Yağmur, Çit Deresinden sel gelmesine neden olurken köylere giden yollarda da büyük tahribat yapmıştı. Şanalar’daki ağaç köprünün dışında bütün köprüler yıkılmıştı. Patika yollarda oluşa derin çukurlar köylere ulaşımı engelliyordu.
Yapılan sala Gülizar’ın cansız bedenini koydular. Cemal’in evden getirdiği örtü ile üstünü örttüler. Köye ulaşmak için Çit Deresi’nin üzerine kesilerek devrilen kavak ağacının üstünden geçmek gerekiyordu.
-Komşular, dedi Giresunlu Şükrü, iki kişi öne geçsin. İki kişi de arkada kalsın. Kavak ağacı üzerinden Salı karşıya dikkatlice geçirmemiz gerekecek. Haydi, kaldırın Salı.
Çok dikkatlice Salı karşı yakaya geçirdiler. Mıcık Mustafa ile Golov Mehmet önde, Pırpır Ali ile Dedelerin Sabri arkada salı kaldırdılar. Giresunlu Şükrü Salih Bey’in koluna girdi. Yavaş yavaş yürümeye başladılar. Patika yoldan adeta eser kalmamıştı. Zor şartlar altında ilerliyorlardı. Neden sonra Şeytan Kayalıklarına geldiler.
-Burada biraz dinlenelim, dedi Giresunlu Şükrü.
Salı, yavaşça yere koydular. Salih Bey, bir yıkılan köprünün yerine bir de salın içerisinde yatan Gülizar’a bakıyordu. Köprüden geçmeden önce konuştukları geldi aklına…
Akşam karanlığı çökmek üzereydi. Giresunlu Şükrü, uyarıda bulundu:
-Komşular, karanlık çöküyor. Işığımız yok. Yolun durumunu bilmiyoruz. O Nedenle karanlığa kalmayalım, gidelim, dedi.
Zermut yol ayrımına geldiklerinde Guş Neneyi oturur, Zekiye’nin de eşeğin yularını tutarken gördüler. Gelenleri gören Guş Nene, dizlerine kuvvet vererek ayağa kalktı. Salih Bey’i görünce kucakladı.
-Başın sağ olsun Salih Bey oğlum. Asım Çavuş’un ölümüne çok üzüldüm.
Herkes olduğu yerde dondu kaldı. Kimsenin kıpırdayacak hali yoktu. Salı yavaşça yere bıraktılar. Kimse konuşmuyordu. Salih Bey, gözlerini Giresunlu Şükrü’ye dikti. Kırpmadan bakıyordu.
-Ben de bilmiyordum beyim.
-Sen ne dedin Guş Nene?
-Kötü bir şey söylemedim bey oğlum, başın sağ olsun, Asım Çavuş’un ölümüne çok üzüldüm dedim.
-Babam da mı Şükrü amca?
-Maalesef beyim.
Salih Bey’i daha fazla tutamadı Giresunlu Şükrü. Oldukları yere çöktüler.
-Ben bu iki acıya nasıl dayanacağım Allah’ım?
-Allah’tan gelene karşı konulmaz beyim.
-Nasıl öldü babam Ali?
-Nasıl söyleyeyim beyim… Şahım konağa geldiğinde seni üzerinde göremeyince olduğu yere yığıldı kaldı, ebe kadın Gülsüm ne yaptı ise bir daha geri dönmedi beyimiz.
-Allah’ım, sen sabır ver… Şükrü amca, ben ne yapacağım? Bir yanda babam, bir yanda Aslan bebemin anası… Nasıl dayanırım ben bu acıya?
-Canı veren de Allah, alan da Allah beyim… Biz aciz kullarının elinden bir şey gelmez, sabredeceksin.
-Ben bu acıyla nasıl yaşarım Şükrü amca?
-Sabret beyim, sabır en güzel ilaçtır.
Guş Nene, Pırpır Ali’ye yaklaştı:
-Salda kim var?
-Beyimizin eşi Guş Nene
-Deme?
-Öyle nenem öyle.
Karanlık tam çökmüştü ki, köye vardılar. Hava gittikçe serinliyordu. Sonbahar akşamlarının serinliği vardı. Erkekler dışarıda, kadınlar ise salonda oturuyorlardı. Çevirmenin kapısı açıldı. Önde eşeğe binmiş haliyle Guş Nene, arkasından Gülizar’ın cansız bedeninin yattığı salla birlikte köylüler içeri girdiler.
