Ermenilerle Türkler Arasındaki İlişkiler Selçuklular Zamanında Başlamıştı
Tarihte ilk Türk Ermeni ilişkileri XI. Yüzyılda çağrı Bey’in Doğu Anadolu bölgesine gerçekleştirdiği 1018 tarihli seferle başlamıştır. Çağrı Bey’in 3.000 kişilik atlı bir kuvvetle Van Gölü bölgesini alarak Ermeni topraklarına girmesi Ermeni kaynaklarından uzun uzun anlatılır. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah sorunlarını anlatmak isteyen bir Ermeni heyetini huzuruna kabul etti ve onlara son derece nazik davrandı ve sorunlarını dinledi. Sultan, heyeti dinledikten sonra bütün kilise, manastır ve ruhanilere vergi muafiyeti getirilmesi hususunda bir ferman yayınladı. Sultan’ın bu tavrı Ermenileri oldukça hoşnut etmişti. Nitekim Ermeni tarihçisi Urfalı Mateos yazdığı Vekayiname adlı eserinde Sultan’ın ölümü hakkında “herkesin babası, bütün insanlara karşı merhametli ve iyi niyet sahibi sultanın ölümü, bütün dünyayı matem içine düşürdü” demektedir. Başka bir eserde ise, Melikşahla ilgili olarak “Ermeni halkına barış ve mutluluk getirdi” kaydı vardır.
Türklerin Anadolu’yu Fethetmeleri Ermenilerce Bayram ve Şenlik Havasında Karşılanmıştı
Selçuklular henüz Anadolu topraklarına hakim olmadan önce Ermeniler Bizans İmparatorluğuna tabi olarak dağınık şekilde ve siyasi birlikten yoksun olarak yaşıyorlardı. Yani, Selçuklular Anadolu’yu yurt tutmaya başladıklarında Doğu Anadolu’da bir Ermeni Prensliği yoktu.
Kısacası Türkler Anadolu’ya gelmeden önce Ermeniler gerek İran, gerek Roma ve gerekse Bizanslıların hakimiyeti altında yaşadıkları dönemlerde büyük sıkıntılar çekmişler, korkunç işkencelere ve toplu sürgünlere maruz kalmışlardır. Bu nedenle Türklerin Anadolu’yu fethetmeleri Ermeniler tarafından bir bayram ve şenlik havası içinde karşılanmıştır.
Osmanlı Devleti’nde Ermenilerle İlk Temas Orhan Gazi Döneminde Kurulmuştu
Osmanlı Devleti ile Ermeniler arasında ilk resmi temas Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi zamanında olmuştur. Orhan Gazi Bursa’yı alıp devletin başkenti yaptıktan sonra Kütahya’da bulunan Ermeni halkını ve dini liderlerini Bursa’ya getirtmiştir. Böylece Osmanlılar ile Ermeniler arasında ilk temas kurulmuştur.
İstanbul’un 1453’te Fethi Ermeniler İçin Yeni Bir Dönüm Noktası Olmuştu
İstanbul’un fethi, Rumlar için olduğu kadar Ermeniler için de yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Nitekim Fatih Sultan Mehmet Rumlardan sonra örgütlenmesine izin verdiği ikinci topluluk Ermeni cemaati olmuştur. Fatih Sultan Mehmet, 1453'de İstanbul'u aldıktan sonra Ermenilerin Bursa'daki ruhani başkanı Hovakim'i İstanbul'a getirmiş ve 1461'de yayınladığı bir fermanla Ermeni Patrikhanesi’ni kurdurmuştur. Bu Ermenilere verilen İLK taltif, ilk unvan. Çünkü bundan önce bu kadar büyük bir övgüye mazhar olmamışlardır. Daha ne yapmıştır Fatih Sultan Mehmed?
Ankara, Bayburt, Adana, Tokat ve Sivas çevresinden 1000 kadar Ermeni’yi getirterek İstanbul’un değişik semtlerinde iskan etmiştir. Bu 1.000 kişi 1914 yılına gelindiğinde bu nüfus yaklaşık 70.000 kişi olmuştur.
Osmanlı Devleti Fatih Sultan Mehmed’den II. Mahmud dönemine kadar geçen 350 yıllık süre içinde Ermenilerin din ve ibadet işlerine asla karışmamış onları bu konuda tamamen özgür bırakmıştır. Ermeni patrikhanesinin kendi mahkemeleri ve hapishaneleri vardı. Dini konulardaki davalar bu mahkemelerde görülürdü.
