Atatürk Caddesi’nden her geçişimde içimi tarifsiz bir mutluluk kaplıyor. Şehirleşmenin, modern hayatın ve düzenli kentleşmenin zirve yaptığı bu bölgede adeta bir açık hava müzesindeyim!
Örneğin, tam caddenin ortasında duran kamyonet... Hani bazı şehirlerde araç trafiği aksamasın diye özel otoparklar, yük indirme alanları falan yaparlar ya, bizde öyle şeylere gerek yok. Biz pratik bir milletiz, kamyonet tam ortada durur ve hayat devam eder. Yetmedi mi? Buyurun, hemen yanına zarifçe yerleştirilmiş bir çöp tenekesi! İşte şehir estetiği dediğin budur. Her geçtiğimde kendimi Avrupa’nın dar sokaklarındaki nostaljik bir pazar yerinde gibi hissediyorum. O kadar özgün ve samimi bir hava ki, insanın eline bir pazar filesi alıp alışveriş yapası geliyor.
Ama durun, asıl gurur kaynağımızı unutmamak lazım! Bir lokantanın önünde başlayıp tam 50 metre boyunca uzanan özel otoparkımız var. Öyle çizilmiş, planlanmış bir otopark değil, işletmecinin gönlünden kopmuş, spontane gelişmiş bir çözüm. Arabalarını öyle bir ustalıkla park ediyor ki, adeta ‘burası benim, burası da komşunun’ diye sessiz bir anlaşma var. Belediyenin çizeceği otopark çizgilerine falan ne hacet! Zaten burası halkın yeri, halkın yolları, halkın park alanı!
İşte bu yüzden memleketimi çok seviyorum. Kuralların, planların, düzenlemelerin sıkıcılığına kapılmadan, her köşede bir sürprizle karşılaşarak yaşamak paha biçilemez!
Ne diyelim, şehircilik dersi almak isteyenler için Atatürk Caddesi her zaman açık. Buyurun gelin, ilham alın!
Allah klavyene zeval vermesin hocam, ne kadar doğru söyledin. Şehir dediğin böyle olur!