Salih Bey Köprüsü (73)

Konakta Gülbahar Hatun, Salih Bey, Kırçılın Süleyman, ebe kadın Gülsüm, Şakir Mustafa ile Cemile kadın vardı. Ortadaki soba gürül gürül yanıyordu. Gündüzleri her ne kadar güneş kendini gösterse de güneşin batmasıyla birlikte soğuk hava etkili oluyordu. 

-Mustafa, dedi Salih Bey, seni ve eşini buraya kadar çağırdığımız için kusura bakma.

-Ne demek beyim ne zaman istersen çağırabilirsin, koşa koşa geliriz.

-Sağ olun. Cemile kadın büyük fedakarlık göstererek öksüz kalan bebeğimize süt annesi oldu. O nedenle ona da sana da minnettarız. 

-Estağfurullah beyim.

-Öyle öyle Şakir Mustafa. O acı günümüzde bebeğimizin başından ayrılmadı. Yoksa onu da kaybedebilirdik. Benim size bir önerim olacak Şakir Mustafa.

-Buyur beyim?

-Anamla da konuştuk. Konağımız müsait. Konağımızın bir odasını size verelim. Bir aile olalım. Cemile kadın devamlı evde bulunsun. Sen de bizim yanımızda çalış derim. 

Şakir Mustafa ile Cemile kadın göz göze geldiler. Cemile “olur” şeklinde başını salladı.

-Yük oluruz size beyim. Hem bizim de küçük bebemiz var. 

-Bir kere bize yük olmazsınız Şakir Mustafa. Küçük bebenizin olması da güzel. Her iki bebek de kardeş kardeş büyürler. Sen de ister Süleyman’ın yanında ister Seyis Murat’ın, istersen Kahya Kerim’in yanında çalışırsın. Hangisinin yanında çalışmak istersen çalış. Ayda da belirli bir para alırsın. Ne dersin?

-Bize dünyaları bağışlarsın beyim. 

-Yanda müstakil bir oda var. Orada kalırsınız, zaman zaman gider evinizi de kontrol edersiniz.

-Olur beyim, siz nasıl uygun görürseniz. 

-Yanlış anlama Şakir Mustafa, sizi zorunlu tutma diye bir niyetimiz yok. Sadece Aslan bebeğimizi düşündüğümüzdendir. 

-Yok beyim, aslında bizi düşündüğünüz için çok sağ olun, seve seve kabul ediyoruz.

-Sağ olun, dedi Gülbahar Hatun, evden çamaşırlarınızdan başka bir şey getirmenize gerek yok. Kalacağınız oda hazır. Sizin bebenin de beşiğini getirin. Sahi adı ne idi?

-Ne yalan söyleyeyim Gülbahar ana, Cemile adı ‘Gülizar’ olsun dedi, ben de kabul ettim.

Gözleri dolan Gülbahar Hatun:

-Desene bir Gülizar gitti bir Gülizar geldi. Allah analı babalı büyütsün. Kaderi Gülizar’ım gibi olmasın.

-Amin, dedi Cemile kadın, biz gidelim Gülbahar anam, yarın geliriz.

-Olur, kızım. Çok sağ olun.

Şakir Mustafa ile Cemile kadın, “iyi akşamlar” diyerek çıktılar. Salih Bey, bu kez Kırçılın Süleyman’a bakarak:

-Baba, yayla işini ne yapıyoruz?

Süleyman biraz durakladıktan sonra:

-Beyim, bana baba deme. Bana Süleyman de. Sen bir beysin. Ben senin kayınpederin olabilirim ama ne olur bana adımı söyle. 

-Olmaz, dedi Salih Bey.

-Olur Salih oğlum. Süleyman doğru düşündü, sen bir beysin.

-Peki, sizin dediğiniz olsun. Ne zaman göçeceğiz yayladan?

-Yarın sabah yaylaya gideceğim. Belki yaylada kalırım. Göçümüzü toplayıp, sürüyle döneceğiz beyim.

-Ben de gideceğim, dedi ebe kadın Gülsüm.

-Sen niye gidiyorsun?

-Yaylayı görmedim ana, gidip göreyim dedim.

-Olsun, git, birlikte dönersiniz.

Xxx

Konağın kapısı çalındı. Herkes birbirine baktı. 

-Akşamın bu vaktinde kim olabilir, hayırdır inşallah.