Ermeniler, o zamana kadar hiçbir memlekette ve başka bir devletin idaresinde ulaşamadıkları din, dil, düşünce özgürlüğü ile siyasal ve sosyal haklara, Osmanlı Devleti’nde sahip olmuşlardır. Ermeniler, askerlikten muaf tutulmalarının hatta vergide bile kısmen muaf tutulmanın getirdiği imtiyazlarla sanatkarlıkta, ticarette, kamu hizmetlerinde çok hızlı bir ilerleme göstermişlerdir.
Osmanlı-Ermeni ilişkileri XIX. Yüzyıla kadar hiçbir sorun yaşanmadan dostane bir şekilde süre gelmiştir. Ermeniler, Osmanlı Devleti’ndeki diğer azınlıklara göre gerek çalışkanlıkları gerekse becerileri gerekse Türk diline, Türk kültür ve medeniyetine, sanat, edebiyat, şiir ve müziğine diğer milletlerden daha fazla aşina idiler.
Ermeniler Türkçe Konuşuyorlardı
Ermeni halkı Türklerle o kadar bütünleşmişti ki çoğu Ermeni Türkçe konuşuyordu. Pek çok kilise de ayinler Türkçe yapılıyordu. Özellikle Muş ve Bitlis’in köylerindeki Ermeniler Ermenice dahi bilmezlerdi. Türkçe konuşuyorlardı. Osmanlı ülkesine gelen bir Fransız seyyah Ermenilerin kendi aralarında bile isteyerek Türkçe konuştuklarına şahit olduğunu yazar. Ayinlerini Türkçe yapan, kiliselerde Türkçe vaaz dinleyen Ermeniler, yeni terimler bulacak kadar Türk dilini benimsemişlerdi.
Alman General Helmuth von Moltke: “Ermeniler Hıristiyan Türklerdir”
1835-1839 arasında Osmanlı ordusunu eğitmek maksadıyla Türkiye’de bulunan Helmuth von Moltke, İstanbul’da Osmanlı Seraskeri Hüsrev Paşa’nın Ermeni Tercümanı Mardiraki’ye Ermenilerle ilgili şu tespitlerde bulunmuştur: “Bu Ermenilere, hakikatte, Hıristiyan Türkler denilebilir. Rumların kendi özelliklerini korumalarına karşılık bunlar Türk adetlerini, hatta dilini benimsemişlerdir. Ermeni kadınlar Türk kadınlarından fark edilemez. Bir Ermeni kadını sokakta sadece gözlerini ve burnunun üst kısmını gösterir, diğer tarafını kapatır.” Moltke’nin bu tespitleri Türk-Ermeni ilişkilerinin sosyal boyutunu en güzel şekilde ortaya koymaktadır.
Kazım Karabekir Paşa: Ermenilerin Kılık Kıyafetleri, Ev Hayatları, Yemekleri, Eşyaları Türklerle Aynıydı.
Kazım Karabekir Pasa da çocukluk hatıralarını anlatırken Van’da tanıştığı Ermenilerden bahsederek söyle demektedir: “1886 (1302)’da Van’a gittiğimiz zaman ilk olarak Ermeni aşçımızı gördüm. Sonraları da ailesini ve diğer Ermeni ailelerini, yakından ve içlerinden gördüm ve tanıdım. Kılık kıyafetleri, ev hayatları, yemekleri, eşyaları Türklerininkinin aynıydı. Ermeni kadınları beyaz çarşaf giyerlerdi. Müslümanlar gibi görünmekten kaçınırlardı. Erkeklerinin kıyafetleri de bizimkilerden farksızdı. Ermeni zenginleri, yanlarında hâlâ mutemet olarak Türk bulundurmayı tercih ettiği gibi, Türklerde işlerinde bir Ermeni’yi Türk’ten farksız olarak kullanıyorlardı. Hacca giden bir Türk evini barkını bir Ermeni’ye emanet ettiği gibi, yerinden uzaklaşan bir Ermeni de varını yoğunu bir Türk’e bırakırdı. Türk zenginlerinin çoğunun aşçısı Ermeni’ydi.
