İslam’da barış konusunu iki kavram ekseninde ele almak mümkündür. Birisi, “İslam” kelimesinin de kökü olan “selm/selam/selamet”, diğer ise, “sulh”tür. Biz burada birinci kavram üzerinden konuya yaklaşacağız.
Selamet, dilimizde de kullanıldığı anlamıyla, zahirî (görünen) ve batınî (içeride olan) afet ve sıkıntılardan uzak olmayı ifade etmektedir. Günah kirlerinden, şirk ve küfürden uzak olan kalp için “selim/selamette olan kalb” ifadesi Kur’an’da (Şuara, 89) geçmektedir. Bu, işin batınî yönüyle ilgili. Bir de, zahirî yön var ki, bu da sağlık, afiyet ve emniyet içerisinde bulunmayı ifade ediyor. Bütün yönleriyle gerçek selamet, ancak cennette olacaktır. Çünkü orada ölümsüzlük vardır, fakirlikle son bulmayacak olan zenginlik, zillete dönüşmeyecek bir izzet, hastalıkla neticelenmeyecek bir sağlık vardır.
Selam Allah’ın bir ismidir aynı zamanda. Çünkü O, bütün kusurlardan, noksandan beridir.
İslam, selamete kavuşma yoluna girmektir. Allah Resûlü (sas) zamanın devlet yöneticilerine gönderdiği mektuplara “Eslim, teslem!” yani “Müslüman ol, kurtul!” ifadesini ekliyordu. İslam olmak, yani müslüman olmak selamette yaşamanın yegâne yoludur. Çünkü mahlukatı var eden Allah, bu âlemde emin ve salim olmayı kendine teslim olma şartına bağlamıştır. Fakat bu, onlara dünyada her türlü sıkıntıdan azade olma garantisi sağlamayacaktır. Zira Yüce Yaratıcı, dünyada kullarını türlü sıkıntılarla deneyeceğini, ebedî selamete layık olanların, bu musibetler karşısında doğru duruşa sahip olanlardan teşekkül edeceğini açıkça bildiriyor. Öyleyse dünyada İslam’ın selamet dini olmasının temeli imandır. İman eden selamettedir. Bu imanın gereği üzere mücadele eden selamet “yolunda”dır.
Evet, İslam “dosdoğru yol (sırat-ı müstakim)” ise hayat boyu bu yoldan yürümek insanı gerçek selamete götürecektir. İman ehlinin vermesi gereken mücadele, başta kendi içlerinden gelen ve ilahi iradeye aykırı olan isteklerle, nefisle ve şeytanla olduğu gibi manevî cephede; insanları hak yoldan alıkoyanlar, onları aldatanlar ve selametlerini bloke etmek için bin bir çeşit meydanda çalışanlarla da maddî cephede verilecektir. Madem “Allah selamet yurduna çağırıyor!” (Yunus 25), esenlik ve barış isteyenlerin gidecekleri yol böylece netleşmiş oluyor.
Demek ki dünyada selamet, iman üzere olmaktır. Allah için çalışmayı ciddiye almaktır. Bazılarının zannettiği gibi, bir insanın birden zengin olması veya dünyevî işlerde şansının yaver gitmesi, bir makama terfi etmesi asla tek başına bir selamet alameti değildir. Bunların hepsi inanan ve inanmayan herkese ilahi takdirin bahşettiği birer “imkân”dır, imtihandır.
Burası “müslim/müslüman” ferdin kendine bakan yönü. Bir de diğer mahlûkata ve insanlara bakan bir yönü var. Bu açıdan İslam, selamete giriş demektir. Bu da İslam’a giren herkesin diğerinden gelebilecek sıkıntıdan selamette olmasıdır. Böylece İslam, kendisine intisap eden insanı, muhatap olduğu canlı cansız her şey için güven kaynağı haline getirmeyi hedefler. Onun için, müslüman yalan söylemez, aldatmaz, arkadan iş çevirmez, gıybet etmez, vefasızlık etmez, “sana nasıl emrediliyorsa, o şekilde dosdoğru ol!” prensibine tâbi olur ve nefsanî arzularını kendisine din edinmekten uzak durur… Çünkü barışın ve barış insanı, yani müslüman olmanın yolu, ilahi iradeye aykırı şeylerle mücadeleden geçer.
SELAMET VE İSLAM