TÜRKİYE’NİN REEL POLİTİK GERÇEKLERİ VE ABD POLİTİKALARI

19.yüzyılın başlarında ABD’li tarihçi ve diplomat Brook Adams bir konuşmasın da  ''ABD yeni yüzyılda genişlemeye devam etmezse çöküş dönemine girecektir. Beyaz ırk ve İngilizce konuşan halklar doğuştan üstün durumdadırlar'' diyordu. Amerika'nın sahip olduğu bu “istisnacı” anlayış kendilerince yayılmacılıklarının meşruiyetini oluşturuyordu. Bilenler bilir, Birleşik Devletler'de “Amerikalıların seçilmiş ve Tanrı’nın insanoğlunun iyiliği için dünyaya gönderdiği bir halk” olduğu inanışı mevcuttur.

İşte bu inançla ABD, çıkarları doğrultusunda dünyanın bir çok coğrafyasına ayar vermeye çalışmıştır. En önemli projelerinden biri ‘Soğuk Savaş’ yıllarının ‘yeşil kuşak’ diye adlandırılan projesidir. Amaç Sovyetler Birliği’ni kendi içinde ve uzak-yakın komşularında yaşayan Müslüman kitleler eliyle hizaya getirmekti.

Daha sonra ‘büyük Ortadoğu’ (BOP) adını alan bir projeye yerini terk etti ‘yeşil kuşak’ projesi… Onun da amacı pek farklı değildi. Ortadoğu başta olmak üzere, geniş bir coğrafyada ABD ideallerine uyumlu rejimlerin varlığını sağlamaktı.

ABD’nin ilk projesi başarılı bir sonuç aldı; Sovyetler Birliği yıkıldı, enkazından azımsanmayacak sayıda pek çoğu Batı’yla (ABD) uyumlu ‘bağımsız’ ülke çıktı.

Yeni yüzyılla birlikte Birleşik Devletler, ‘BOP Projesi’ni vizyona soktu. Adeta Dünyanın jandarmalığına soyunarak, Orta Doğu'nun sınırlarını kendi çıkarları doğrultusunda değiştirip yeniden şekillendirme gayretine girdi.

İlk olarak Irak'a barış ve refah getireceği teziyle girerek tarihini, insanını darmaduman etti. Sonra Libya petrollerine, sus payı verdiği Avrupa ülkeleri ile paylaşarak yöneldi. Yine aynı dönemde İran'a diş geçiremeyince onu bir sonraya bırakarak hedeflerine Türkiye'yi koydu.

Aslında ABD’nin Türkiye planları taa 19.yy. ilk yıllarında başlamıştı. I. Dünya Savaşında (1914-18) Türkiye ile ABD karşı bloklarda ve cephelerde yer almışlardı. Osmanlı Devleti o savaşta Almanya'nın müttefikiydi. Sonuçta  1923 Lozan Barış antlaşması imzalanmıştı. Ama bu antlaşma ABD senatosu tarafından hiçbir zaman kabul görmemişti. 

Daha sonra 1947 Marshall planı ile içimize sızan ABD, köy enstitülerini kapatarak eğitimimizi sakatlayıp, sanayimizin gelişimini engellediği gibi, ülkemizdeki en az üç askeri darbede de perde arkasında yer aldı.

Sonuçta yeni hedef Türkiye olunca, bizimde haklı olarak Rusya yakınlaşmamız ortaya çıktı. ABD bunu engellemek  istedi. Önce, Fetöcü  pilotlara Rus uçağını düşürttüler. Ardından yine Fetöcü bir haine, Rusya`nın Ankara Büyükelçisi Karlov`u öldürttüler. Rusya, bu provokasyonların adresinin ABD olduğunu anlamakta gecikmedi.

Kötü giden ilişkiler, İstanbul Başkonsolosluğu çalışanının tutuklanmasının ardından vize işlemlerinin askıya alındığı Ekim ayında dibe vurdu. Türkiye’de ABD’nin 15 Temmuz darbe girişimi ile “bir ilgisi olduğu” algısı, Ankara’nın Fethullah Gülen’in iade edilmemesinden duyduğu “hayal kırıklığı”, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemini alma kararı, korumalar krizi ve  son olarak Washington’un Suriyeli Kürtlere verdiği destek iki ülkeyi beklenen sona doğru yaklaştırdı. 

ABD  özellikle son bir yıl da Türkiye’nin defalarca uyarmasına rağmen Suriye`deki teröristlere 5 bin tır dolusu silah gönderdi. “Bu silahları biz DEAŞ`la mücadele için gönderiyoruz, DEAŞ temizlendikten sonra silahları PYD`den toplayacağız” diyerek. 

Bu arada ABD’nin asıl hedefi de şekillenmeye başlamıştı. Ortadoğu’da  “otur” dediğinde oturacak, “kalk” dediğinde kalkacak bir müttefik yaratmaktı. Bu anlamda Türkiye’yi bir türlü ayartamayınca,40 yıldır yatırım yaptığı, silah verdiği PKK ile filörte geçti. Bölgede  çıkacak olası bir savaşta  40-50 bin kişilik bu teörist gurubu istediği gibi kullanacak, dahası  ABD askerlerini  bölgeye sürüp, olası ABD kamuoyu tepkisini almayacaktı. 

Peki ABD, stratejik müttefik, NATO üyesi Türkiye varken  bölgedeki operasyonlarını neden  PYD ile gerçekleştirmeye çalışıyordu? Cevabı aslında çok basitti. ABD, Türkiye ile işbirliği yapsaydı, reel politik gerçeklerle yüzleşecekti. Türkiye, Amerika`nın çıkarlarını değil, kendi olmazlarını ve bölgenin hassasiyetlerini öne çıkaracak, bu da ABD`nin hiç ama hiç işine gelmeyecekti. 

Dahası, Fırat Kalkanı harekatı yapıldığında Türkiye  tüm dünyaya özelliklede ABD’ye şu mesajı vermişti. “Türkiye, sınırlarında bir tehdit gördüğünde, nerde ve ne zaman olursa ve neye mal olursa olsun müdahale edecek, gereğini yapacaktır.” Diye.

Türk-Amerikan ilişkileri, gerçekten ilginç, gerilimli bir dönemden geçiyor. Onların bu tutumu karşısında, Ankara’nın ülkemizdeki 11 Amerikan üssü ve lojistik destek uçaklarının kalktığı söylenen İncirlik konusunu bir kez daha gözden geçirmesinin zamanı geldi de geçiyor.    Selam ve Sevgiler…

YORUM EKLE