Osmanlı Bürokrasisinde Ermeniler: 22 Bakan, 29 Paşa ve 33 Ermeni Mebus
İki toplum arasındaki ilişkileri değerlendirmek için bazı kritik tarihler var. Bu tarihlerden biri 1821. Yani Rumların diğer bir ifade ile Yunanlıların isyanı. Bu tarihten sonra Osmanlı diplomatik kadrolarını, tercüme bürolarını işgal etmiş olan Rumlar, artık devlet tarafından güvenilmez olarak görüldüklerinden bu makamlara pek fazla getirilmemişlerdir. Onların yerine yetirince dil bilen Ermeniler getirilmeye başlanmıştır. Bu tarihten sonra Ermeniler devlet kademelerinde çok önemli görevlere yükselmişlerdir. İdare alanda devletin kaderinde rol oynayacak makamlara gelmişler, valilik, elçilik, müsteşarlık ve bakanlık yapmışlardır. Osmanlı döneminde 22 bakan, 29 pasa, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 konsolos, 12 öğretim üyesi, 8 doktor general ve sayısız yüksek dereceli Ermeni memur görev yapmıştır.
1828-29 Osmanlı-Rus Savaşından Sonra Doğu Anadolu’dan100 Bin Ermeni Ruslar Tarafından Göçürülmüştür
Bugünkü Ermenistan toprakları özellikle de Revan, yani Erivan 14. yüzyılın sonlarında Timur`un eline geçince bölgeye Türk aşiretleri yerleşmeye başladı. Timur`dan sonra bölgeye önce Karakoyunlu, daha sonra Akkoyunlu, ardından da Safevi Türkmenleri hakim oldular. Ferhad Paşa, 1583`te şehri fethederek, buraya bir kale inşa ettirdi. Osmanlı hakimiyetine giren bölge Revan Beylerbeyliği olarak teşkilatlandırıldı. Şah Abbas, 1604`te Revan`ı geri aldı. Dördüncü Murad, 1635`te Revan`ı tekrar Osmanlı topraklarına katınca, bu zaferin anısına Topkapı Sarayı`nda Revan Köşkü`nü yaptırdı. Daha sonra bu şehir Safevi Devleti’nin eline geçti.
Ruslar, 1804 ve 1806`da bu şehri iki defa kuşatmalarına rağmen alamadılar. 1826`daki kuşatmada da başarılı olamayan Ruslar 1827’de İran ile yaptıkları savaşı kazanarak şehri ele geçirdiler. İran ilan yapılan Türkmençay Antlaşması'nı 20 Mart 1828'de tasdik eden Rus Çarı I. Nikola, ertesi gün (21 Mart 1828) Erivan, Nahçıvan ve Ordubad'ı içine alan bölgeyi "Ermeni Vilayeti" olarak adlandıran fermanını ilan etti. 1828`de Nahcivan ve Revan hanlıkları ortadan kaldırıldı ve bölge Ermeni Vilayeti diye adlandırıldı.
Prof. Dr. Kemal Beydilli'nin "1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Doğu Anadolu'dan Göçürülen Ermeniler" adlı makalesinde belirtildiğine göre, Edirne Antlaşması imzalanması sırasında ve sonrasında yaklaşık 100.000 kişiden oluşan kalabalık bir Ermeni topluluğu Anadolu’dan Ruslar tarafından göçürülerek Kafkasya'nın çeşitli bölgelerine yerleştirilmişlerdir.
Bu gelişme bugünkü Ermenistan`ın kurulmasında ilk adımdı. Ruslar, Ermeniler`i bölgede ön plana çıkarmışlardı, ancak Revan`da Ermeni nüfusu Müslümanlara göre çok azdı. Rus işgalinden sonra bütün dengeler bozuldu. İşgalden önce bölgede 87 bin Müslüman yaşarken, savaştan sonra bu nüfusta 26 bin kişi azalmıştı.
Ermeni Sorunun Ortaya Çıkış Nedenleri
Fransız İhtilali, Avrupa’da siyasi ve ekonomik dengelerin değişmesi ve sömürgecilik yarışı, misyonerlerin faaliyetleri, Osmanlı Devleti’nin zayıflaması, Ermeni komitelerinin çalışmaları ve Ermenileri kendi çıkarları için kullanmak isteyen özellikle Rusya ve İngiltere’nin Ermenileri isyan konusunda yardım ve teşvik etmeleri sorunun ortaya çıkmasının ana nedenleridir.