Salih Bey, kapıyı açtı, kapıda Kahya Kerim ile Tilki Kadir dikleniyordu.

-Hoş geldiniz, boş gelmediniz umarım. 

-Boş gelmedik beyim, dedi Kahya Kerim, ama olanları kasabada duyduk, çok üzüldük, hepimizin başı sağ olsun.

Gittiler Gülbahar Hatun’un elini öptüler. Tekrar baş sağlığı dilediler.

-Oturun da anlatın bakalım, ustaları getirdiniz mi?

-Getirdik beyim dedi Tilki Kadir.

-Neredeler?

-Arazların otele yerleştirdik, dedi kahya.

-Malzeme de getirdiniz mi?

-Evet beyim, Hayri Ağanın hanına yerleştirdik. 

-Kahya, kendine de al, hepimize çay ver, yoldan geldiniz, çay için gidin evinize yatıp dinlenin, yarın geniş geniş konuşuruz.

Xxx

Sabah kahvaltılarını birlikte yaptılar. Ebe kadın Gülsüm, sofrayı topladı. Kırçılın Süleyman ayağa kalkarak:

-Biz gidiyoruz beyim, bu akşam yaylada kalır, yarın yayladan göçeriz.

-Olur Süleyman.

Ebe kadın Gülsüm ile dışarı çıktılar. Seyis Murat’ın Karaca’nın tuttuğu dizginlerini aldı, çevirmeden çıktılar. Köyün çıkışına kadar yürüdüler. Çıkışta, Kırçılın Süleyman ata bindi. Binek taşına çıkan ebe kadın Gülsüm’ü de terkisine alarak Karadüz yokuşuna vurdular. Ebe kadın Gülsüm, düşmemek için kocasına sıkı sıkı sarılıyordu.

-Ne o korkuyor musun Gülsüm?

-Yok Süleyman, bugüne kadar hep eşeğe bindim, ata binmediğim için düşebilirim diye sana sarılıyorum. Sarılmayayım mı?

-Sarıl sarıl, sıkı tutun. Her nedense attan düşen ölmedi de eşekten düşen öldü derler. 

-Sen hiç düştün mü?

-Yok düşmedim. Ben, ata bir senedir biniyorum. Asım beyimiz vermişti bu atı bana. O zamana kadar hep eşekle yük taşıdım, eşeğe bindim ben de senin gibi.

-Asım Çavuş, çok has bir adamdı. Bizim evlenmemize o neden oldu biliyorsun değil mi?

-Biliyorum Gülsüm.

-Gerçekten benimle evlenmek istedin mi yoksa Asım Çavuş istedi diye mi evlendin?

-O nasıl söz Gülsüm, elbette ki kendi isteğimle evlendim.

-Evin işlerini yapayım diye mi evlendin yoksa?

-Nasıl soru bu Gülsüm? Bir hayat arkadaşım olsun istedim, dertleşeceğim, konuşacağım. Başım ağrıdığın da başıma ıslak mendil koyacak bir hayat arkadaşım olsun istedim. Kızım da evlendikten sonra çok yalnız kaldım. Kızım benimle olduğunda bir ihtiyaç duymuyordum. Ama o evlendikten sonra iyice yalnız kaldım. Evlenmeyi düşünmüyor değildim, düşünüyordum ama kiminle evleneceğime karar vermemiştim. Kısmetim sen oldun.

-Benim kısmetim de sen oldun Süleyman, iyi ki evlendim seninle.

-Ben de Gülsüm.

Konuşa konuşa Limni Gölüne kadar geldiler. Ebe kadın Gülsüm, gölü görünce:

-Süleyman bu ne kadar güzellik. Hele dur, inelim. Atımız da biraz dinlensin.

-Olur Gülsüm.

Attan indiler. Gölün kenarına kadar Gülsüm, hala solmayan çiçekleri görünce:

-Gerçekten çok güzel Süleyman.

-Sen burayı bir de baharın gör, bin bir renkli çiçekler açıyor gölün çevresinde.

-Getirirsin beni baharın buraya değil mi Süleyman?

-Kısmet olursa getiririm Gülsüm. Buranın ayrıca çok güzel bir öyküsü vardır.

-Ne olur anlat Süleyman.

-Çok uzun Gülsüm.

-Olsun, acelemiz yok, hele ne olur anlatıver.

