Salih Bey Köprüsü (43)

Asım Çavuş, kasabaya girmeden önce oğlu Salih ile çarşı girişinde atlarından indiler. Şahım ve Doruk’un dizginleri ile Hayri Ağanın hanının önüne geldiler.

-Atları nereye çekelim Salih?

-Ben her gelişimde Burhan Ustanın ahırına çekiyorum baba.

-Öyleyse oraya çekelim. 

Birlikte çarşı içerisine ilerlemeye başladılar. Kasabanın sessizliğini Şahım ile Doruk’un nal sesleri bozuyordu.

-Kötünün Hüseyin’in dediği gibi çarşı çok ıssız Salih.

-Öyle baba.

Hocalların kahvesinin önünden geçerken kahveci Hacı Asım Çavuş ile Salih Bey’i fark etti. Hızla kahveden dışarı çıktı.

-Beyim, çayımı içmeden mi geçeceksiniz?

-Olur mu Hacı, içelim bir çayını ama önce atları Burhan Usta’nın hanına çekmemiz lazım. 

-Şu ağaçlara bağlayalım beyim.

Öyle yaptılar. Kahvenin önündeki ceviz ağaçlarına bağladılar atlarını. 

-Hoş geldiniz Asım Bey, yüzünüze hasret kaldık.

-Yaşlandık Hacı.

-Olsun beyim, ara sıra gelin çayımızı için. Çay mı içersiniz yoksa kahve mi yapayım size.

-Ne yalan söyleyeyim Hacı, senin yaptığın kahveyi bu kasabada kimse yapamaz. Hele Salih’le bana birer kahve yapıver.

-Hemen beyim.

Kahvenin önünde oturan iki üç kişiyle selamlaştı Asım Çavuş. Hal, hatır sordu. Kahveleri yapan Hacı, Asım Çavuş’un önüne koyduğu ağaç sandalyeye bıraktı.

-Afiyet olsun beyim, dedi.

-Sağol Hacı, anlat bakalım ne var ne yok kasabada?

-Gördüğün gibi beyim, kasabada pek kimse yok, herkes işinde gücünde. Bizler de Allah ne verdiyse şükrediyoruz. Üç-beş kuruş çay parası ile geçinmeye çalışıyoruz.

-Yok mu senin yerin yurdun?

-Çok az beyim, yetmiyor. Geldik bu kahveyi açtık.

-Olsun Hacı, kahve de lazım. İnsanlar gelsin otursun, sohbet etsin. Çaylarını içsinler.

-Öyle oluyor beyim. Çoktandır görmedik seni, nasılsın?

-İyiyiz Hacı.

-Allah iyilik versin. 

-Amin, kahvelerin parasını vermek için elini cebine attı. Hacı, Asım Çavuş’un elini tuttu:

-Ne yapıyorsun beyim. Ayda yılda bir kahvemi içtin, helal olsun.

-Olmaz Hacı, sen çoluğun çocuğun rızkını bana bağışlamış oluyorsun. Dostluk başka alışveriş başka.

-Olmaz beyim, say ki köyüme geldin bir kahvemi içtim.

-Öyle olsun, kalkalım. Kahven güzel oldu.

-Afiyet olsun beyim. 

Çarşı içine aşağı yine Şahım ve Doruk’un nal sesleri bozuyordu sessizliği. Dükkanından, kahvesinden dışarı çıkanlar, Asım Çavuş’a “Hoş geldin” diyor, davet ediyorlardı. Asım Çavuş, hepsine selam verip, teşekkür ederek geçiyordu.

Atları Burhan Usta’nın ahırına çektiler. Burhan Usta, Asım Çavuş ile Salih Beyi karşısında görünce hemen yanlarına koştu, “Hoş geldiniz” diyerek, içeriye davet etti.

-Fazla oturmayalım Burhan Usta, uğrayacağım, ziyaret edeceğim yerler var. Söyle bakalım bu ebe kadın Gülsüm nerelerde?

-Karagülloğun deresinde doğum yapacak bir kadın var, oraya kadar gitti. 

-Geldiğinde söyle benim gelinin doğumu çok yakın, zahmet olmasa bir daha uğrayıp baksın.

-Olur beyim, söylerim.