Ermeni Sorunu 1877-1878 (93 Harbi) Osmanlı-Rus Harbinden Sonra Uluslararası Bir Boyut Kazandı
Osmanlı Devleti’nin ağır hezimetiyle sonuçlanan 93 Harbin’den sonra 3 Mart 1878 yılında imzalanan Ayastefanos Anlaşması’nın 16. Maddesine göre Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde ıslahat yapılacaktı. Bu antlaşma ile Ermeni adı ilk defa uluslararası bir anlaşmaya geçmiş oluyordu. Rusya’nın Ayastefanos Anlaşması ile Kafkasya’ya hakim olması, Doğu Anadolu ve Balkanlarda etkili olması özellikle İngiltere’yi telaşlandırdı. Ayastefanos Antlaşması`nı değiştirmek için kolları sıvayan İngilizlerin diplomatik çabaları sonuç verdi ve ikili antlaşma yerine, Berlin
`de toplanan kongrede çok taraflı yeni bir antlaşma imzalandı.
Berlin Anlaşması’nın 61. Maddesine göre de Babıali Ermenilerin yaşadığı eyaletlerde, yerel ihtiyaçların gerektirdiği reformları geciktirmeden yapmayı taahhüt ediyordu. Yine adı geçen anlaşmaya göre Osmanlı Devleti bu hususta alınacak önlemleri ara sıra Avrupa devletlerine bildirecek ve devletler de alınan önlemlerin uygulamasını gözetleyecekti.
İngiltere’nin İlk Notası
Berlin Anlaşması’nın imzalanmasından hemen sonra İngiltere, 61. Maddenin uygulanması için Osmanlı Devleti’ne bir nota verdi. Osmanlı Devleti içinde bulunduğu mali sıkıntıları gerekçe göstererek Doğu Anadolu’da bir ıslahata derhal başlayamayacağını İngiltere’ye bildirdi. Osmanlı Devleti’nin verdiği direnci fark eden İngiltere, ıslahat konusunda diğer Avrupa devletlerinin desteğini sağlama yoluna gitti.
1895 Yılında Eş Zamanlı Olarak Anadolu’da Bir Çok İsyan Meydana Geldi
Ermeniler 1895 yılında Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde eş zamanlı ayaklanmalar çıkarmışlardır. Ermenilerin 1895 yılı içerisinde çıkardıkları olay ve isyanların kronolojik sırası şu şekildedir:
16 Eylül 1895 Zeytun (Süleymanlı)
24 Ekim 1895 Zeytun ayaklanması
2 Kasım 1895 Diyarbekir, Siverek
1895- 1896 Zeytun
Sultan II. Abdülhamid’in Ermeni Meselesi Hakkında Alman Elçisine Söyledikleri
Olayların bu safhaya gelmesi Osmanlı Sultanı Abdülhamid’i son derece üzer. 16 Kasım 1894 yılında Alman elçisini kabulünde şunları söyler: “….Ermenilerin gözle görülen amaçları Türkleri kışkırtmak ve ondan sonra kendilerini bastırmak için üzerlerine kuvvet gelince zülüm gördüklerini ileri sürerek Avrupa ve bilhassa İngiltere’nin merhametini üzerine çekmektir. Türk kılığına girmiş pek çok Ermeni yakalanmıştır. Bunlar Ermenileri öldüren tahrikçilerdir. Yemin ederim ki Ermenilerin haksız yere baskısına asla boyun eğmeyeceğim. Muhtariyete götürecek ıslahatı kabuldense ölmeyi tercih ederim”
Gerçekten de ülke çapında meydana gelen isyanlar Abdülhamid’i oldukça üzer. Huzuruna çağırttığı eski Sadrazam Kamil Paşa’ya olaylardan duyduğu üzüntüyü dile getirerek üç gecedir uyku uyumadığını söyler.
Ermeniler Sultan II. Abdülhamid’i Bile Öldürmek İstemişlerdi
Ermeniler, Anadolu`da çıkardıkları isyanların Avrupa kamuoyunda yeteri kadar yankı bulmadığını görünce bu defa İstanbul`da büyük çaplı eylemler düzenlediler. Ermeniler Sultan II. Abdülhamid’den bekledikleri tavizleri bir türlü alamıyorlardı. Bu tavrı yüzünden Abdülhamid, Ermeni örgütleri tarafından en büyük düşman olarak görüldü ve “Kızıl Sultan” denilerek yıpratılmaya çalışıldı. Ermeni örgütleri padişahı yok etmeden başarıya ulaşamayacaklarını düşünüyorlardı. Bunun için harekete geçtiler.
