Pırpır Ali’nin kahvesinde bu akşam da soba gürül gürül yanıyordu. Köylüler ise yavaş yavaş toplanıyordu. Kahveye gelen herkese çay veriyordu Pırpır Ali. Muhtar Temel ise biraz düşünceli görünüyordu. Cebinden çıkardığı tabakasından oldukça kalın bir sigara sardı, dili ile ıslattı, yapıştırdı. Sigarayı ağzına götürdü. Yakmak için cebinde çakmağını aradı, bulamayınca da “herhalde evde bıraktım” dedi kendi kendine. Pırpır Ali, çakmakla yanına geldi.
-Al muhtar emmi sen de kalsın.
-Yakayım, Ali, benimkini evde unuttum herhalde. Giderken bırakırım.
-Kalsın, ben de bir tane daha var.
Uzak köşede oturan Deli Sabri:
-Arkadaşlar, çoktandır Kötünün Hüseyin’i göremiyorum, sizden gören var mı?
-Nereden göreceğiz? Kış yaklaşıyor. Kar yolları kapamadan köy köy dolaşıyor zavallı.
-Onun işi de zor.
-Zor tabi.
-Niye zor olsun ki, bire alıp beşe satıyor.
-O kadar da değil Deli Sabri. Sen olsan bire on katar satardın, gerçi onun yaptığı işin onda birini sen yapamazsın, ağzına gözüne bulaştırır bir ay içinde iflas edersin.
-Kim ne derse desin, Kötünün Hüseyin, hak ettiğinin üzerinden para almıyor. Adamcağız, gece gündüz yollarda, onun yaptığı işi hiçbirimiz yapamayız.
-Doğru dersin Tilki Kadir.
Mıcık Mustafa, oturduğu yerden kalkarak muhtar Temel’in yanına geldi. Masa üzerinde duran tabakayı eline aldı.
-Bir tane de ben sarayım mı muhtar emmi?
-Sar Mustafa.
-Sormak ayıp olmasın da seni bu akşam düşünceli görüyorum.
-Biraz öyle Mustafa.
-Hayırdır, nedir sıkıntın muhtar emmi?
-Sonra anlatırım Mustafa.
-Sen bilirsin muhtar emmi.
Kahvehanenin kapısı açıldı. Salih Bey, arkasında kahya Kerim ile seyis Murat içeri girdiler. Kahvedekiler ayağa kalktılar.
-Yapmayın, dedi Salih Bey, benden büyük olanlarınız var, benim yaşımda olanlarınız var, benden küçükleriniz var. Ayağa kalkmayın. Ben de sizden biriyim, sizlerden hiç farkım yok. Bir daha olmasın. Ben Asım Çavuş’un oğlu Salih’im. ‘Bey’i sizler eklediniz. Bu köyde doğduk, bu köyde büyüdük. Bir daha sakın yapmayın. Haydi şimdi oturun.
Pırpır Ali, Asım Çavuş’un oturduğu yeri gösterdi Salih Bey’e.
-Yok, dedi, Salih Bey, ben şöyle muhtarın yanına oturayım.
Muhtar Temel ile Mıcık Mustafa ayağa kalkacak oldular. Her iki elini omuzlarına koyarak:
-Az önce ne dedim ne tez unuttunuz. Hele sen muhtar emmi, bu köylü bana değil sana saygı duymalı.
-Olur mu beyim?
-Olur muhtar emmi olur.
Pırpır Ali, durur mu hemen sordu:
-Kahve mi çay mı beyim?
-Çay Pırpır Ali çay.
-Hemen beyim.
Salih Bey, gelen çayı yudumlarken, herkese göz gezdirdi.
-Bakıyorum, hepiniz buradasınız.
-Siz çağırır da biz gelmez miyiz beyim?
-Ben köprü için toplanalım dedim Tilki Kadir. Hep birlikte gördük, köprümüz bitti bitecek.
