“Doğru olanı dokuz köyden değil, tüm köylerden kovuyorlar”
İsmail HAYAL
İlkokul birinci sınıfta tanışmıştık bu erdemlerle. Her zaman gurur duyduğumuz gibi “Türk’üm” diyerek başlamıştık hayatımıza. Türk unvanı Müslümanlığımızdan sonra kazanılan en büyük haslet. Ve bir üst kimlik. Bu kimliğin kucaklayıcı iksiri içinde yetmiş iki millet, mezhep, fikir bir potada yoğrularak TÜRK kimliği altında asırlardır hür ve kardeşçe yaşamışızdır. Mazimizden bihaber olanları ve geçilen kilometre taşlarını görmek isteyenlere TRT’de yayına başlayan Ertuğrul-Diriliş dizisini izlemelerini ve bilhassa okul çağındaki yavrularımıza izlettirmelerini şiddetle tavsiye ediyorum. Yayın saati öğrencilerimiz düşünülerek erkene alınırsa daha faydalı olacağı kanaatindeyim.
Ve ardından en önemli erdem olacak ki “doğruyum” demiştik. Doğruluk her şartta, her mevsimde, her platformda, hayatın her aşamasında panzehir diye alınacak bir erdem. Hani her devrin adamı değil, her devirde adam olmanın ilk şartıdır doğruluk. DOĞRULUK Yunus’un gönül dünyasında hayat bulduğu misal gönül verdiği kapıya eğri odunu yakıştırmayacak kadar güzel görmenin eseridir. Ve ardından;
“Cümleler doğrudur sen doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen” diyebilmenin esrarengiz kazanımıdır.
Ve “Çalışkanım” diyoruz doğruluğumuzun hemen ardından. Çalışkanız evet doğrudur. Baba parasına, mirasa, avantaya, harama meyletmezsek eğer. Çalışkanız ama ortada bir şey yok. Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün izindeyiz demişiz ancak izindeyiz yerine hala izin kullanıyoruz.
Büyüklere saygı, küçüklere sevgi de hak getire. En son bir garibin, bir yetimin veya evladının saçını ne zaman okşadın haberin yok. Büyükleri unutmuşuz bir köşede, kendi dünyalarında. Bize apartmanlar bağışlayan anne ve babalarımızı huzurevlerinde (!) unutuvermişiz. Evde, sokakta, okulda büyüklerimize saygı kalmadı.
Yurt ve milletimizi de özümüzden çok sevmek vardı ya o da başka bir bahara kaldı artık. Yurdu ve bu aziz toprakları bize bırakanları, şehitlerimizi, gazilerimizi de anmıyoruz, anlamıyoruz artık. Özümüzden, sözümüzden bihaber yaşıyoruz. Gözümüz kendi nefsimizden başkasını görmez oldu. Nefsimize taparken, yanımızda, çevremizde kim varsa onları da dışlamışız, hor görmüşüz.
Liyakat, eğitim ne menem bir şey. Ona bakan da yok şimdiki toplumda. Dayısını bulan atı Üsküdar’dan değil kaç Üsküdarlardan geçiriyor bir görseniz. Eğitime ne gerek var, liyakat nerenin kazası?
Olmasın dünya senin neye yarar ki? Tüm Gümüşhane’yi bırak ülkeyi sana verseler ahirin toprak değil mi? Bu hırsın kime, bu koşuşturmaca nereye, kabre gitmiyor musun? Öteye hazırlığın ne âlemde? Heybende dünyalıkların dışında neyin var ki? En son aynaya bakıp ne zaman hasbıhal eyledin?
Ve son olarak kefenin cebi yok unutma sakın.
İsmail HAYAL
İlkokul birinci sınıfta tanışmıştık bu erdemlerle. Her zaman gurur duyduğumuz gibi “Türk’üm” diyerek başlamıştık hayatımıza. Türk unvanı Müslümanlığımızdan sonra kazanılan en büyük haslet. Ve bir üst kimlik. Bu kimliğin kucaklayıcı iksiri içinde yetmiş iki millet, mezhep, fikir bir potada yoğrularak TÜRK kimliği altında asırlardır hür ve kardeşçe yaşamışızdır. Mazimizden bihaber olanları ve geçilen kilometre taşlarını görmek isteyenlere TRT’de yayına başlayan Ertuğrul-Diriliş dizisini izlemelerini ve bilhassa okul çağındaki yavrularımıza izlettirmelerini şiddetle tavsiye ediyorum. Yayın saati öğrencilerimiz düşünülerek erkene alınırsa daha faydalı olacağı kanaatindeyim.
Ve ardından en önemli erdem olacak ki “doğruyum” demiştik. Doğruluk her şartta, her mevsimde, her platformda, hayatın her aşamasında panzehir diye alınacak bir erdem. Hani her devrin adamı değil, her devirde adam olmanın ilk şartıdır doğruluk. DOĞRULUK Yunus’un gönül dünyasında hayat bulduğu misal gönül verdiği kapıya eğri odunu yakıştırmayacak kadar güzel görmenin eseridir. Ve ardından;
“Cümleler doğrudur sen doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen” diyebilmenin esrarengiz kazanımıdır.
Ve “Çalışkanım” diyoruz doğruluğumuzun hemen ardından. Çalışkanız evet doğrudur. Baba parasına, mirasa, avantaya, harama meyletmezsek eğer. Çalışkanız ama ortada bir şey yok. Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün izindeyiz demişiz ancak izindeyiz yerine hala izin kullanıyoruz.
Büyüklere saygı, küçüklere sevgi de hak getire. En son bir garibin, bir yetimin veya evladının saçını ne zaman okşadın haberin yok. Büyükleri unutmuşuz bir köşede, kendi dünyalarında. Bize apartmanlar bağışlayan anne ve babalarımızı huzurevlerinde (!) unutuvermişiz. Evde, sokakta, okulda büyüklerimize saygı kalmadı.
Yurt ve milletimizi de özümüzden çok sevmek vardı ya o da başka bir bahara kaldı artık. Yurdu ve bu aziz toprakları bize bırakanları, şehitlerimizi, gazilerimizi de anmıyoruz, anlamıyoruz artık. Özümüzden, sözümüzden bihaber yaşıyoruz. Gözümüz kendi nefsimizden başkasını görmez oldu. Nefsimize taparken, yanımızda, çevremizde kim varsa onları da dışlamışız, hor görmüşüz.
Liyakat, eğitim ne menem bir şey. Ona bakan da yok şimdiki toplumda. Dayısını bulan atı Üsküdar’dan değil kaç Üsküdarlardan geçiriyor bir görseniz. Eğitime ne gerek var, liyakat nerenin kazası?
Olmasın dünya senin neye yarar ki? Tüm Gümüşhane’yi bırak ülkeyi sana verseler ahirin toprak değil mi? Bu hırsın kime, bu koşuşturmaca nereye, kabre gitmiyor musun? Öteye hazırlığın ne âlemde? Heybende dünyalıkların dışında neyin var ki? En son aynaya bakıp ne zaman hasbıhal eyledin?
Ve son olarak kefenin cebi yok unutma sakın.