Taşnakçılar, Belçikalı Edward Jorris ile temasa geçerek İkinci Abdülhamid`e karşı bombalı bir suikast hazırladılar. Uzun bir hazırlıktan sonra eylem için en uygun zamanın padişahın Yıldız Camii`ne gittiği ve resmi bir törenin gerçekleştiği Cuma günü olduğuna karar verdiler. Tespitlerine göre, padişahın namaz sonrası camiden çıkıp arabasının yanına varması ve harekete geçmesi 1 dakika 42 saniye tutmaktaydı. Bu çerçevede hazırladıkları plan gereğince, içine saatli bomba yerleştirilmiş bir araba cami dışına getirilecek ve ayarlanan saatli bomba padişahın arabası tam oradan geçerken patlayacaktı.
Ermeni, 21 Temmuz 1905 Cuma günü arabalarıyla Yıldız Camii`ne geldiler. Namaz bitince de saatli bombayı harekete geçirdiler. Fakat namaz bitiminde Şeyhülislam Cemalettin Efendi, padişahın yanına geldi. Ayaküstü bir süre sohbet ettiler. Bu arada Padişah arabasına binmeden, önceden ayarlanmış olan saatli bomba, cami dışında müthiş bir gürültü ile patladı. Şeyhülislam tarafından tesadüfen birkaç dakika oyalanan İkinci Abdülhamid bu suretle suikasttan kurtulmuştu. Fakat patlayan bombanın içinde yer aldığı arabanın civarında bulunan çok sayıda insan hayatını kaybetti ve yaralandı.
Padişah bomba patladığı sırada büyük bir cesaret örneği göstermişti. İkinci Abdülhamid, “Telaş edilmesin. izdihamdan kimse incinmesin”` diyerek sakin ve soğukkanlılığını asla kaybetmemiş büyük bir devletin padişahı olduğunu bir kere daha ispat etmiştir.
80 kilo patlayıcı madde ihtiva eden bombalı saldırıdan padişah kurtulmuştu ama dördü gazeteci ve üçü asker olmak üzere 26 kişi hayatını kaybetmiş, 56 kişi ise hafif veya ağır şekilde yaralanmıştı. Ayrıca 20 kadar hayvan ölmüş, birçok araba enkaz haline gelmişti.
Sultanın Suikasttan Kurtulması Bazı Türk Aydınlarını Üzmüştü
Sultan Abdülhamit'in suikast girişiminde kurtulması hoşuna gitmeyen Türk Edebiyatının önemli şairlerinden Tevfik Fikret "Bir Lâhza-i Ta'ahhur" (Bir anlık duraklama) adlı şiirinde şu mısraları yazmıştır :
Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın.
Attın fakat yazık ki, yazıklar ki, vuramadın.
Ermenilerin Osmanlı Meclis-i Mebusanına Girmeleri
1908 Seçimleri: Meclis-i Mebusan seçimleri 1908 yılının Kasım-Aralık ayları içinde yapılmıştır. Ermeniler Anadolu’da dağınık halde olduklarından tek başlarına seçime girmeleri halinde mebus çıkaramayacaklardı. Ancak İttihat ve Terakki Cemiyetiyle anlaştıkları taktirde Mecliste temsil edilebilmeleri mümkündü. Bu yöntemle Ermeniler 1908 seçimlerinde Meclis-i Mebusuna 14 mebus seçtirmişlerdi.
Seçilen Ermeni mebuslardan Erzurum Mebusu Vartkes Efendi, 1895’de Van’da ortaya çıkan Ermeni isyanına ve Erzurum mebusu Pastırmacıyan ise 1896’da düzenlenen Osmanlı Bankası baskınına katılmıştır.
1912 Seçimleri: 1912 yılında yapılan seçimlerde ise Ermeniler 13 Mebus çıkarabilmişlerdi. Fakat bu meclis uzun ömürlü olmamış, 1912 Ağustosu’nda dağılmış ve yeni meclis yaklaşık 20 ay sonra toplanabilmiştir.
