma gelmişti.
Kırçılın Süleyman, yapılan çalışmaları konağa gelerek Asım Çavuş’a anlatıyordu.
-Güzel, dedi. Bu yıl yaylaya çıkış şenliğine ben de katılacağım. Köy meydanında her zaman olduğu gibi imam duasını yapacak. Yaylaya çıkacak olanlara söyle. Her zaman olduğu gibi birlikte çıkacağız. Sen de sürümüzde süsleyebildiğin kadar koyunları, kuzuları süsle. Çobanlar da yardımcı olsun sana. Makrel’deki kemençeci Bektaş Hasan’a söyle, kemençesini alsın gelsin. Pazar günü yaylaya çıkacağız.
-Olur beyim, dedi Süleyman. Cicar Ali ile Dursun Ali, yaylaya çıkacak köylülere Pazar günü yaylaya çıkılacağını söylesinler. Beş gün daha var. O zamana kadar da hazır olurlar.
-Tamam Süleyman.
Xxx
Yaylaya çıkacak köylülere gün duyurulmuş, hayvanlarını çıkacakları günü duyar duymaz şimdiden hayvanlarını gelin gibi süslemeye başladılar. Genç kızlar ve erkekler, yaylaya giderken giyecekleri kıyafetleri çoktan hazırlamışlardı. Yaylaya çıkacak günü sabırsızlıkla bekliyorlardı. Hayvanlara zil ve çanlar çoktan takılmış, köyü çan ve zil sesleri ile adeta çınlıyordu.
Beklenen gün gelip çattı. Asım Çavuş, çizmelerini giydi. Şahım’la gidecekti. Kahya Kerim’e:
-Sen de benimle geleceksin.
-Olur beyim.
Hep birlikte Pırpır Ali’nin kahvesinin önündeki meydana geldiler. Bütün köylüler orada toplanmıştı. Bektaş Hasan da kemençesi elinde Asım Çavuş’u bekliyordu. Asım Çavuş’un gelmesi ile imam yayladan bereket ve bollukla dönülmesi doğrultusunda dualar yapıyor, köylüler hep bir ağızdan “Amin” diyorlardı.
İmam yaptığı duayı bitirince Bektaş Hasan’a sıra gelmişti. Kemençesi ile önce bir yol havası çaldı. Kırçılın Süleyman, Cicar Ali ve Dursun Ali’nin süsledikleri sürü zil sesleri ile köye girdi. Cicar Ali ile Dursun Ali, meydanda durmadan sürüyü köyün çıkışına doğru sürdüler. Koyunların başlarına bağlı zillerin sesi kapladı ortalığı. Bektaş Hasan’ın çaldığı kemençenin sesi zil sesleri arasında kayboldu.
-Baba ben de gelsem iyi olur, hem de yaylayı görmüş olurum.
Asım Çavuş, Gülbahar Hatun’a “gelsin mi” anlamında bakınca:
-Gelsin bey, ben buradayım. Akşama da geç kalmayın gelin, dedi.
Koyun sürüsü sadece Asım Çavuş’un vardı. Diğer köylülerin ise çoğunluğu ineklerden oluşmuş büyükbaş hayvanları ile yaylaya çıkıyorlardı. Bu yıl da öyle oldu. Köyün çıkışında büyükbaş ile küçükbaş hayvanlar bir araya geldi. Kemençeci Bektaş Hasan hem yol havası çalıyor hem de söylüyordu. Karadüz’de soluklanan göç, göle kadar hiç durmadı. Göle çıkınca hayvanlar serbest bırakıldı. Asım Çavuş ile Salih Bey atlarından indiler. Susayan hayvanlar gölden su içti, otlatmaya bırakıldı.
Bektaş Hasan, horon havası çalmaya başladı. Yöresel kıyafetini giymiş genç kızlar, erkekler kol kola gölün çevresinde oyun halkası oluşturdular. Bektaş Hasan da coşmuştu, yayla ile ilgili maniler söylüyordu. Göç, adeta şenliğe dönmüştü. Öğle saatlerine kadar süren horon sonrası Güloğlu Yaylası’na varmak için Kurt Boğazı’na doğru yeniden yola koyuldu. Bektaş Hasan’ın kemençesinin sesi yine çan ve zil sesleri arasında kayboluyordu. Kemençenin sesini, ancak yanında gidenler duyabiliyordu. Kısa bir yolculuktan sonra yaylaya varıldı. Yaylaya varmanın sevincini gençler birbirlerine mani atarak kutladılar.
Yayladaki çeşmenin başına gelen Asım Çavuş, kahyaya:
-Dur kahya, şu çeşmede elimizi yüzümüzü bir güzelce yıkayıp, ağız tadıyla bir su içelim.
Asım Çavuş, Salih Bey’in yardımı ile Şahım’dan indi. Karların da erimesiyle hayvanların su içmesi için sulaktan dışarıya hızla akan çeşmede elini yüzünü yıkadı. Kana kana buz gibi sudan içti.
-Çok soğuk, ellerim dondu.
Birlikte kelife doğru ilerlerken yaylaya göç eden yaylacılar, yük hayvanlarından, yatak yorgan gibi yüklerini indirip, kalacakları keliflere sırtlarında taşıdılar. Cicar Ali’nin karısı kelifteki sobayı yaktı, çay suyunu sobanın üzerine koydu.
Asım Çavuş, yaylaya bir kez daha göz gezdirdi. Papatyalar arasında açan yayla çiçekleri, yaylaya olağanüstü bir görüntü veriyordu. Renk armonisinden etkilenen Asım Çavuş:
-Kırçıl ne mutlu sizlere, böyle güzel yaylada kim kalmaz ki? Çobanlık yaptığım günler geldi aklıma. Ne güzel günlerdi o günler?
Cicar Ali’nin karısı, demlenen çaydan bardakları doldurarak kapı önünde oturanlara verdi.
-Bu sudan yapılan çaydan içenin ömrü uzar, biliyor musunuz?
-Öyle beyim, çok güzel ve tatlı çayı oluyor çeşmemizin.
(Devamı var)