-Allah senden razı olsun, dedi Golov Mehmet.
Hepsi bir ağızdan, “Amin” dediler.
-Allah sizden de razı olsun. Sizler, diğer köylüler olmasaydı bu köprüyü bir yılda bitiremezdik. Şimdi az bir işimiz kaldı. Ustaları bırakmadım. Köprünün her iki tarafına yapılacak duvarları bitirinceye kadar gitmeyin dedim. Onlar da kabul etti. Şimdi benim sizden isteğim, duvarları bitirinceye kadar taş ustası olan on köylümüzün onlarla birlikte çalışması.
-Hepimiz çalışırız, dedi Koş Kemal.
-Yok, beş usta babayla, beş usta da oğlu ile çalışacak. Böyle olursa bir haftaya kalmaz duvarlar ve içinin dolgusu bitecek.
-Tamam beyim, sen hiç merak etme, bizden yarın sabah on taş ustası, baba-oğlunun yanındayız.
-Oldu, siz kendi aranızda kararlaştırın, kalanlar ise yarın sabah burada olsun, yeniden konuşacağım burada kalanlarla.
-Bir çay daha vereyim mi beyim.
-Yok Pırpır Ali, sen komşulara çay ver. Şu parayı da cebine koy.
-Olmaz beyim.
-Olur Pırpır Ali, para al ki kahve açık olsun ama sigarayı da az içir, zehirleniyorsunuz.
-Söz dinletemiyorum ki beyim, fosur fosur çekiyorlar.
Xxx
Köylü kadınlar bu kez Emine kadının evinde bir araya geldiler. Köyde uzun yıllar süren bir gelenekti, köylü kadınların uzun gecelerde bir araya gelmek. Kocaları biliyordu eşlerinin sırayla birinin evinde toplandıklarını. Onun için onlar da Pırpır Ali’nin kahvesinde gece yarılarına kadar oturuyorlardı. Hele kar yağınca Pırpır Ali’nin kahvesinde bir araya gelmelerinden ne kadar mutlu oluyorsalar, eşleri de her akşam bir evde toplanmadan hoşlanıyordular. Çocuklar yaşlı kaynanalara teslim ediliyordu. Kaynana yoksa çocukları beraberinde getiriyordular. Yapılan dedikoduların “biri bin para” ediyordu. Bazen türkü eşliğinde yöresel oyunları da oynuyordular.
Emine kadın büyük bir tencere içerisinde haşlamış olduğu patatesleri bakır süzgece dökerek süzdürdü. Ladin ağacından yapılmış külekten büyük bir sahana lahana turşusu koydu. Kendi elleri ile yaptığı çökeleği de ayrı bir kaba koydu. Kilerden aldığı büyük bir ekmeği bıçakla dilim dilim kesti. Evin ortasına yamalı sofra bezini serdi. Ağaç sofrayı kurdu. Patatesleri büyük bir siniye dökerek sofraya koydu. Ardından ekmek dilimlerini, lahana turşusunu ve çökeleği koyarak, “Buyurun kızlar” dedi. Sofranın etrafı sarıldı. İştahla yemeye başladılar.
-Rüstem Çavuş iyi patates verdi köylüye.
-Rus kartolu kız.
-Ne Rus’u, şeytan görsün onların yüzünü.
-Öyle diyorlar.
-Beyaz kartol.
İçlerinde bekar ve genç olan Ayşe:
-Kartol değil, patates.
-Aman Allah, kartol ne zaman patates oldu?
-Öyle bunun adı patates.
-İyi ki bir şeyler öğrendin.
-Öğrenmek güzel. Geçen bizim herif kasabaya gittiğin de konuşuyormuşlar. Mustafa Kemal Atatürk paşamız, okuma-yazma kursları açmak için haber yollamış.
-Kurs ne ki kız?
-Ben de bilmiyordum, bizimki söyledi. Bir öğretmen gelecek. Köylülere okuma yazma öğretecekmiş.