1914 Seçimleri: 1914 seçimlerinde ise yine Ermeniler 14 Mebus seçtirmişlerdi.
Birinci Dünya Savaşı Arifesinde Rusya ile Yapılan Anlaşmaya Göre Ermeniler Bulundukları Vilayetlerde Askerlik Yapacaklardı
Osmanlı Devleti ile Rusya 8 Şubat 1914’te Anadolu’da Ermeniler lehinde ıslahat yapılması konusunda anlaşırlar. Bu antlaşmaya göre Doğu Anadolu,
1- Erzurum, Trabzon, Sivas, Van; Bitlis, Harput ve Diyarbakır olmak üzere iki bölgeye ayrılacak, her birinin başına bir yabancı genel müfettiş atanacaktı.
2- Kanun nizamname ve resmi tebliğler mahalli dillerde ilan edilecek, herkes mahkemelerde ve resmi dairelerde kendini dilini kullanabilecekti.
3-Ermeniler Doğu Anadolu’da oturdukları bölgelerde askerlik yapacaklardı.
Üçüncü madde oldukça mahzurlu idi.. Bir süre sonra başlayan I. Dünya savaşı sırasında Osmanlı askerleri Çanakkale, Filistin, Kafkasya ve diğer cephelerde savaşırken bulundukları vilayetlerde askerlik eden Ermeniler isyan edecek ve mahalli halkı katl etmelerine neden olacaktı. Osmanlı Devleti, kendi tebaasına nerede ve nasıl askerlik yaptıracağını Rusya ile yaptığı anlaşma ile sınırlandırıyordu.
Antlaşmanın imzalanmasından sonra Norveçli Binbaşı Nicolas Hoff ve Hollandalı Westenenk genel müfettiş olarak seçildi. 1914 yazında söz konusu bu müfettişler Türkiye’ye geldi.
Hoff, müfettişlik merkezi olarak Van veya Bitlis’i seçeceğini, müfettişlik karargahı için de çok geniş bir eve ihtiyaç duyduğunu ifade ediyordu. Hoff’un bu isteğini dikkate alan nezaret, sık sık Van valisi Tahsin Bey’e telgraflar göndererek ev meselesinin halledilmesini ve yapılan anlaşmaya uygun olarak isteklerinin yerine getirilmesini istedi. Vali Tahsin Bey’in 21 Temmuz 1914 tarihli telgrafında, Van’a gelecek olan bu kişiye tören yapılması yolunda kendisine verilen emrin pek ağır geldiği belirtiliyor ve bunu yapmasının mümkün olmadığını ifade ettikten sonra, mümkünse görevden affedilmesi isteğini dile getiriyordu.
Hoff, Trabzon üzerinden kara yoluyla Erzurum’a hareket etmiş ve 4 Ağustos 1914 tarihinde şehre varmıştır. Hof Erzurum’a giderken Birinci Dünya Savaşı patlak vermiştir. Osmanlı Devleti Savaşın başlaması ile birlikte Hoff’un geri dönmesini istemiştir. Fakat Hoff yoluna devam ederek Van’a gitmiştir.
Hükûmetin onayı ve Tahsin Bey’in telkinleri üzerine Van’dan ayrılan Hoff, maiyetiyle birlikte 13 Eylül 1914 tarihinde Diyarbekir’e gelir. Şehre sokulmayan müfettiş, iki gün şehir dışındaki bağlarda kalır ve 15 Eylül günü Siverek üzerinden Urfa’ya oradan da Halep’e gitmek üzere yola çıkar. Halep’ten Beyrut’a gelen Hoff ve heyeti oradan bir vapura binerek 30 Eylül 1914’de İzmir’e ulaşır. İzmir’e vardığında hükümetin kendisine vermiş olduğu harcırahın tamamını bitiren Hof, İzmir valisi Rahmi Bey’in verdiği 50 lira ile İstanbul’a hareket eder.
24 Nisan 1915’te Ne Oldu?
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Ermeniler silahlarıyla Osmanlı ordusundan firar etmeğe, çeteler oluşturmağa ve sınır dışına çıkarak Ruslarla işbirliği yapmaya başladılar. Osmanlı hükümeti, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin çıkardığı isyanlar karşısında, Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni halkının ileri gelenlerine “Ermenilerin isyanlarına devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını” bildirmiştir.
