TERÖRLE YAŞAMAK

Çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir terörle uğraşıyoruz. Söylenmemiş bir söz, yapılmamış bir kınama, yazılmamış bir yazı, edilmemiş bir lanet kalmadı. Bıçağın kemiğe dayandığını söyleyen; altı tane cumhurbaşkanı, on tane başbakan, onüç genelkurmay başkanı gördük. O tarihten bu yana yüzlerce milletvekili gelip geçti. Elli bine yakın insanımızı teröre kurban verdik. 

Dahası, memleketimizi ikiye katlayabilecek bir zenginliği harcadık. İnsanın değerinin yanında, bu maddi kayıplar bir anlam ifade etmese de manevi gelişmenin de önündeki en büyük engel olarak durdu. Dünya, demokrasinin nimetlerinden faydalanırken, biz güvenlik gerekçesiyle birçok özgürlükten mahrum kaldık. Terörü besleyenler bir taşta birkaç kuş birden vururken, bizler her türlü kaybı yaşadık ve hala da yaşamaya devam ediyoruz. Kim bilir ne kadar daha yaşayacağız, bilende yok.

Geçtiğimiz haftalarda Mit Müsteşarı Hakan Fidan’la başlayıp sonra BDP milletvekillerinin İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşmesi, devletin  terörle mücadeleyi farklı kulvarda ve farklı stratejilerle devam ettireceği izlenimini verdi.

Aslında terörün bitmesi için ‘apo’ denen çocuk katili ile görüşülmesini hiç içime sindiremesem de barış ve akan kanın durması adına, her yolun denenmesi de elzem gibi durmaktadır. Zira silahla çözülemeyeceği anlaşılan bu belada, tarafların böyle bir paydada çözüme odaklanmaları en azından denemeğe değer bir fırsat olarak algılanmalıdır.

Abdullah Öcalan’ın ”Ayrı bir devlet, demokratik özerklik” gibi taleplerinden vaz geçtiklerini ifade etmesi de sürecin aslında boş ve anlamsız bir çaba olmadığını gösteriyor.
Şehit yakınlarından büyük tepkilerin gelmemesi ve devlet bürokrasisinin olumlu yaklaşımları, sonuç açısından iyi bir havanın yakalanmasına da sebep oldu.

Müzakere sürecini destekleyen ve önemseyen bürokrasi yorumları da şöyle. Başbakanın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan, Kürt sorununun çözümü için aceleci davranmamak gerektiğini :”Burada iyi niyetli olmak lazım, ümitleri canlı tutmak lazım, realist olmak ve sabırla bu süreci devam ettirmek lazım.”diyerek tespitlerini kamuoyu ile paylaştı.

Başbakan da Afrika gezisi öncesinde ”Şunu çok açık net söylüyorum.Teröre bulaşmış olanları bağışlayan bir genel af asla söz konusu değildir. İmralı için ev hapsi böyle şeyler uyduruluyor. Böyle bir şey de asla söz konusu değil. AK Parti iktidarında asla böyle bir şey olamaz.” diyerek süreci desteklediğini ancak ülke menfaatleri hususunda da asla taviz verilmeyeceği mesajını veriyordu.

Gülen cemaati lideri Fettullah Gülen de Abdullah Öcalan’la görüşmelere destek vererek:”Sulh için milli onur, milli gurur ayaklar altına alınmamak kaydıyla, o mefkureye saygı devam ettiği müddetçe, bence de el öpülebilir, etek de öpülebilir.”diyor.

Kılıçdaroğlu’nun da, başbakandan “sen kimsin ki bize kredi vereceksin” fırçasını yemesine rağmen açılıma destek vermesi, yerinde bir karar olarak gözüktü. Bahçeli’nin destek vermemesi, “ben de Silivri de ki komutanları ziyaret edeceğim” demesi şık ve usule uygun bir söylem gibi durmadığı da belirtilmeli.

Hazır devletin zirvesi meseleyi tam kabullenmişken ve kamuoyu da olumlu yönde tavır sergilemişken, hiç olmasa bu süreç sulandırılmadan sonlandırılmalıdır. Suçlu falan aramanın da bir faydası olmayacağına göre doğru duruşların sergilemesine devam edilmelidir. Olur yada olmaz değerlendirmesi en sona bırakılmalıdır.
YORUM EKLE