“Toplum sevgiyle kaynaşır, adaletle yaşar”
Farabi
Toplum adeta pimi çekilmiş bomba hüviyetinde her an patlayacakmış gibi şaşırmış, gerilmiş ve ne idüğü belli olmayan bir geleceğe doğru yol almaya devam ediyor. Gazetelerin üçüncü sayfa haberleri yüzde doksan dokuz küsur İslam memleketi olan yurdumuzda oluyor maalesef.
2019 Ağustos ayında öylesi cinnet, şiddet, şizofrenik vakalarla sarsıldık ki nasıl bir toplum haline geldiğimizin adeta açık bir nişanesi gibi.
Kırıkkale'de eski eşi tarafından boğazı kesildikten sonra kızının yanında can veren Emine Bulut’un;
"Ölmek istemiyorum" feryadı yürekleri dağlarken talihsiz yavrusu kızının bu esnada;
"Anne ne olur ölme" diyerek ağlaması tüm vicdan sahibi Türkiye’nin adeta ortak isyanı ve feryadı olmuştur.
Henüz bu acı yüreğimizde soğumadan Ümraniye’de cinnet geçiren bir kişi kendisini dokuz ay karnında taşıyan annesini, ağabeyini, babasını kurşuna dizmekten imtina dahi etmeyerek bu konuda bizleri derin muhasebelere gark etmiştir.
Hayvana, canlıya, insana, kendisine ve dahi mazlum olan her cana kıyan, tecavüz eden, taciz eden, acımayan ve hatta keyif duyan bu hastaları tedavi etmenin yolları aranmalı, çareler bulunmalı. Hadımsa hadım, idamsa idam, iğneyse iğne, zehirse zehir. Unutulmamalıdır ki;
“Mazlumu korumanın çaresi zalimi yok etmekten geçer.”
“Artık yeter” diyerek ortak bir isyan içinde olan toplumumuz hal çarelerinin bir an evvel yüce meclisten, devlet büyüklerimizden beklemeleri kadar haklı ve normal olan bir şey var mıdır. Dinden, imandan, ahlaktan ve dahi güzel hasletlerimizden geri bıraktığımız, uzaklaştırdığımız, öcü gösterdiğimiz evlatlarımız kendi anne ve babalarının katilleri olmaya devam edeceklerdir. Bunun önünü almanın tek hal çaresi eğitim, eğitim ve yine eğitimden geçmektedir.
Okuyan ama okuduğu ile amel etmeyen bu toplumun fertleri olan bizler maalesef iltiması, bendenciliği, torpilciliği, liyakatsizliği hak görüp adaletsizliğin temellerini atarken aslında ülkemizin saadetinin altına dinamit yerleştirdiğimizin farkında bile değiliz.
Okuyan, mühendis olan, öğretmen ve dahi doktor olanların bile cinnet içinde olduğu, liyakatsizliğin zirvelerde yer alırken hak edenlerin geri plana itildiği, her türlü pisliğin, kumarın, içkinin, uyuşturucunun, sapıklığın, tecavüzün ve dahi tacizin şakşaklandığı bu toplumdan başka ne beklenebilir ki?
Değerler eğitimi verilmeyen, anne ve babaların huzurevlerine (!) terk edildiği, haklının değil haksızın kayrıldığı bir düzende elbette mutlu yarınların hayallerini kurmak da güç olsa gerek.
Çaresi var elbette. Titreyip kendimize döneceğiz en kısa zamanda. Yunus misali önce ilim bileceğiz, sonra kendimizi bileceğiz, kendimizi bildikten sonra ait olduğumuzun toplumun yapısını öğreneceğiz ki insan gibi yaşayacağız.
Evlatlarımızı şizofren olan bu toplumun menfiliklerinden uzak tutarak müspet olanlara yönlendirmenin gayreti içinde olacağız. İşte o zaman mutlu ve umutlu bireyler olarak yarınlarımıza daha başka bir ümitle sarılacağız.
ÖNEMLİ NOT: Toplum adeta psikolojik buhran geçirirken PSİKOLOG olanların işsiz olması akıl kârı değildir. Rehberlik ve Araştırma Merkez’lerinde kadrosu bulunan ancak atanmayan psikologların acilen atanmaları bir nebze çare olacaktır. Ve hatta bugün Aile Hekimliği uygulamasına benzer Aile Psikolog Merkezi acilen hayata geçirilmelidir.