Köylü kadınlar konağın çevirmesinde toplanmış, Çit Deresi’nden gelecek haberi merakla bekliyorlardı. Konağın kapı eşiğine çömelmiş olan Gülbahar Hatun’un gözleri hep çevirmenin kapısındaydı, kapıdan içeri girip verilecek olan müjdeli haber için sabırsızlanıyordu. Kadınlar, onu teselli etmeye çalışıyordu.
Kahya Kerim Doruk atla hızla çevirmenin kapısından içeri girdi:
-Müjde hanımım müjde, müjde hanımım müjde.
Gülbahar Hatun, çömeldiği eşikten kadınların yardımı ile kalktı:
-Söyle buldunuz mu oğlum ile gelinimi?
-Bulduk sultan anam bulduk.
-Neredeymişler?
-Mandıraya sığındılar sultan anam.
-Nasıllar peki?
-Çok iyiler sultan anam.
-Allah’ım sana şükürler olsun.
Bütün kadınlar bir ağızdan:
-Amin, dediler.
-Ben dönüyorum sultan anam, beyim haber ver, hemen gel dedi.
-Tamam kahya.
Bütün kadınlar “oh” çekti.
Xxx
Güneş kendini göstermeye başladı. Çit Deresi’nin debisi düştükçe verdiği zarar da yavaş yavaş ortaya çıkıyordu.
-Salih, kalk gelin kızımı Şahım’a bindir, yavaş yavaş köye çıkın. Köprü yıkıldı, bu durumda kasabaya gidilmez.
-Tamam baba, biz gidelim de siz gelmiyor musunuz?
-Biz de geleceğiz, kahya geliyor, onunla döneriz. Hazır köylüler burada iken derenin verdiği zararı yerinde görelim.
-Peki baba.
-Ben de onlarla gideyim beyim, dedi Kırçılın Süleyman.
-Git, Süleyman, dikkatli olun, gelinimi sakın attan düşürürsünüz.
-Merak etme baba.
Onlar mandıradan ayrılırken, kahya Kerim de Doruk atla geldi.
-Haber verdim sultan anama beyim.
-Çok sevinmiştir?
-Hem de nasıl beyim, sevinmek de ne kelime.
-İyi, haydin önce şu köprüye bir bakalım.
Doruk ata binen Asım Çavuş, köylülerle birlikte Şeytan Kayalıklarına geldi. Sular çekilince, Çit Deresinin selden ne kadar yükseldiği de ortaya çıktı. Yağış az daha devam etseydi, kayalıkların üstünden atacaktı.
-Köprü bir yana verdiği zarar bir yana, hiçbir şey bırakmadı Çit Deresi.
-Öyle beyim, neyimiz var, neyimiz yok sildi süpürdü.
-Canınız sağ olsun, gelen mala gelsin, cana gelmesin de. Zararın telafisi vardır ama canın telafisi yoktur.
-Kasabaya da gidemeyeceğiz.
-Bir an önce köprü yapılmalı.
-Yapılmalı.
-Kirpi Kadir, çit köylerine gidecek başka yol var mıdır?
-Vardır beyim ama hem zor hem de uzun.
-Olsun, senin atın var, her iki köye uğrayıp da oradaki ustalara benim selamımı söyler misin?
-Başım üstüne beyim.
-Öyleyse durma, hemen yola çık, önce Şanalar’daki köprüyü yapsınlar, sonra da buradaki köprüyü. Zaman geçirmesinler.
-Tamam beyim, hemen gidiyorum.
-Atı olanlar benimle gelsin, dere boyunca gidebildiğimiz yere kadar gidip bir bakalım zararı yerinde görelim. Diğerleriniz köye dönün.
Asım Çavuş önde, atlı köylüler arkada yol boyu sürdüler atlarını. Zararın boyutları çok büyüktü. Bütün sebze bostanlarını silip süpürdü Çit Deresi. Yer yer derenin akarının değiştirdiğini gören Asım Çavuş:
-Size bir şey diyeyim mi?
-Buyur beyim?
-Bu dere kenarına emek vermeyin. Dere silip süpürüyor. Vazgeçin, köydeki bir tarlanızı bağ, bahçe bostan yapın, hiç değilse sel altında kalmaz. Ne demiş atalarımız, ‘Dağ başına ev yapma yel alır, dere kenarına ev yapma sel alır.’
-Çok doğru söylemişler beyim.
-Doğru da köyde bostanımızı bahçemizi sulayacak kadar su yok.
-Bir çaresi bulunur Pırpır Ali.
-Siz nasıl derseniz beyim.
Xxx
Kırçılın Süleyman önde Şahım’ın dizginleri elinde çevirme kapısından içeri girdi. Salih Bey, yavaşça Gülizar’ı attan indirdi. Konağın önü köylü kadınlarla doluydu. Gülbahar Hatun, koşarak Salih Bey ile Gülizar’a sarıldı.
-Salih’im!... Güzel kızım!...
-Anam!... Yok bir şey… Bu kadar merak edecek bir şey yok. Yağmur çiselemeye başlayınca kasabaya gitmekten vazgeçtik, mandıraya sığındık.
-İyi ettin benim akıllı oğlum…Ana yüreği dayanmıyor…Hadi çıkın odanıza, üstünüzü değişin…
Köylü kadınlar da “geçmiş olsun” dediler. Asım Çavuş’u merak eden Gülbahar Hatun:
-Asım Çavuş ile gidenler nerede Süleyman?
-Beyimle birlikte selin zarar verdiği bağ, bahçe ve bostanlara bakıyorlar.
-Çok zarar var değil mi?
-Sel hiçbir şey bırakmadı sultan anam. Köprüler de yıkıldı selden.