Burhan Usta’nın dükkanının karşısında fırını bulunan Garson Ali, kapıya çıkmış, Asım Çavuş’un, Burhan Usta’dan ayrılışını bekliyordu. Garson Ali’ye kapı önünde gören Asım Çavuş:

-Nasılsın Garson Ali?

-İyiyim beyim, hoş geldin.

-Hoş bulduk.

-Ekmek ayırayım mı?

-Ayır Garson Ali, ayır. Zaten tek fırın sensin, mecbur fıranzolayı senden alacağız.

-Kaç tane olsun.

-Üç-beş olsun.

-Tamam beyim.

Ardasa’nın iki çarşısına birbirine bağlayan üç kemerli köprünün üzerine gelince durdular. İki elini köprünün taş korkuluklarına veren Asım Çavuş:

-Bu kasaba var ya oğul, çok çekti çok. Rumlar, Ruslar, Ermeniler. Hele o Ermeniler var ya o Ermeniler, kadın çoluk, çocuk, erkek demeden çok insanımızı katlettiler. Ruslardan güç alan o zalimler kimseye acımadılar.

-Guş Nene de anlattı baba, Şano Temel’in de çoluğunu çocuğunu katletmişler.

-Babayiğitti Şano Temel. Kendini de feda etti ama çok Ermeni ve Rus’u da temize havale etti. Babayiğitti, babayiğit. Mazlum buldular bizim insanımızı. Camiye hayvanlarını bağladılar, ahıra çevirdi vicdansızlar.

Köprünün bitişiğindeki ilçenin tek berber dükkanını görünce duran Asım Çavuş:

-Berber Selahattin, nasılsın bakayım?

-O, benim beyim, hoş geldin, yüzünü gören hacı oluyor.

-Gözün aydın.

-Hayırdır beyim.

-Beni gördün hacı oldun ya.

-Hala o şakaların var beyim.

-Boşsun sanırım, bulamadın mı tıraş edecek?

-Yok beyim. Ayda üç-beş kişi saç tıraşına geliyorsa, onunla yetiniyoruz.

-Beni ne zaman tıraş edeceksin.

-Hemen beyim, buyur.

-Ne dersin Salih tıraş olup öyle geçelim mi?

-Olur baba, uzun zamandır saç tıraşı da olmadın.

Köprüye hakimdi berber Selahattin’in dükkanı. Asım Çavuş, ağaç sandalyeye oturdu. 

-Hala yumuşak bir oturak bulamadın mı? İnsan bari bir minder kor sandalyeye.

-Erken kirleniyor beyim, bazıları minderi ‘kaldır’ diyor. Onun için ben de minder kullanmıyorum.

-Olsun bakalım, hadi saçtan başla, sakalla bitir.

-Tamam beyim. Çay, kahve söyleyeyim.

-Yok, zamanım yok, sen bir an önce tıraşı bitir. Var mı senden başka berber?

-Yok beyim, bağışla ama benim gibi avanak daha çıkmadı.

-O nedenmiş?

-Ne olacak beyim, bağlandım kaldım buraya ne doyuruyor ne öldürüyor.

-Bu işi yapacak sanatkar lazım, herkes berberlik yapamaz.

-Doğru, saatlerce kapının önünde oturup müşteri bekliyoruz. Öyle zaman oluyor ki bir Allah kulu bile uğramıyor.

-Sabredeceksin. 

-Öyle ediyorum beyim.

Asım Çavuş’un saç ve sakal tıraşı bitmişti. Salih Bey, berber Selahattin’e ücretini uzattı.

-Olur mu beyim, yılda bir defa geliyorsun, yüzünü gördüm yeter bana.

-Al, Selahattin al, dostluk başka alışveriş başka.

-Bu para çok beyim.

-Çok değil, çok değil. Tıraş olmadıklarıma say.

-Allah bereket versin beyim.

-Bereketini bul. Hadi hoşça kal.

-Güle güle beyim, ayağına sağlık.

Berber dükkanından Salih Bey ile çıkan Asım Çavuş, kahveci Züftü efendiyi, kahvesinin önünde otururken gördü. Toprak damlı kahvede kimsecikler yoktu. Zühtü efendi, çarşı içine aşağı bakıyordu. Asım Çavuş’un geldiğini fark edemedi.

-Hayırdır Zühtü Efendi, Karadeniz’de gemilerin mi battı?

-Ooo, Asım Çavuş, sen miydin? Hoş geldin.

-Hoş bulduk, hoş bulduk.

