SÜLEYMANİYE’DE KIYAM

Süleymaniye’deyim şehrin yalnızlığının ortasında birkaç tane kalan gizem dolu konaklara bakıyorum, bu konaklarda ne acılar ve sevinçler yaşanmış kimbilir ?. Çevre yüzyılların şahidi, camisi olmayan minareler, çeşmeler, hamamlar, mezarlıklarla dolu. Yavaş yavaş oturduğum yerden kalkarak Süleymaniye camiinin avlusuna doğru geçiyorum, arınıp durulup gerçekle yüzleşmeye hazırlanmanın heyecanı var içimde, öbek öbek avluya dolan insanlar… saf, temiz, iyi niyetli herkes dost kardeş gibi birbirlerine… aralarına katılıyorum.

Beşyüz yıllık Süleymaniye caminin o ferah, o huzur dolu havasında sizi secdeye, teslimiyete çağıran halıların üzerinde dize geliyorsunuz. Birazdan kibirle gezdirdiğiniz başınız yere düşecek, kibirle ışıldayan alnınızı bir başkasının ayak izlerine koyacaksınız.

Burada ayrı gayrı yok. Zengin, fakir, bey, güzel, çirkin, sakat, sağlam yok. Her şey ne kadar sade,  her şey ne kadar da olduğu gibi. Günlerden Cuma, insanlar yan yana omuz omuza. Herkes kıyamda tek ve eşit. Dışarının hırgüründen yorulmuş kafanız, yüreğiniz. Bir daha dönmek istemiyorsunuz oralara artık. İnsanlarla yan yana diz dize oturuyorsunuz, dudaklarda dualar, boyunlar bükük ve teslimiyet içinde…

Herşey huşu ve doğallık içinde, biran geçmişe dalıyorsunuz biraz sonra Hoca, Ulemaoğlu Hafız Esat Efendi geliyor kürsüye. Yuvarlak sakalının çevrelediği beyaz yüzü sevimli. Kara gözleri bilge, görmüş, yaşamış. Oturuyor minbere. Eğip başını selamlıyor cemaati usulca. Cübbesinin yakasını düzeltiyor.

Sonra bir su gibi akan sesi yayılıyor camiye. İçten, kucaklayan bir ses,

Aziz Müslümanlar !
Muhterem Cemaat!,
Yüce Mevla buyurmuş ki, Müslüman müslümanın kardeşidir.

Ön saftakilere doğru eğiliyor;

-Eyle değimli cemaat !?
He eyledir ! manasına dalgalanıyor ön saf,
Vakur başı dikiliyor!
-Yav eyledir de, insan kardeşini kandırır mı, ekmeğiyle oynar mı?

-!!!

Saflarda derin bir sesizlik

-Peygamber Efendimiz (SAV) buyurur ki; “ Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi malıdır”der. Açgözlü kimse, bir testiye benzer; karnı dolsa da ağzı kapanmaz. Hâlbuki bir testiye deryalar boşaltmaya kalksan, istiâbından fazla ne alabilir? Yine açgözlü, bir ocak, soba veya mangal gibidir ki, ona odun ve kömür gibi yakacaklar yığıldıkça, işbâ hâline gelip sönmez; bilâkis alev ve herâreti artar. Bu düşkünlüğü dolayısıyla insanoğlunun ticarette yaptığı hîle ve düzenbazlıkların haddi hesabı yoktur. Bu yüzden nice kavimler batmıştır. Yine de bu dünya akıllanmayan nice gaflet yolcularıyla doludur. Sınırsız zenginlikleri dolayısıyla zekât ve muhtelif hayr u hasenât ile fakir, garip, kimsesiz, dul, yetim ve muhtaçları gözetecekleri yerde onların haklarını bir vampir iştahıyla gasbedenler, hiç eksik olmamıştır.

Dikkat edin mal sizi fitneye düşürmeye

Şimdi bakın, İmam-ı A’zam Hazretleri, pazarda bir kadından ipekli kumaş almış, ama kadın sattığı kumaşın değerini bilmeymiş. İmam sormuş
-“ Hatun bu kaç dirhemdir?”
Kadın dedi;
-    “Yüz,”
-    Yok ! Fazla eder” dedi İmam
-     “ İki Yüz”
-     “Çık”
-     “ Üç yüz”
-    “ Çık”
-    “Dört Yüz”
İmam etrafına sordu, dediler ki bu altı yüz dirhem eder. İmam-ı A’zam Hazretleri verdi altı yüz dirhemi aldı malı. İşte ahlak budur. Zira o bilir ki doğruluktan ayrılmak, değerinden aşağı mal almak insanı çok hazin meselelere düçar eyler.

Kürsüden yarı beline kadar doğruluyor. Elini cemaate doğru sallıyor;

-    Şimdi Hoca Efendi bu meseleyi niye açtı diyeceksiz?

Ey bu şehirde yaşayan esnaflar, ey mağaza sahipleri. Kulak verin lafım sizedir.
Köylüler size güvenip ürettikleri malı size getiriy,satıp evinin, ocağının ihtiyacını alıp köye dönecim diye aranızda bir hukuk var. Onlar üretecek getirecek siz alacaksız. Hakkı ney ise, ölçüde tartıda eksik fazla olmadan, haram fitne, hile karıştırmadan zamanında, karşılığını vererek… peşin parasını eline sayacaksınız ki köylünün de kafası rahat olsun, gönlü hoş olsun.

-    Doğrumudur cemaat?