-Aman, mala gelsin Süleyman, cana gelmesin.
-Öyle sultan anam öyle.
-Bize müsaade sultan anam, dedi Hilmiye kadın.
-Çok sağ olun, düşünmeyin bağınızı, bahçenizi, bostanınızı. Asım Çavuş bir çare düşünür.
-Çok sağ olun sultan anam.
Kadınlar, çevirme kapısından teker teker çıkarak evlerine gittiler.
Xxx
Akşam olmuş, Pırpır Ali’nin kahvesi ve önü köyün erkekleri ile dolmuştu.
-Çay veriyorsun ama Pırpır Ali, para verecek halimiz kalmadı.
-Her şey para değildir Çulsuz Ömer.
-Doğru dersin de ne bağ kaldı ne bahçe kaldı ne de bostan.
-Patatesler, fasulyeler, lahanalar hep gitti.
-Bahçeler de gitti.
-Gitti.
-Çok vardı bu seneki elmalarda.
-Satıp para da kazanacaktık.
-Öyle.
-Ne yapacağız?
-Yapacak bir şey yok, Allah’tan geldi.
-Beyimizin yanına da gidemeyiz.
-Gidemeyiz.
-Geçen yıl bütün zararlarımızı karşıladı.
-Bu yıl da olmaz.
-Olmaz.
-Beyimiz büyük adamdır, bir şey düşünür.
-Düşünür mü dersin?
-Düşünür, düşünür.
-Kışlık sebzemizi karşılayabilse?
-Karşılar.
-Karşılar mı dersin?
-Karşılar.
-Paramız da yok ki alsak.
-Beyimiz alır.
-Alır mı?
-Alır, o köylüsünü aç bırakmaz.
-Dere kenarlarına bir daha dikmeyin dedi.
-Dedi.
-Köye dikin, dedi ama sulayacak su nerede?
-Pırpır Ali, koş beyimiz geliyor, yerini hazırla.
Kahvedekiler de dışarı çıktılar, herkes ayaktaydı. Bu saatte Asım Çavuş’un kahvehaneye gelmesi onun bir şeyler söylemesi anlamına geliyordu.
Asım Çavuş, Salih Bey, Kırçılın Süleyman ile birlikte kahvehanenin dışında durdular. “Selam” veren Asım Çavuş, Pırpır Ali’nin getirdiği minderli ağaç sandalyeye oturdu. Salih Bey ile Kırçılın Süleyman da onun arkasındaki sandalyelere oturdular.
-Oturun, ayakta durmayın, ben size kaç kez söyledim, ben geldiğimde ayağa kalkmayın diye.
-Olur mu, dedi Çulsuz Ömer.
-Olur, olur, hadi oturun.
Pırpır Ali, Asım Çavuş, Salih Bey ile Kırçılın Süleyman’a yaptığı kahveleri getirdi. Kahveden yudum alan Asım Çavuş:
-E, söyleyin bakayım, ne yapacaksınız bundan sonra. Bağınız, bahçeniz, bostanınız gitti.
-Gitti beyim.
-Kendi aramızda ne yapacağımızı konuşuyorduk.
-Ne yapacaksınız?
-Hiçbir çare bulamadık beyim.
-Bir çare var.
-Var mı beyim?
Kahvedekiler, Asım Beyin ağzından çıkacak kelimelere kulak kesildiler.
-Var, Çulsuz Ömer, var, ölüm olmasın, her şeyin çaresi vardır.
-Vardır da beyim, biz çare bulamadık.
-Ben buldum.
-Nasıl beyim?
-Gelecek yıl dere kenarlarını ekmeyeceksiniz.
-Başka çaremiz yok ki beyim.
-Var!
-Nasıl Beyim?
-Köyde hepinizi yeri var. Tarlası var.
-Var beyim.
-İşte o tarlalarınızdan birine sebzelerinizi dikeceksiniz.
-Dikelim de beyim ne ile sulayacağız?
-Ben buraları çok iyi bilirim Çulsuz Ömer. Karadüz’ün altından çıkan su boşuna akıyor.
-Öyle beyim.
-İşte o suyu köye getireceğiz.
-Çok uzak beyim, köye gelinceye kadar bir parmak kadar kalır.
-Kurumaz Çulsuz kurumaz. Olukla getireceğiz.
Kahvedekiler birbirlerine baktılar.
-Şimdiden başlayacağız olukları yapmaya. Yaylalardaki hayvan sulakları gibi olacak.
-Çok iyi düşündün beyim.
-Ormanda sık olan yerlerden birer tane ağaç kesilecek. Durmayacaksınız şimdiden olukları yapmaya başlayın. Ne kadar oluk lazım, önceden hesap edin, fazla ağaç kesmeyin.
-Kesmeyiz beyim.
-Pırpır Ali, hepimize çay ver bakayım… Gelelim ikinci konuya
-Hangi konuya beyim?
-Selin verdiği zarara!
Yine birbirlerine baktılar.
-Gelecek mahsule kadar ne kadar patates ne kadar fasulye ve ne kadar lahana lazım hepsini hesap edin kahyaya verin. Ne fazla olsun ne de az. Hepinizin zararı karşılanacak.
-Çok sağ ol beyimiz. Allah seni başımızdan eksik etmesin.
-Bir şey daha var, yolun tahrip olan yerlerini düzeltin.
-Hemen yarın başlarız, dedi Çulsuz Ömer.
-Haydi kalın sağlıcakla, çaylarınızı için erkenden eve gidin, yarın da çalışmaya başlayın.
-Çok sağ ol beyim, hiç merak etme sen.
(Devamı var)