TBMM’de Yeni Anayasa maratonu tüm hızıyla devam ediyor. Konu ile ilgili olarak Ak Parti Ar-ge Başkan Yardımcısı, 25.Dönem Ankara Milletvekili, Değerli Hemşerimiz Sn. Mahmut Sami MALLI ile konu hakkında söyleşi yapma fırsatımız oldu. Çoğumuzun kafasının içinden geçen soruları sizler için sorduk:
Sn. MALLI, Yeni anayasa gerekli mi, Yeni anayasa ile hangi konular temelde çözüm bulacaktır?
Bilindiği gibi mevcut anayasamız 1980 askeri darbesinden sonra, bu darbeyi gerçekleştiren askerlerin silahları altında yazılmıştır. Dolayısıyla bu anayasa tamamıyla bir darbe ürünüdür diyebiliriz. Çünkü ortaya çıkan “aslında hepimizin bildiği gibi bilinçli bir şekilde çıkarılan” bir kargaşa ortamında o dönemin muvazzaf askerleri devletin yönetimini bir oldu bittiye getirerek hukuksuz bir şekilde el koymuşlardır. Devletin yönetim gücünün yani milletten aldığı egemenlik yetkisinin hukuksuz bir şekilde gaspı sonucu mevcut anayasa lağvedilmiştir. Halkın iradesi sonucu görevi üzerinde bulunan hükümet düşürülmüştür ve hiyerarşik bir müdahale sonucunda o dönemin Genelkurmay Başkanı olan Kenan Evren hiçbir yetkiye dayanmayarak kendini cumhurbaşkanı ilan etmiştir. Ortaya çıkan bu darbe ortamında yönetimi ele geçiren askerler bir komisyon kurdurarak alelade bir şekilde 1982 anayasasını ilan ettirmiş, referanduma sunmuş ve yürürlüğe koymuşlardır. Peki, bir askeri darbe ürünü olan mevcut anayasamızın yerine neden yeni bir anayasa gerekmektedir?
15 Temmuz darbe girişiminin başarısız olmasıyla, 1982 darbe Anayasası’nın tamamen değiştirilmesi ile ilgili yeni bir fırsat doğmuştur. Bu fırsat aynı zamanda içerisinde imkân ve zorunlulukları barındırmaktadır. Zorunluluğu; 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yapılması gereken, darbecilere yönelik “arınma ve temizlik politikaları” ve devletin yeniden yapılandırılması ile ilgilidir. Arınma ve temizlik politikasının sadece ordu içinde darbeye kalkışan cunta ile sınırlı kalmaması gerektiği aşikârdır. Çünkü 15 Temmuz darbe girişimi askerin içerisinde yapılanmış bir cunta öncülüğünde gerçekleşse de bu cuntanın sivil kanadı daha güçlü ve geniş bir yapılanmaya sahiptir. Ordu içinde ve dışındaki yapılanması; ideolojik ve sapkın din anlayışı ile motive olan, pragmatik unsurlarla yapısı genişletilen, mesiyanik bir örgütlenme modelidir. Dolayısıyla arınma ve temizlik politikaları, güvenlik ve sivil bürokrasi başta olmak üzere; ekonomi, eğitim, sivil toplum vb. birçok alanı da ilgilendirmektedir. Bu açıdan bakıldığında devletin FETÖ’den arındırılması için topyekun bir temizlik gereklidir.
İşte tam da bu noktada devletin yeniden yapılandırılması zorunluluğu karşımıza çıkmaktadır. Yeniden yapılandırmanın iki boyutu bulunmaktadır:
Bunlardan ilki güvenlik, TSK, MİT ve emniyetin yeniden yapılandırılmasıdır. Bu yeniden yapılandırmanın bazı unsurları yasa ile mümkün olsa da örneğin Genelkurmay Başkanının konumunda olduğu gibi birçok konuda anayasal değişikliğe ihtiyaç vardır.
İkinci boyutu ise yargı başta olmak üzere sivil bürokrasi ile ilgili olan kısımlardır. Yargı ile alakalı yeniden yapılandırmaya yönelik anayasal değişiklikler, TBMM’de grubu bulunan üç siyasi partinin görüşmesiyle belirli bir olgunluğa gelmiş, süreç olumlu bir atmosferde devam etmektedir. Ancak yargıda yapılan değişikliklere benzer, pek çok kurumda yeniden yapılanma için anayasal değişiklik kaçınılmazdır.