Süleyman Limni Gölü’nün hikayesini anlattıkça, ebe kadın Gülsüm duygulanıyordu. Hikayenin sonunda ise yanaklarından aşağıya giden göz yaşlarını tutamadı.

-Ne oldu ağlamışsın?

-Çok duygulandım.

-Her dinleyen duygulanıyor Gülsüm.

-Gerçekten çok ilginç, ilginç olduğu kadar da acı dolu.

Xxx

Ortada küçük soba hafiften yanıyordu. Salih Bey, konakta kendisine ait küçük çalışma odasında Kahya Kerim ve Tilki Kadir ile bir araya geldi. Kahyaya ne yaptıklarını anlatmasını istedi.

-Beyim, dedi Kahya Kerim, kasabadan bildiğiniz gibi Deli Kadir ile önce Erzurum’a daha sonra da Horasan’a geçtik. Söylediğiniz gibi Aras ya da Velibaba köylerinden birilerini aradık. Kapısında ‘Velibaba Kıraathanesi’ yazılı bir kıraathaneye girdik. Bize çay getirdiler. Çay getirine ‘Biz kemer köprü yapan usta arıyoruz’ dedik. Adı İsmail olan çayı getiren, ‘Tam yerine geldiniz. Şu köşede oturan baba oğul var ya işte onlar kemer köprü ustasıdırlar’ dedi. Çok sevindik, erkenden usta bulduğumuz için. Masamızdan kalktık, baba oğulun yanına gittik. ‘Selam’ verdik. Selamımızı aldılar. Bize ‘Buyurun, oturur’ dedi daha sonra adını öğrendiğimiz baba Hüseyin. Oturduk. Kendilerine, Gümüşhane’den geldiğimizi ve kemer köprü yapan iki usta aradığımızı söyledik.

Baba Hüseyin:

“-Hele oturun, bir çayımızı için, uzak yoldan geldiniz, yorgunsunuzdur. Siz, buranın yabancısınız, karnınız da açtır, yemek yiyelim, konuşuruz” dedi.

-Çok şanslıymışsınız kahya.

-Öyle beyim.

-E, sonra?

-Karnımızın tok olduğunu, gelirken yolda yediğimizi söyledik. Baba Hüseyin, ‘Gümüşhane’yi bilirim. Oranın Çit Deresi diye bir deresi var. Orada Haviyana Deresi üzerine kardeşim Zülfikar ile kemer köprü yapmıştık, yıllar önce’ demesin mi?

-Şu işe bak, ne rastlantı Kahya Kerim?

-Öyle beyim. 

-Devam et, bayağı meraklandım.

-Baba Hüseyin, ‘Kardeşim rahmetli oldu. Burada usta tek olarak ben kaldım. Oğlum Mustafa da çırağımdır’ dedi. Bize, ‘Siz Gümüşhane’nin neresine köprü yaptıracaksınız’ diye sorunca, ‘Sizin köprü yaptığınız yerin az aşağısına’ deyince, ‘Şeytan Kayalıklarına mı’ diye sormasın mı?

-Nereden biliyor Şeytan Kayalıklarını?

Tilki Kadir, söze karıştı:

-Beyim, onlar Haviyana köprüsünü yaparken, Şeytan Kayalıklarından geçerken çok zorluklarla karşılaşmış ve her defasında ‘buraya bir kemer köprü şart’ diye uyarmışlar. Biz de evet Şeytan Kayalıklarına yaptıracağız, dedik. Bize ‘Sonunda aklınız başınıza geldi’ demesin mi?

-Haklı adam. Peki sonra?

-Bizimle, baba oğul gelmesini ve köprüyü yapmasını istedik. Kendilerine maddi manevi her türlü olanağın sağlanacağını söyledik. Arabayla geldik, alınacak malzeme varsa arabamızla götürebileceğimizi söyledik. Baba oğul teklifimizi kabul ettiler. Lazım olacak malzemeleri aldık. Bir gece kaldık. Ertesi gün yola çıktık. Kasabaya da geldiğimiz de onları Arazlar’ın oteline yerleştirdik.

-Çok güzel iyi iş başardınız. Şimdi Kahya sen Şahım’ı, Tilki Kadir sen de atını alıyorsun ve onları alıp buraya getiriyorsunuz.

-Tamam Beyim.

(Devamı var)

YORUM EKLE