(Ah)lar var öyle közlü yangınların nar nar alevlerin içinden çıkıp gelen.
(Vah)lar var (vav) harfi gibi eğik ve iki büklüm.
İnsanların hikayeleri, hikayelerin hakikatleri, hakikatlerin hakkı var .Nedir şu insan dedikleri? Çoktur yapıp ettikleri.
Yaprakları renkli masal kitapları vardır.İçinde de çoğu mutlu yazılan masalları vardır.Hele içinde bir kış günü dışarıda lapa lapa kar yağıyordu.Odunlar sobada köz köz oluyor, güğümden sular (cıs )sesi ile damlıyordu. Küçük çocuk okuldan gelmiş çantasını açmış derse koyulmuştu. Annesinin pişirdiği yemek bütün evi kokusuyla mest ediyordu. Babası çocuğa şevkat ile bakıyor annesi o gül kokulu dularını kalbinin şükrü ile katık yapıp bir yandan da yemeği sobadan alıyordu. Masal ya yazılıp okunması masal bir masal işte .Sonra gerçek olmasından büyük bir hüzün duyduğumuz varlığı var , yokluğu inkâr edilemez bir dünya vardır.Bir pencereye yanaşıp da bakınca kışın soğuğundan daha soğuk bir hayata rastlarız. Üşümesi yanmayan sobadan mı yoksa babasızlıktan mı anlayamıyordu. Henüz anlamayı anlayacak yaşta değildi çocuk. Dışarıdan bakınca çelimsiz vücudundan dört yaşlarında belki nüfusta yedi yaşlarında idi. Soba yoktu, odun hiç yoktu. Ekmek belki iki parça ama yüreği paramparça idi. Var olan bir şey vardı .Hemde varlığı öyle fazla idi ki evde , sofrada, çıplak ayaklarında çok kuvvetli bir var vardı.Oda yok(luk)tu.Bir de babası vardı. İyice bakıyoruz yarı boş eve. Güzel yüzlü bir anne görme umudu ile içimiz kıpır kıpır. Sonra ayağımız kayıyor, başımız dönüyor, gözümüzün ışığı bir noktaya kilitleniyor. Orada katlı duran ,sanki evin en kıymetli hazinesi sayılan eskimiş bir yazma çarpıyor gözümüze. Babanın yarım kalmışlığı, çocuğun yarıda kalmışlığı ile gerçek yüzümüze çarpıyor. Bir kareye sığamayacak bir fotoğraf. En iyi açıdan dahi en derin sızının yansıyamayacağı bir fotoğraf.
Yüzümüz yerde , gönlümüz toprakta ilerliyoruz. Burnunuza kestane kokusu geliyor. Amcanın ellerinde hayat çizgileri,teyzenin ellerinde elli sene öncesinin gelin kınası. O kına yakıldı yakılalı ellerinde hep. Ne yarinden ne de kınasından ayrılmış. Şimdi de tükenip giden bir ömürde sıcak kestane tadını damaklarına kazıyorlar.
Birden bir kar topu çarpıyor yüzümüze. Bütün acı gerçekler kadar soğuk, bir kış mevsimi kadar gerçek.Cocuklar gökyüzünün uçurtmaları, evin altın topları, sesleri bülbül, elleri, ayakları sevilesi ve öpülesi dünyanın en sevimli varlıkları diye geçiriyoruz içimizden. Öyle içimize öyle kalbimize akıyorlar. Onlarla oyun kurmak, onların huzuruna ermek istiyor insan.
Kış yapıyor yapacağını tabi çocukların da hakkını yememek lazım. Kızakları ile kaydırdıkları yolları kış beyaz örtüsüyle örtüyor. Derken sebze taşıyan amca kamyonuyla adeta karda dans ediyor. Çocuklar öyle çok gülüyorlar ki çünkü onlar sadece mutlu olmayı biliyor. Sokakta kim varsa yardıma gidiyor diyelim de bizim de bu masalımız mutlu sonla bitsin.
Bu masalı madem biz yazıyoruz küçük arkadaşlarımızdan da bahsedelim. Beş katlı bir apartman önünde kış günleri hayvanları aç kalmasın diye kaplar bırakılmış.
Babalar çocuklarıyla kartondan evler yapmışlar dışlarını da bir güzel sarmışlar. Anne köpek ve yavru köpeği havlayarak karda oynuyor. Karınları tok üşüse girecekleri bir evleri var.. Hep diyoruz ya iyi insanlar, insan olan iyiler iyi ki var.
İyilik bulaşıcı bir hastalıktır umarım hepimiz bu hastalığa yakalanırız.
Hepimizin elleri rızıkla, dilleri dua ile, kelimelerin en güzeli ile boyansın. Ellerimizi soba gönüllerimizi de birbirimiz ile ısıtmak dileğiyle...
canım arkadaşım yüreğine sağlık