Krizlerden söz edilmemesi, herkesin ve her kurumun görev ve sorumlulukları içinde hareket etmesi, taşların yerli yerine oturması, sözde değil özde demokrasinin yerleşmesi, hukukun üstünlüğünün vazgeçilmez ilke olarak hem gönüllere hem de kurumlara yerleşmesi için yeni bir anayasa hazırlanması zorunludur.
Bir AR-GE yöneticisi olarak Cumhurbaşkanlığı Sistemi ve Yeni Anayasa çalışmalarına yönelik toplumsal algı sizce nedir?
Bu soruya cevaben, demokratik bir yönetim sistemi olan Cumhurbaşkanlığı sisteminin Türkiye’de devlet-millet etkileşiminin en iyi şekilde sağlanması ve dolayısıyla otorite üretimi için en uygun siyasi mekanizma olduğu ileri sürülebilmektedir. Bunun en temel sebebi, Cumhurbaşkanlığı sisteminin siyasetin merkezinin demokratikleşmesini, yani siyasi mekanizmaların halkın iradesini devlete en iyi şekilde yansıtacak ve çıkarlarını koruyacak biçimde yeniden düzenlenmesini vaat etmesidir. Bu düzenleme;
Doğrudan halk tarafından seçimle içeriğinin belirlendiği bir başkanlık makamı üretecek,
Yürütmede çift başlılık sorununa bir son vererek olası hükümet krizlerinin önüne geçecek,
Halk iradesinin direkt olarak devlete yansımasını getirerek yürütme organının demokratik meşruiyetini artıracak,
Parlamenter sistemde karşılaşılan halk iradesinin siyasi mühendisliğe kurban gitmesinin önüne geçecek,
Toplumun vesayet karşısında konjonktürel ve lider odaklı bir siyasete olan bağımlılığına bir son vererek siyasetin gayrı şahsileşmesine katkı yapacak,
Seçilmiş atanmış dengesini seçilmişlerin lehine değiştirecek olan demokratik bir siyasi kurumsallaşmanın tesis edilmesini sağlayacaktır.
Ayrıca bütün bunların yanında Cumhurbaşkanlığı sistemi;
Yürütme ile yasama erklerini birbirinden net bir şekilde ayrıştırarak etkin, hızlı ve istikrarlı bir yönetimin zemininin oluşmasını,
Parlamentoyu özerk ve güçlü kılarak toplumsal farklılıkların korunmasını ve milletvekilliğinin kalitesinin yükselmesini,
Siyaset kurumunun etkili bir şekilde işler kılınması, üst bürokratik makamlarda devinim sağlanması ve siyasi partilerin toplumun merkezine yönelik siyaset yapmaya kanalize edilmesiyle siyaset dışı aktörlerin etkisinin olabildiğince sınırlandırılmasını,
Uzun vadeli projelerin hayata geçirilmesine olanak sağlayan bir yönetim modeliyle ülkede istikrar ve büyüme hedeflerini gerçekleştirecek bir siyasi merkezin oluşturulmasını,
Bir yandan yargının içe kapalı ideolojik yapısının kırılması ve demokratik kontrole açılmasıyla hukuk sisteminin toplum ile etkileşiminin artırılması, diğer yandan da yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesini uygulamaya koyarak hukukun üstünlüğünün el üstünde tutulmasını kapsamaktadır.
“Sistem tıkanır” iddiasının karşılığı nedir?
Son olarak, tıkanma iddiası da ülkede otorite eksikliğinden, yani Türkiye toplumunun siyasi- ideolojik olarak parçalanmış yapısından beslenmektedir. Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte Cumhurbaşkanlığı makamının ve parlamentonun karşıt siyasi eğilimlere sahip aktörler tarafından kontrol edilebileceği, böylece sistemin tıkanacağı ve ülkenin kaosa sürükleneceği öne sürülmektedir.