Alınan önlemlere karşın Ermeni isyanlarının geniş bir bölgeye yayılması, Kayseri, Sivas ve diğer bölgelerde ortaya çıkan bombalar, Osmanlı hükümetini harekete geçirmek zorunda bıraktı. Hükümet bütün bu isyanları organize eden ve Talat Paşa’nın uyarılarına rağmen seferberlik durumunda saflarını belli eden Ermeni komitacılarına karşı harekete geçti. 24 Nisan 1915’te vilayetlere mutasarrıflıklara acele ve gizli kaydı ile bir talimat gönderildi.
1-Ermeni komite merkezlerinin kapatılması
2-Komite liderlerinin yakalanması
3-Bulundukları bölgelerde oturmayan Ermenilerden sakıncalı görülenlerin uygun yerde toplanarak kaçmalarına fırsat verilmemesi.
4-Yapılacak araştırma sonunda suçlu görülenlerin mahkemeye sevk edilmesi.
Bu arada İstanbul’da yaşayan yaklaşık 77 bin Ermeni’den eylemlere katılan 2.345 kişi tutuklanarak Ankara ve Çankırı’daki hapishanelere gönderildi. İşte bu kararların alındığı gün Ermeniler tarafından sözde “24 Nisan Ermeni Soykırım” günü olarak kutlanmaktadır.
Tehcir Kararı Nasıl Alındı?
Savaşın başlarından itibaren Doğu Anadolu’dan Enver Paşa’ya gelen istihbarat raporları Ermenilerin yaptığı katliamlara karşı acil önlemler alınması gerektiğini ortaya koymaktaydı. Van’da Ermeni isyanı bütün sıkıntıları ile devam etmekteyken, memleketin diğer yerlerinden de İstanbul’a, Ermenilerin neden oldukları yol kesme, köy basma ve eşkıyalık haberleri yağmur gibi yağmaktaydı. Ne cephede ne de cephe gerisinde bu olaylar ordu tarafından önlenemeyince, Talat Paşa 26 Mayıs 1915 günü Başbakanlığa bir tezkire ile başvuruda bulundu. Bu tezkerede Talat Paşa
1-Osmanlı topraklarına göz diken istilacı güçlerin Osmanlı tebaası ile Ermeniler arasına nifak soktuğu
2-İsyan eden Ermenilerin Türk ordusunun hareket etmesini engellemek için her türlü önleme başvurduğu
3-Askere erzak ve mühimmat nakline mani oldukları
4-Düşmanla işbirliği yaptıkları
5-Bir kısmının düşman saflarına katıldıkları
6-Askeri birliklere ve masum halka silahlı saldırıda bulundukları,
7-Şehir ve kasabalarda katl ve yağmacılık yaptıklarını ve düşmana müstahkem mevkileri gösterdikleri.
Bu gerekçeleri sıraladıktan sonra Talat Paşa, devletin devamı için neden köklü önlemlere gerek duyulduğunu anlattı.
İçişleri Bakanı Talat Paşa’nın söz konusu tezkeresi Başbakanlığa ulaştıktan sonra Bakanlar Kurulu talepleri uygun bularak “Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükümete Karşı Gelenler İçün Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedâbir Hakkında Kanun-ı Muvakkat” (savaş halinde devlet yönetimine karşı gelenler için askeri birliklerce alınacak tedbirler)
Bu kanun 1 Haziran 1915 günü Takvim-i Vekayi’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Yaygın olarak tehcir kanunu olarak bilinen dört maddelik kanun şöyle idi:
1-Savaş sırasında ordu, kolordu ve tümen komutanları ve bunların müstakil mevki kumandanları, ahali tarafından herhangi bir suretle hükümetin emirlerine, yurt savunmasına, asayişin korunmasına ilişkin işlere ve düzenlemelere muhalefet, silahla saldırı ve direnme görürlerse bunu önlemeye mezun ve mecburdurlar
2-Ordu, müstakil kolordu ve tümen kumandanları askerlik icaplarından dolayı veya casusluk ve hıyanetlerini hissettikleri köyler ve kasabalar halkını tek tek veya toplu olarak diğer mahallere sevk ve iskan ettirebilirler
3-İş bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren geçerlidir.
4-Bu kanunun uygulanmasından Başkomutanlık vekili ve Harbiye Nazırı sorumludur.
Prof Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun verdiği bilgiye göre Tehcir kanunun yürürlüğe girmesinden sonra yeni yerleşim bölgelerine sevk edilen Ermeni nüfus 438.758 kadardır.