-Çok dalmışsın?

-Öyle oldu. Hele gel otur, dışarıda mı oturursun, içeride mi?

-Burası iyi, bir çay içimi oturalım Zühtü Efendi.

Bir koşu üç çay alıp gelerek Asım Çavuş’un karşısına oturdu. Bir süre konuşmadan çaylarından yudumladılar. 

-Ne geliyorsun ne de bir haber yolluyorsun.

-Sorma Zühtü Efendi. Gelmek istiyordum aslında. Yaşlandık artık. Salih oğlum geliyor, ondan alıyorum haberleri.

-Salih Beyi de çok iyi tanırım. Maşallahı var, iyi evlat yetiştirdin.

-Sağol Zühtü Efendi.

-Kasaba çok ıssız Zühtü Efendi.

-Öyle Asım Çavuş, kimsenin elinde avucunda bir şey yok. Bir çay parasını bile zorla veriyorlar. Öylesi var ki saatlerce oturuyor, çay içmiyor. Dayanamıyorum, götürüp çay veriyor, ücretini almıyorum.

-İyi ediyorsun, ne demiş atalarımız ‘Kiminin parası, kiminin duası’ Zühtü Efendi.

-Öyle öyle.

-Çok zor şartlarda herkes.

-Hem de nasıl. Kimsede para yok, pul yok. Bir avuç toprağından aldığı patatesiyle, fasulyesiyle, buğdayı ile hayatını sürdürmeye çalışıyor. Kasabada bile yerliler, bağında, bahçesinde, bostanında bir şeyler üretmeye çalışıyor. Akşamları da uğrarlarsa birer bardak çay içip erken saatte evlerine gidiyorlar. Mecbur olmazlarsa bir şey almıyorlar. İnanır mısın, evinde çayı şekeri olmayanlar var.

-İnanırım Zühtü Efendi, inanırım… Bizim köylülerden bilirim. Bakıyorum, Zermut buradan daha kalabalık.

-Öyle beyim, diyorum ya çarşıya pek gelen olmuyor. 

-Çalışalım, savaştan daha yeni çıktık. Herkesin çalışması lazım. 

-Duydum ki, köprü yaptıracakmışsın?

-Bizim derede Şeytan Kayalıkları diye bir yer var. Çok canlar yandı orada. Ağaç köprü dayanmıyor. Bir kemer köprü yaptırmayı düşünüyorum. 

-İyi edersin Asım Bey, devletin de şimdi yapacak gücü yok. Durumun iyi senin. Yaptır köprüyü, bu garibanların hayır duasını alırsın.

-Evet…Bize müsaade Zühtü Efendi. Gelmişken ziyaret edeyim diyorum dostlarımı.

-Olsun beyim…Her zaman beklerim. Kasabaya geldiğinde beni unutma, uğra.

-Elbette Zühtü Efendi, hadi hoşcakal. 

-Güle güle Asım Bey.

Xxx

Kırçılın Süleyman, Güloğlu Yaylasında, sağ eli çenesinde dalıp gitti. Gözlerini karşı dağlara dikmiş, boş boş bakıyordu. Kızından ayrılmak çok zoruna gidiyordu. Her şeyiydi Gülizar. Bir gün olsun “of baba” dememişti kendisine. Ana yüzü bile görmedi. Çok severek evlenmişti anasıyla. O da çok iyi kadındı. O da tıpkı kızı gibi bir gün olsun “of” demedi. Yalnızlık zor ama asla onun üzerine bir başkasıyla evlenmem. Onun güler yüzünü, elinden geldikçe komşularına yardımseverliğini unutmam mümkün mü? Olsun, yalnızlık zor olsun. Ne varlıklılar istedi onu da o bu Kırçıl’dan başkasını sevmedi.

Cicar Ali bozdu onun dalgınlığını:

-Hayırdır beyim, dalıp gitmişsin. Bir derdin mi var?

-Sen miydin Cicar Ali? Yok herhangi bir derdim yok. Duymadım geldiğini.

-Koyunların kırkılma zamanı geldi, ne dersin yarın kırkılsın mı koyunlar.

-Olur Cicar Ali. Yarın yaylıma çıkarmayalım. Sağımdan sonra yemleri verilsin. Ondan sonra kırkılsın.

-Olur beyim.

(Devamı var)

YORUM EKLE