Böylesi bir tıkanmanın ABD gibi ülkelerde de yaşandığı ancak bir şekilde aşıldığı vurgulanırken, Türkiye’de muhtemel bir sistem kilitlenmesi durumunda bunun üstesinden gelmenin pek mümkün olmayacağı dillendirilmektedir. Bu iddiaya içkin özcü kültürcü bakışı şimdilik bir kenara koyacak olursak, ABD ile Türkiye’yi ayıran asıl hususun kültürel olmaktan ziyade siyasal olduğunu söylemeliyiz. Başkanlık sistemi ile yönetilen ABD, tıkanma sorununu aşacak mekanizmalar geliştirebilmektedir, çünkü toplumda farklı görüşler arasındaki ilişki “düşmanlık” boyutuna varmamaktadır. Taraflar ortak bir etik siyasi zemin üzerinde birbirilerini “rakip” olarak kabul etmektedirler. Bu durum “ortak iyi”yi arama ve bir uzlaşı noktası bulmalarını mümkün kılmaktadır. Bunu sağlayan ABD’de sağlam bir otoritenin zamanla inşa edilmiş olması ve yerli yerinde olmasıdır. Türkiye’de ise otoritenin bu denli yerli yerinde olmayışı, yani ortak zemin eksikliği toplumdaki farklı görüşlerin birbirlerini “düşman” olarak görmeleri, yani uzlaşmaya yanaşmamaları ve birbirlerine güvenmemeleridir. Siyaset dolayısıyla “ortak iyi”nin tartışılması ve ulaşılması etrafında değil, sert bir siyasi mevzi tutma mücadelesi şeklinde gerçekleşmektedir. Tıkanma iddiasının ikna edici olabilmesi için, sistemin kilitlenmesi durumunun sadece başkanlık sistemine has bir durum olduğu ve parlamenter sistemde yaşanmayacağı ya da yaşansa bile bir şekilde aşılabileceğinin gösterilmesi gerekmektedir. Oysa açık bir şekilde gözlemlenmektedir ki, toplumsal ortaklığın ve otoritenin zayıf olması durumunda parlamenter sistem de bir noktada tıkanmakta ve işlerliğini kaybedebilmektedir. AK Parti’nin parlamenter sistem içerisinde “hâkim parti” olarak ülkeyi yönettiği son on yıllık dönemde, muhalif siyasi grupların hükümete karşı bir siyaset olarak parlamentoyu tıkama ve bloke etme kartını oynadığı gözlemlenmektedir. Bu dönemde meşhur 367 krizinde açıkça görüldüğü gibi muhalefetin parlamenter sistemi tıkama girişimleri siyasi seçenekler arasında yer almıştır. Bu noktada, ideolojik kutuplaşmanın yol açtığı sistem tıkanıklığı parlamenter sistem içi mekanizmalarla değil, hükümetin gerektiğinde sine-i millete dönmesiyle aşılmıştır. Başkanlık sistemi içerisinde de aynı şekilde, yasama ve yürütme organlarını belli durumlarda birbirlerinin seçimlerini yenileme yetkileriyle donatarak ya da yukarıda zikredilen seçimlerin yenilenmesine gerek kalmadan sorunun aşılmasını sağlayacak mekanizmalar geliştirerek tıkanma sorunu bertaraf edilebilir. Bu çıkış noktası, AK Parti’nin 2012’de sunduğu yeni anayasa önerisi çerçevesinde de vurgulanmıştı.
Özetle, Cumhurbaşkanlığı sistemine yönelik otoriterleşme, bölünme ve sistemin kilitlenmesi itirazları bu sorunları ortaya çıkaran asıl yapısal problemi göz ardı ederek, Cumhurbaşkanlığı sistemine yüklenmektedirler. Otoritenin, ortak toplumsal zeminin ve “ortak iyi” arayışının zayıflığı veya olmaması durumunda benzer sorunların parlamenter sistemde de görüleceği aşikârdır. Dolayısıyla, parlamentarizmin toplumsal demokratik istikrar konusunda Cumhurbaşkanlığı sistemine karşı herhangi bir üstünlüğü yoktur. Daha da ötesi, Türkiye gibi geçiş toplumlarında parlamenter sistemin toplumsal parçalanmayı ve çatışmayı kurumsallaştırarak yönetimde istikrarı sekteye uğratmak gibi bir risk taşıdığının da altını çizmek gerekir. Başkanlık sistemi bu anlamda, toplumda tarafları istikrar adına ortak bir noktaya yönlendirmek ve toplumsal otoritenin inşası için gerekli şartları hazırlamak gibi pozitif bir rol üstlenebilir. Son olarak, başkanlık sistemine toptan karşı çıkmak yerine belirtilen spesifik sorunların yaşanmaması ya da sınırlandırılması adına hangi adımların atılması gerektiğini tartışmak şüphesiz ülke demokrasisine çok daha katkı yapacaktır.
Sn. MALLI’ya söyleşi için teşekkür ediyoruz.
Sevgi ve Saygılar.