Tehcir Edilmeyen Ermeniler
Yer değiştirme kararı bütün Ermenilere uygulanmamıştır. Başlangıçta bazı bölgelerde yaşayan Ermenilerin bir bölümü göç dışında bırakılmışlardır. Fakat, daha sonra bunların da çeşitli şiddet olaylarına karıştıkları görülünce büyük bir kısmı göç ettirilmişlerdir.
15 Ağustos 1915'de illere gönderilen şifre telgrafla şu kesimlerin tehcire tabi tutulmamaları istenmiştir.
1- Katolik ve Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerin
2-Osmanlı ordusunda subay ve sıhhiye sınıflarında hizmet gören Ermeniler
3- Osmanlı Bankası şubelerinde ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermeniler
4-Hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul kadınlar da sevke tabi tutulmamıştır.
Yerleri Değiştirilen Ermenilerin İhtiyaçlarının Karşılanması ve Yapılan Harcamalar
Göç ettirilen Ermenilerin taşınması sırasında kafilelerin ihtiyaçlarının karşılanması için Konya'ya 400.000, İzmit sancağına 150.000, Eskişehir sancağına 200.000, Adana vilâyetine 300.000, Halep vilâyetine 300.000, Suriye vilâyetine 100.000, Ankara vilâyetine 300.000, Musul vilâyetine de 500.000 kuruş olmak üzere toplam 2.250.000 kuruş tahsis edildiği belgelerden anlaşılmaktadır.
Yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sevk, yerleştirme ve geçimlerinin sağlanması için 1915 yılında 25 milyon, 1916 yılı sonuna kadar ise toplam 230 milyon kuruş harcandığı belgelerden tespit edilebilmektedir.
Tehcirin Durdurulması ve Ermenilerin Geri Getirilmesi
Birinci Dünya harbinin sona ermesinden sonra Osmanlı Hükûmeti tehcire tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin tekrar eski yerlerine dönmeleri için bir kararname çıkardı. 4 Ocak 1919 Dahiliye Nazırı Mustafa Paşa'nın Sadaret'e gönderdiği yazıda, Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili yerlere tâlimat verildiği ve gereken tedbirlerin alındığı belirtilmektedir. Hükûmetin hazırladığı 31 Aralık 1918 tarihli dönüş kararnamesinin önemli bazı maddeleri şunlardır:
1- Sadece geri dönmek arzusunda bulunanlar sevk edilecek, bunun haricinde kimseye dokunulmayacak
2- Yerlerine iade edileceklerin, yollarda perişan olmamaları ve dönüş mahallerinde mesken ve iaşe sıkıntısı çekmelerinin önlenmesi için gerekli tedbirler alınacak; gidecekleri bölgelerin idarecileriyle irtibat sağlanıp bu konudaki tedbirler sağlandıktan sonra sevkiyat ve geri dönüş işlemlerine
başlanacaktır.
3- Bu şartlar dahilinde dönecek olanlara ev ve arazileri teslim edilecektir.
4- Kilise ve mektep gibi binalarla bunlara gelir getiren yerler, ait olduğu cemaate geri verilecek.
5- Din değiştirmiş olanlar arzu ederlerse eski dinlerine dönebilecekler.
6- Ermenilerden muhtaç olanların dönüşlerinde sevk ve iaşe masrafları, harbiye tahsisatından karşılanacak.
Tehcirle İlgili Hususlar
1- Ermeniler yabancı bir ülkenin toprağında değil, yine Osmanlı topraklarında iskan edilmiştir.
2- 1915 Tehciri ihtimal dahilindeki bir isyana karşı düşünülmüş bir tedbir değildir. Fiilen ortaya çıkan isyana karşı alınmış bir tedbirdir.
3-Türk ordusu Çanakkale’de Filistin’de, Irak’ta Kafkasya’da çarpışırken, Osmanlı ordusuyla beraber savaşta olması gereken Ermeniler, Ruslarla işbirliği yapmışlardır.
4- Enver Paşa ve Talat Paşa bir sabah uyanıp biz bu Ermenileri kovalım demedi. Ermeni zulüm ve işkenceleri o noktaya varmıştı ki cephedeki Paşalar eğer tedbir alınmazsa orduyu geri çekeceklerini ifade etmişlerdir.