-Aman, okuyup da ne olacak. gitmem kursa mursa.
-Ben giderim.
-Ben de
-Ben de.
“Ben deler” gittikçe çoğaldı.
Muhtar Temel’in karısı Emine kadın:
-Bizimki de söyledi. Kasabadan çağırmışlar bütün muhtarları. Kaymakam diyorlar, beyden daha büyük, onun dediğini kimse iki edemiyormuş. Bizimkinden hepimizin adlarını istemiş.
-Yazabildi mi bari?
-Yazdı tabi, o askerde öğrendi okuma yazmayı. Kara kara düşünüyor.
-Niye ki abla?
-Niye olacak, ha bu kış günü nerede öyle yer var ki kurs açılsın. Oturak lazım, masa lazım. Bir de kara tahta diye bir şey asıyormuşlar duvara, o da yapılacakmış.
-Kara tahta mı?
-O ne ki kız?
-Bilmem, öğretmen elinde tebeşir mi ne diyorlar onunla yazı yazıyormuş o tahtaya, onu okuyor, onu yazıyormuş kursa gidenler.
-Kaymakam, köyün nüfusuna göre kağıt kalem dağıtacakmış onun için de köylülerden para toplanmasını istemiş.
-Bizde para ne arar kız?
-Bizimki de hep onu düşünür dururmuş.
-Salih beyimize söylese ya?
-Nasıl söylesin, köprü yaptırıyor, ihtiyaçlarımızı karşılıyor, bir de para mı istenir?
-İstenir, o öyle bir bey ki verir anam verir.
-Verir.
-Hiç düşünmeden verir.
-Düşünmeden.
-O Asım Çavuş’un oğlu.
-Bir bey oğlu.
-Bey oğlu.
-Baba ve eş acısı var adam da nasıl söylenir?
-Muhtar emmi söylesin.
-Beyimiz kaçınmaz.
-Kaçınmaz.
-Valla kaçınmaz.
Xxx
Salih Bey, kahvehaneden ayrıldıktan sonra muhtar Temel:
-Komşular, beyimizin yanında söylemek istemedim.
Kahvedekilerin hepsi pürdikkat muhtara baktılar.
-Geçen gün kaymakam bütün köy muhtarlarını çağırdı. Bize, Ankara’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk paşamız ‘Herkes okuma-yazma öğrenecek, bunun için köylerde okuma-yazma kursları açılacak’ talimatını vermiş.
-Paşamızın emri başımız gözümüz üstüne, dedi Çulsuz Ömer.
-Doğru dersin de Çulsuz, defter kalem için kaymakam köylülerden para toplansın dedi bizlere. Gündüz erkekler, akşam da kadınlar kursa gidecekmiş.
-İşte bu olmadı, dedi Tilki Kadir.
-Neden olmazmış Kadir?
-Bizler gideriz de kadınların ne işi var canım, öyle şey olmaz. Sonra benim bildiğim Gazi paşamız öyle bir emir vermez.
-Gazi paşamız değil, kaymakam söyledi.
-Kaymakama ne ben ister karımı yollarım ister yollamam. Kaymakam ne karışır.
-Hele dur, dedi Koş Kemal, çok güzel, kahveye gelip sigara dumanının altında boğulacağımıza, dedikodu yapacağımıza, evde de herkes karısıyla o gün öğrendiklerine çalışır. Daha kısa sürede okuma yazma öğreniriz.
-Öyle de o büyüklükteki yer nerede Koş Kemal.
Koş Kemal, sağa sola baktı, kahvehaneye göz gezdirdi:
-Aha burası. Bu kahveden daha geniş yer mi olur?
-Doğru dersin.
-Doğru derim tabi Tilki.
Herkes Pırpır Ali’nin ne diyeceğini merak edercesine ona baktılar. O da herkese göz gezdirdi.
-Neden olmasın, Gazi Paşam emir verdikten sonra ona can kurban.
(Devamı var)