Salih Bey Köprüsü (39)

-Hoş geldin oğul, hoş geldin, dedi Guş Nene.

-Hoş bulduk benim nenem.

-Nerelerdesin, unuttun mu bu neneni?

-Senin gibi neneyi unutur muyum, nenem?

-Sen gelmeyince kimseler de gelmez oldu. Ne helva getiren var ne çay ne şeker. Kötünün Hüseyin de gelmez oldu, öldü de ben mi duymadım?

-Yok nenem ölmedi. Ben çayını da şekerini de helvanı da bolca getirdim. Sen söyle bakayım nasılsın?

-Nasıl olayım oğul, ha bu bahtsızla yaşayıp gidiyoruz. 

-Gel götüreyim seni dedim, gelmiyorsun nenem.

-Nasıl geleyim oğul, toprak, vatan bırakılır mı? Burada doğdum, burada öleceğim.

-Allah uzun ömürler versin.

-Söyle bakayım, hala bekar mısın?

-Yok nenem, evlendim.

-Deme? Kimlerdendir, ben tanır mıyım?

-Tanımasın nenem, bir çoban kızla evlendim.

-Çoban kızla mı? Olsun oğul gönül sevdi mi ne çoban dinler ne de bey kızı. Bari güzel mi?

-Güzel de söz mü nenem, güzeller güzeli.

-Anlaşıldı, çok seviyorsun çoban kızı.

-Çok nenem, çok.

-Belli belli. Adı ne peki?

-Gülizar, Guş Nenem.

-Gülizar ne anlama geliyor biliyor musun? 

-Bilmiyorum nenem.

-Gülizar, gül bahçesi demektir bey oğlum. Sen gül bahçesine düşmüşsün de bilmiyorsun. Kalkma otur. Soracaklarım var sana.

-Yok nenem kalkmıyorum.

-Çekilmişsiniz yaylalardan?

-Çekildik.

-Bak oğul, buranın köyleri fakirdir, fukaradır. Sen sen ol, bir ihtiyacı olup da kapınızı çalanı sakin geri çevirmeyesin.

-Olur mu öyle şey. Onlar gelmese de biz gidip halini hatırını soruyoruz Guş Nene.

-Sen çok iyi bir beysin oğul, başına bir şey gelmesini istemem.

-Sağ ol nenem.

-Bak oğul, bu dere var ya bu Çit Deresi çok canlar yakmıştır. Bir coşmaya görsün, önünde ne bağ kor ne bahçe ne bostan ne duvar, siler süpürür.

-Doğru söylersin nenem.

-Ormana mı gideceksin Avliyana tarafına bakacaksın. Yaylaya mı gideceksin Avliyana’ya bakacaksın. Kasabaya mı gideceksin Avliyana’ya bakacaksın.

-O neden nenem?

-Eğer Zermut’ta hava kapalıysa Avliyana’da yağmur var, dolu var. Zermut’ta hava çiseliyorsa Çit Deresi’nde sel vardır. Dikkatli ol oğul. Sen sen ol bu söylediklerimi unutma. Yaz kulağının arkasına.

-Unutmam benim can ciğer nenem.

Torunu Zekiye’ye seslenen Guş Nene:

-Kızım olmadı mı çay?

-Oldu nenem getiriyorum.

-Hadi çabuk ol, boğazın kurudu.

Guş Nene, gelen çayı kana kana içti. 

-Bilir misin benim bey oğlum, aylar sonra ilk defa çay içiyorum. Allah ne muradın varsa versin, Allah senin burnunu kanatmasın.

-Amin nenem. 

-E, söyle bakayım, ne yaptın köprü işini?

-Nasıl söyleyeyim nenem, çoban kız hamile. Üç ay kaldı doğumuna. Babam, ‘Hele torunum dünyaya gelsin, ondan sonra yapalım köprüyü’ dedi. Ben de onun sözünü dinledim. Doğumdan sonra ya ben giderim ya da kahyayı göndeririz bilemiyorum, Horasan’dan ustaları getirmeye.

-Baban doğru söylemiş. Bebek dünyaya gelsin. Köprü işini de halledersiniz.

-Mutlaka yaptıracağım nenem.

-Yaptır oğul yaptır, o Şeytan Kayalıkları da çok can aldı. 

-Şanalar’a yeni köprü yaptırdım nenem. Ustalar yüksek yaptı. Geçen gelen selden de zarar görmedi.

-Çok sağ ol oğlum. Şanalar’a neden Şanalar denildiğini bilir misin?

-Bilmem nenem, yoksa sen onu da biliyor musun?

-Bilirim oğul bilirim… Bu nenen çok şeyler bilir… Kız Zekiye, biraz helva getir de ağzım tatlansın. Tatlı tatlı konuşayım. Çayları da doldur.

-Tamam nene.

Salih Bey, Guş Nene’nin kamburlaşmış sağ elini avuçlarının içine aldı. Onun ağzından Şanalar’la ilgili ne çıkacak, merakla gözlerinin içine baktı. 

-Meraklandın, değil mi?

-Meraklanmam mı nenem?

Guş Nene, ağzına bir parça helva attı, çayından bir yudum içti.