-    “Doğrudur “ diye mırıldanıyor ön saf

-    Madem söylediklerim doğrudur, eyleyse ey esnaflar, mağaza sahipleri çok ayıp ediysiz. Niye deysez, tüm köylerden üretip bir şeyler getiren köylüler sizlerden şikâyetçi. Deyler ki Hoca efendi, vallahi geliyrik sabahın erken saatında çarşıya. Tereyağı,süt,pekmez, pestil…., meyve, sebze Allah ne verdiyse, ikindi namazına kadar esnaf malımızı almay, köye dönme vakti yaklaştığında, malı satamayrık, kıriylar fiyatı onlar istediği fiyattan toplaylar malı, biz mağdur oliyrık.


-     !!!

-    Vallahi bu yaptığınız çok ayıptır, çok günahtır. Müslümanın hakkını gasbetmektir. Köylüyü sıkıntıya sokarak malı ucuza kapatmak yanlıştır. Bunu ancak firavunlar yapar. Duydum, hem üzüldüm hem de kınadım.



-    !!!

-     Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de kıyâmete kadar gelecek ümmetlere ibret olması için Şuayb aleyhisselâm’ın kavmi olan Medyen ve Eyke halklarının helâkinin, ticâret ahlâklarının son derece bozulmuş olması sebebiyle gerçekleştiğini bildirmektedir. Onun için ticarette sahtekârlık yapılıp haram yenmesi, zayıfların ezilmesi, bir kavmin helâkine sebeb olacak kadar ağır bir cürümdür. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur: “Altın ve gümüş paranın, kibir ve gurur taşıyan elbisenin kulu olan helâk olsun!.. “

-    !!!

Ön saflar sıklaşıyor, omuzlar birbirine yaslanıyor.

- Koca koca adamlar, esnaflar köylünün zor bela ürettiği mala göz diksin, ayıptır cemaati müslümin. Allahın Rasülü buyurur ki “  Tüccârlar kıyâmet günü fâcirler (günahkârlar) olarak diriltileceklerdir. Ancak Allâh’a karşı takvâ sâhibi olanlarla, iyilik, dürüstlük ve doğrulukta bulunanlar müstesnâ…”

“ Doğru tüccar, kıyamet günü Arş’ın gölgesindedir. “ dey. Resulullah duyduz mu?

Tüccar kısmının kafaları biraz daha düşüyor yana doğru.

Hoca efendi cübbesinin yakalarını düzeltiyor.
O üzgün ve kırık sesiyle devam ediyor vaazına;

-Ha şimdi köylerden ürettiğini getirip satan kardeşler…, size de bir çift lafım var, sitemim var. Sanki siz çok eyi mi yapiysız?... Hangi esnafa sormuşsam hepsi sizden şikâyetçi. Onlarda deyler ki köylü anamızı ağlatiy, mal alıylar, harmana deyler, güz’e deyler veresiye alıylar, ama paramızı zamanında vermeyler. Biz de magdur oliyrık.

Ben şimdi ne deyim. Bir Müslüman’a yakışır iş midir bu? Vallahi çok ayıp ediysiz… alış veriş işi hak işi, itimat işi. Esnaf size güvenip helal malını veriy. Siz borcunuzu zamanında ödemeysiz, bu devran nasıl dönsün. Alınıp gücenmeyesiniz, sözüm herkesedir. Kim kimi bunaltmışsa bir biriyle helalaşsın, sözüme eyi kulak verin, anladız mı?

Anlaşılmış manasında olgunlaşmış başaklar gibi sallanıyor saflar.

Öbür dünyada cümleyzin yüzü ak ola inşallah

Tüm cemaat inşallah diye sesini yükseltiyor. Caminin ahşap tavanı inşallah sesleri ile doluyor.

Hoca efendi ara vermeden devam ediyor;

-Sözüm şimdi uşaklarıdır. Bakın beni iyi dinleyin arka saflarda ki gençler. Sanmayasız ki ben sizi görmeyrim? Bahçelerde, tarlalarda ….. Vallahi sözümü tutmazsas hepinizi babayza  diyecim.

Çocuklar başlarını eğip, Hafız Esat efendi ile göz göze gelmemek için yaşlıların arkasına saklanıyorlar. Hoca efendinin müşfik sesi enselerinde.

- Yav koskoca adam olduz, gelmişsiniz on iki, on üç yaşına hepinizin elinde birer kuş lastiği, ver ediysiz kuşlara, kargalara, serçelere…

Yav ayıptır, günahtır,
Ne isteysiz Allah’ın kuşundan;
Deysiz ki hocam serçedir !
Vallahi, ha bir adamdır, ha bir serçe !
Canın böyiği, küçüği olur mu?
Can candır.
Yakışıymı? sizin gibi yiğitlere
Ben biliyrim ki siz ey uşaklarsız. Yapmayın bi daha …
 
Çocukların saklı kafaları yeniden çıkıyor meydana.
Hoca efendi kara gözleriyle tüm cemaati baştan sona süzüp, cüppesinin yakasını düzeltiyor, toparlanıyor. Vakur sesi daha bir şefkatli;

-Efendiler, aziz Müslümanlar, muhterem cemaat ! Herkes hakkını birbirine helal etsin.

Saflar yeniden dalgalanıyor.
-Helal Olsun
-Helal Olsun

Ezan okunmaya başlıyor, hoca efendi ayağa kalkıyor minberden yavaş yavaş iniyor kıyama geçiyor. Cübbesinin yakalarını birleştiriyor.

Allah rızası için buyurun namaza;

Allahu Ekber !
YORUM EKLE
YORUMLAR
Yavuz UĞUR
Yavuz UĞUR - 12 yıl Önce

elinize sağlık on numara bunu merkez camii dede yapsalar