Salih Beyi gören Kırçılın Süleyman koşarak Salih Beyin yanına geldi. Bacakları titriyordu, kendini zorlayarak sordu:
-Sal… Gülizar?
Giresunlu Şükrü ile göz göze geldi. Başını salladı Giresunlu Şükrü.
-Gülizar, diye bağırdı ve olduğu yere çömeldi. Herkes, kadın, çoluk çocuk neye uğradığını şaşırdı. Pırpır Ali ve köylüler omuzlarında tuttukları Salı bir türlü indirmiyordular.
Gülbahar Hatun, koşarak dışarı çıktı. Lüksün ışığından oğlu Salih’i görünce boynuna sarıldı.
-Ana…Babam…
-Can oğul…Gülizar…
Herkes ağlıyordu…Koca Yusuf Dede bile bu acıya dayanamadı. Gözyaşları sakallarının üzerinden yere damladı. Çok büyük acıydı… Bir evden iki cenaze…
-Boş bir odaya koyun Gülizar sultanımızı…Ağlayın canlar…Tutmayın gözyaşlarınızı…Güzel insanların arkasından ağlamak sevaptır…Yüce rabbim gözyaşlarını sadece gözler için vermemiştir…Ağlayasınız diye de vermiştir. Bu acı hepimizin… İki güzel insanı kaybettik. Gözyaşlarınızı akıtın ama sabredin…
Zermut ağlıyordu…Dağlar taşlar sus pustu. Kadın-erkek, çoluk çocuk ağlıyordu. Zermut’ta gözyaşları sel olmuştu adeta… Çit Deresi’nden gelen sel ne idi Zermutluların gözyaşlarının yanında…Zermut’un beyi Asım Çavuş, oğlu Salih beyin çoban kızı karısı Gülizar yoktu artık…
Karabaş, kulübesinin önünde acı acı uluşuyordu. Onun ulumasına ebe kadın Gülsüm, birden Aslan bebeği hatırladı. Koşarak yanına çıktı, Aslan bebek de ağlıyordu…Emziği ağzına götürdü ama nafile emmiyordu Aslan bebek…Kundağını açtı, altı kirlenmişti. Güzelce temizledi, kundağını değiştirdi ama hala emzik emmek istemiyor, ağlıyordu.
Aslan bebeğin sesi duyulur oldu konağın önünde…Bir kez daha gözyaşları sel oldu… Aslan bebe anasız, dedesiz kalmıştı… Hilmiye kadın, yeni doğum yapmış Cemile’nin yanına geldi. Duyulur bir sesle:
-Cemile, bebek ana sütü ister, sen bir yanına çıksan da meme versen.
-Olur abla.
Ebe kadın Gülsüm, bir türlü susturamıyordu Aslan’ı. Cemile:
-Abla ben geldim. Meme versem emer mi acaba?
-Deneyelim Cemile.
Cemile, Aslan’ı kucağına aldı. Memesini ağzına götürdü. İlk anda başını sağa sola çeviren Aslan, daha sonra iştahla emmeye başladı.
-Cemile, dedi ebe kadın Gülsüm, bundan sonra süt annesi ol Aslan bebenin.
-Olur abla.
Aslan, emerken uyudu, yavaşça beşiğe koydular. Üstünü örttüler. Olanlardan habersiz derin uykudaydı Aslan bebe.
Kırçılın Süleyman karısını kaybetmenin ardından, gözü gibi bakıp sevdiği kızını da kaybetmenin acısını yaşıyordu. Koca Yusuf Dede’nin bir yanında Salih Bey, diğer yanında Kırçılın Süleyman oturuyordu. Her ikisinin de omuzuna atmıştı kollarını Koca Yusuf Dede. Kimse konuşmuyordu, bıçak açmıyordu ağızlarını.
-Canlar, beni dinleyin, dedi Koca Yusuf Dede. Sesi karşıki dağlarda yankılanmıştı sanki, gecenin karanlığını delercesine. Bütün gözler ona çevrildi.
-Acımız çok büyük elbet. Yüce Rabbim çok sevdiğimiz iki canımızı aldı. O verdi, o aldı. Yarın O’nun izniyle her ikisini ebediyete yolculayacağız. Sizden isteğim, metanetli olmanızdır canlar. Bebesi olanlar, küçük çocuğu olan kadınlar evlerine gitsinler. Bebelerini baksınlar, yatırsınlar. Bizler de içeri girelim, hava soğudu.
(Devamı var)