-Dinle öyleyse: Bu Şanalar denilen yerde Şano Temel diye yiğit mi yiğit, babayiğit mi babayiğit varmış. Ona hem Şano Temel hem de Şanoların Temeli derlerdi. Hep garibanın yanında olmuş, haksızlığa hiç dayanamazmış. Üç oğlu ve iki kızı babasıymış. Uzun boylu, kara kaşlı, kara gözlü, kırk- kırk beş yaşlarındaymış. Nereden geldiğini de kimseler bilmezmiş. Bir söylentiye göre Rusların zulmünden kaçtığı söylenirmiş. Türkiye sınırında bir köyde yaşarmış. Rusların en çok çekindiği Şano Temel’miş. Onun yüzünden Ruslar bu köye girmeye çekinirlermiş. Köylüler bir gün Şano Temel’e, “Bu Ruslar bizi rahat bırakmayacaklar, köylü olarak anavatan Türkiye’ye gidelim” demişler. Şano Temel, biraz düşünmüş, “Olur, ben de anavatanın hasretini çekiyorum. Akşamdan toplanalım, alabileceklerimizi yanımıza alalım, her birimiz anavatanın bir tarafına dağılalım. Nerede boş yer ve sahipsiz yer bulursak oraya yerleşelim” demiş. 

Öyle de yapmışlar. Gecenin bir yarısı, alabildiklerini yanlarına almışlar. Şano Temel’in de böylece Rusya’dan gelip o Şanalar dediğimiz yere yerleşmiş. Çocuklarıyla birlikte durmamış çalışmış. Dere kenarındaki boş arazileri bahçe bostan haline getirmiş. Şano Temel’in yiğitliğini duyan Rumlar, ondan çok çekinir, korkarlarmış. Gerçi bizim Rumlarla bir sorunumuz olmadı. Ruslar gelince Ermeni çeteleri çoğalmış, köy evlerini basıyor, kadın erkek demeden herkesi acımasızca katlediyorlardı. Ama ne var ki, Şanalar’ı yukarıya geçmeye cesaret edemiyorlardı. Şano Temel’den çekiniyorlardı. 

Ermeni çeteleri ne olursa olsun Şano Temel’i katletmeye karar vermişler. Şano Temel, bir kış günü silahlarını kuşanarak tavşan avına çıkmış. Akşama doğru, avladığı tavşanla evine döndüğünde oğullarını, kızlarını, karısının ölüsüyle karşılaşmış. Evleri ise Ermeni çeteleri tarafından ateşe verilmiş, yerinde küller esiyordu. 

Oturmuş bir taşın üstüne. Gözlerinden iki damla göz yaşı akmış. Gelirken görmüşsündür, senin yaptırdığın köprünün az ilerisinde bir mezarlık vardır.

-Evet Guş Nene. Her geçtiğimde de dua okurum.

-İşte o mezarlığa sekiz tane mezarlık kazmış. Ölülerini oraya nakletmiş. Yememiş, içmemiş, mezarlığın hemen bitişiğine de bir kulübe kapmış, karakış günü. Cayra’nın Harıd-ı Kebir diye bir köyü vardır. O köye gitmiş. Yaptığı kulübenin kapısının ve penceresinin ölçülerini demirci ustasına vermiş ve “Kapımı da pencere mi de demirden yapacaksın. Öyle yapacaksın ki usta düşmanın mermisi işlemeyecek” demiş. Usta, Şano Temel’in ününü çok duymuş olacak ki, “Elbette yiğidim, sen hiç merak etme” demiş. Kapı ve pencere bitinceye kadar ustanın misafiri olmuş. Şano Temel, kapı ve pencereyi bir gece sırtına yüklemiş. O dağ senin bu dağ benim diyerek hiç durmadan yürümüş. Kulübenin kapı ve penceresini yerine takmış. Şano Temel, o kulübede yaşamaya başlamış. 

Geceleri kulübesinden çıkan Şano Temel, Ermeni çetelerinin peşine düşmüş. Her gece beş, on tane Ermeni’yi öldürmeden de kulübesine dönmezmiş. Öldürdüğü Ermenilerin silahlarını, patlayıcılarını da yanına alarak kulübeye getirirmiş. 

Ermenileri kimin öldürdüğü bir türlü bulunamazmış. O kadar Ermeni’yi temizlemiş ki, kulübesi silah ve patlayıcılarla dolmuş. Ermeniler, durumu Rus komutanına kadar götürmüşler. Rus komutan her gece Çit Deresine, Artabel Deresine, Manastır Deresine devriye çıkarmaya, Ermenileri katledenin bulunması talimatını vermiş. 

Bir gece Rus devriyeler ile Ermeniler birlikte Çit Deresine devriye görevine çıkmışlar. Mezarlığın yanına gelince kulübeden hafif bir ışığın sızdığını görmüşler. Meraklanan Ruslar, kulübenin yanına gelmişler. Kulübenin demir kapısına vurmaya başlamışlar. Şano Temel ışığı söndürmüş. Demir pencerenin dışına bakınca silahlı kalabalık bir grup görmüş. Başlamış, kalabalığın üzerine ateş etmeye. Her attığını da vuruyormuş. 

Devriye Rus komutanı askerlerine ve Ermenilere “Çekiç getirin, yıkın bu kulübeyi” emrini vermiş. Gelen çekiçlerle beraber, kulübenin dört bir yanından Ruslar ve Ermeniler vurmaya başlamış. Şano Temel, sonunun geldiğini anlamış. “Ben ölürsem sizi de sağ bırakmam ya” demiş ve kulübenin içindeki patlayıcıları cebinden çıkardığı çakmağı ile tutuşturmuş. Kulübe, öyle bir patlamış öyle bir patlamış ki tek bir Rus ve tek bir Ermeni sağ kalmamış.

-Ne yiğitler varmış benim nenem.

-Öyle oğul öyle. 

-Ağzına sağlık güzel nenem, ben kalkayım. Yine gelirim. Bana başka hikayeler de anlatırsın, canım Guş Nenem. 

Salih Bey, Guş Nenenin elini öptü. Köyün meydanındaki Şahım’ı alarak, Yusuf Dere’deki Koca Yusuf Dede’yi ziyaret etmek için yola çıktı.

(Devamı var)

YORUM EKLE