SURİYE NEREYE?

Kapı komşumuzla yaşanan gerilim birkaç ay içinde hat sayfaya çıkarak herkesi şaşırttı. Buradaki şaşkınlığın sebebi, bu iki ülke ilişkilerinin, birkaç ay öncesine kadar çok samimi, ortak Bakanlar Kurulu toplantıları yaptığımız ve ülke başbakanlarının birlikte maç izlemeleri gibi yakın dostluk ilişkilerine verilecek en güzel örneklerle dolu olmasıydı.

Tunus'ta başlayıp sırasıyla Mısır, Libya ve Yemen 'de devam eden Arap Baharı Suriye'nin kapısını da çalınca bütün dikta ülkelerin yaptığı yanlışı Suriye yönetimi de yaparak çatılara keskin nişancıları yerleştirip isyancıları avlayarak halkı korkutup sindirme politikasına başladı.

Peki bunda ne var ki? Her ülkede olduğu gibi Suriye de kendi iç güvenliğini koruma refleksi gösteremez miydi? Bütün dikta rejimlerin yaptığı sıradan bir olay sayılamaz mıydı?

Türkiye, Suriye'nin bu halkı sindirme ve korkutarak rejimini devam ettirtme politikasına sessiz kalmak yerine, “Suriye'de yaşanan olaylar bizim iç meselemizdir” diyerek olaya direkt müdahil olduğu gibi bu ülke ile olan iyi ilişkilerinin de bozulmasını göze aldı. Çünkü aynı tavrını Mısır ve Libya'daki iç isyanlarda da koymuş, bu ülkelerdeki tek partili ve onlarca yıl aynı kişinin ve sülalelerin yönettiği dikta ya da oligarşik yönetimlerden halkın kurtarılmasını insani ve ülke yararına görüyordu. Bu çok tartışılacak politikada ülke yararı ne olabilirdi? Bir ülke bile bile 800 km kara sınırı olan bir komşusunu neden karşısına almayı ülke yararına sayıyordu? Bununun başlıca iki sebebi vardı; birincisi: Türkiye bölgesinde demokrasi ile yönetilen model bir ülkeydi. İkincisi ise büyüyen ekonomisi ve artan refah seviyesi ile bölgesel bir güç haline gelmiş örnek alınan devlet konumundaydı. Mademki bölgesel güç kabul ediliyorsunuz o zaman bölgenizde olan olaylara kayıtsız kalamazsınız. Siz olup bitenler karşısında sessiz kalırsanız hemen başka bir aktör devreye girerek sizin yapmadığınız rolü üstlenerek gelişimi ve değişimi o yönetir. Dolaysı ile bütün olup bitenlerin sonucunda da size söz söyleme hakkı düşmez. İşte bu bölgesel güç algısı bizi bölgede kaçınılmaz olarak olayların içine, merkezine sürüklemiş ve Türkiye geri dönüşü olmayan bir yola girmiştir.

Bu süreçte Suriye'den demokratikleşme adımlarının atılmasını ısrarla isteyerek özellikle Çok partili bir seçime gidilmesinin yasal zeminin oluşturması konusunda Suriye uyarılmıştır. Çok Parti demek Esat'ın asla seçilemeyeceği bir seçim olacağından elbette ki bunun yerine zevahiri kurtarma politikasına başvurarak kendi yandaşlarını sokaklara dökerek halk desteği arkamda mesajı vermeye çalıştı. Yani Mısırda Hüsnü Mübarek’in ve Libya'da Kaddafi'nin yaptıklarının aynısını…

Bazı Televizyon dizilerinde sayıklanmaya başlanıldığı gibi Türkiye Suriye'ye saldıracak mı sorusuna gelince;  kanaatime göre bu asla düşünülecek ya da uygulanacak bir seçenek değildir. Türkiye Mısır ve Libya'da olduğu gibi dünya kamu oyununda desteğini alarak muhalifleri destekleyerek güçlendirecek; yalnızlığa ve çaresizliğe düşen Esat yönetimini istifaya zorlayacaktır. Peki bu mümkün müdür sorusuna gelince; Libya ve Mısıra göre daha zor bir süreçle karşı karşıyayız diyebilirim. Çünkü Suriye'de ki yönetim Nusayri kabilesinden oluşan ve halkın %9 'nu teşkil eden bir oligarşik yapıya sahiptir. Yani halkın yaklaşık %10'nispetinde bir sülale desteği var. Bu azımsanmamalıdır. Bu % 10'a birde iktidar gücünü katınca nispet artmaktadır. Kısaca Libya lideri Kaddafi'nin Afrika çöllerinden parayla bulup kiraladığı keskin nişancılara Esat para vermeden sahip olmuştur ve bunlar iktidarı bırakmanın onlar için ne anlama geldiğini bilmektedirler. Çok direniş göstereceklerdir.

Bütün bunlara göre sonuçta ne olur? Yakın  tarihin ışığında şunları söyleyebiliriz;halka rağmen Esat yönetimi başta kalamayacaktır. Türkiye'nin yaptığı doğrumudur sorusuna gelince ;bunu zamana bırakıp,bir yıl sonra  bu makaleye atıfta bulunarak cevaplamak isterim.”Uyanıklığın böylesi görülmedi” demeyeceğinizi umuyorum;çünkü sorunun cevabı aslında yazının içerisinde…Bir yıl sonrasına kadar bir ömür biçilmişse görüşmeyi dilerim.
YORUM EKLE
YORUMLAR
Gökhan
Gökhan - 13 yıl Önce

Sayın yazar, sizde iktidarın ülke gündemini değiştirme çalışmaların çanak tutarak değirmenine su taşımışsınız. Van depremin altında kalarak çaresizliğinin getirdiği kompleks oraya buraya saldırarak kapatmaya çalışmaktadır. Bumu gelişmişlik, bu mu refah. İnsanları yazlık çadırlarda kalmaya mahkûm edip donarak ölüme terk etmenin; gelişmişliği ve refahı nerede bana gösterebilirmisiniz? Şu gelişmişliği ve refahı bi bizler göremedik ya!.. Şunu unutmayın sayın yazar, başkalarının saltanat kayığına binenlerin sonu ortada. Hüsnü Mübarek, Saddam, Kaddafi ve diğerleri. Korkarım birileri de aynı sona hızla gitmektedir. Şurası bir gerçek ki, kara 12 Eylül öncesi ülkemizde sahneye konan olaylar şimdi “kürt sorunu” diye konmaktadır. Burada tek fark var o da bu günkü “kürt sorunu” oyunun sahnelenmesinde iktidarın da içinde olması. Şimdi Suriye’de keskin nişancıların bu şerefsiz emperyalist ülkelere satılmışlar olamazlar mı? Sayın yazar maşa, önünde – sonunda ateşe düşer. Sizler aydın kişiler olarak lütfen bu değirmene su taşımayın. Şuan atılan hamaset nutukları ile çizilen toz pembe bir hayatın gerçekte peynir gemisi ile gittiği gerçeğini (umarım) çok acı bir şekilde yaşamayız. Saygılar.