ABD’nin önderliğinde Büyük Ortadoğu Projesi’nin çarkları, belli aralıklarla dönmeye başladıkça her seferinde bir Müslüman ülke, çarkın dişlileri arasına giriyor. Planlaması çok evvelden yapılan projeye göre, İsrail dışındaki tüm Ortadoğu ülkeleri sırayla vizyona giriyor. Dahası bölgede olup bitenlere; Rusya ve Çin gibi küresel aktörlerin rekabeti de eklenince 1. ve 2. dünya savaşları sonrasındaki dönüşümlere doğru gidiliyor.
Son yarım yüzyılda tarihi, dini, coğrafi, etnik, ekonomik pek çok açıdan Türkiye'nin de paydaşı olduğu Ortadoğu, her şeyin yeniden şekillendiği bir altüst oluş yaşıyor. Bugün sağlam gibi duran ülkeler, Tunus'tan esmeye başlayan fırtınanın kendilerine ne zaman ulaşacağını bekliyor. Dahası dünyanın en kıymetli enerji kaynaklarına ve en kutsal mekânlara ev sahipliği yapan Ortadoğu, çok tehlikeli mezhepsel bir kutuplaşmaya doğru da itiliyor.
Vizyondaki yeni ülke ise Suriye. Gerçektende Suriye’de uzun süreden beri devam eden ve bir iç savaş haline dönüşen çatışmalar, şimdiden vahim boyutlara ulaşmış durumda. Onbinlerce sivil insan hayatını kaybetti.
Çatışmaların halen sona ermemesinin ve Esad’ın düşürülmemesinin ana nedeni ise Amerika ve müttefiklerinin gelişen olaylara yaptığı gizli müdahaledendir. ABD, Esad’ın düşürülmesinden ziyade Esad sonrası planlarına ulaşmak için uygun zeminin ve ortamın oluşmasını beklemektedir. Zira Mısır örneği kendileri için acı bir tecrübe olarak durmaktadır. Orada Mübarek sonrası oluşan yapı, menfaatleri açısından Mübarek’li dönemi bile aratmıştır. Çünkü Mısır da halkın iradesini yönlendirememişler ve halk kendi içinden bir hükümet çıkarmayı başarmıştır.
Esed açısından da neresinden bakılırsa bakılsın ümit verici bir gelecekten söz etmek mümkün görünmüyor. Yani, Esad’ı “Kaddafi’ye benzer” trajik bir finalin beklediği söylenebilir. Ancak asıl sorun Esed’den sonraki günlerde, yaşama tutunmaya çalışacak Suriyelilerin ne kadar derin bir travma ile yüzleşmek zorunda kalacağıdır.
Suriye krizinin ülkemize ödettiği faturada oldukça büyüktür. Göç dalgası, PKK uzantısı grupların durumu ve rejimin kimyasal, biyolojik silahları. Düşünün; "Ülkesini yönetemeyen iki devletle sınırız: Irak ve Suriye. İki ülkede de ülkenin tamamını temsil eden yönetimler yok. Coğrafyanın dayatması olan bu tercihlerle yüzleşmek durumunda kalmışız. Evlerini terk edip kaçan 3 milyon Suriyeli var. Bunlardan Türkiye'ye giren Suriyelilerin sayısı şimdiden 178 bini geçmiş durumda. Dahasını nasıl ve ne zamana kadar kaldırabiliriz bilinmiyor.
Aslında ülke olarak bizlerde büyük dersler almamız gereken günlerden geçiyoruz. Bir gün sıranın bize geldiği gerçeğiyle yüzleşmekte küçük bir olasılık olmadığına göre, ulusal politikalarımızı iyi belirleyip, sağlam adımlarla, dostumuzu ve düşmanımızı iyi tanıyarak geleceğimize yön vermeliyiz.
Bölgemiz ve komşularımız ile yaşananları gördükçe, ortamı ve ülkeler arası dostluk-çıkar ilişkilerini en iyi özetleyen Hz.Ali’nin şu sözü aklıma geldi. Dilerseniz onunla bitirelim… "Dostlarım üçtür düşmanlarım da üçtür;
Dostlarım: Dostum, dostumun dostu, düşmanımın düşmanı.
Düşmanlarım: Düşmanım, düşmanımın dostu, dostumun düşmanı."
Selam ve Sevgiler…
Son yarım yüzyılda tarihi, dini, coğrafi, etnik, ekonomik pek çok açıdan Türkiye'nin de paydaşı olduğu Ortadoğu, her şeyin yeniden şekillendiği bir altüst oluş yaşıyor. Bugün sağlam gibi duran ülkeler, Tunus'tan esmeye başlayan fırtınanın kendilerine ne zaman ulaşacağını bekliyor. Dahası dünyanın en kıymetli enerji kaynaklarına ve en kutsal mekânlara ev sahipliği yapan Ortadoğu, çok tehlikeli mezhepsel bir kutuplaşmaya doğru da itiliyor.
Vizyondaki yeni ülke ise Suriye. Gerçektende Suriye’de uzun süreden beri devam eden ve bir iç savaş haline dönüşen çatışmalar, şimdiden vahim boyutlara ulaşmış durumda. Onbinlerce sivil insan hayatını kaybetti.
Çatışmaların halen sona ermemesinin ve Esad’ın düşürülmemesinin ana nedeni ise Amerika ve müttefiklerinin gelişen olaylara yaptığı gizli müdahaledendir. ABD, Esad’ın düşürülmesinden ziyade Esad sonrası planlarına ulaşmak için uygun zeminin ve ortamın oluşmasını beklemektedir. Zira Mısır örneği kendileri için acı bir tecrübe olarak durmaktadır. Orada Mübarek sonrası oluşan yapı, menfaatleri açısından Mübarek’li dönemi bile aratmıştır. Çünkü Mısır da halkın iradesini yönlendirememişler ve halk kendi içinden bir hükümet çıkarmayı başarmıştır.
Esed açısından da neresinden bakılırsa bakılsın ümit verici bir gelecekten söz etmek mümkün görünmüyor. Yani, Esad’ı “Kaddafi’ye benzer” trajik bir finalin beklediği söylenebilir. Ancak asıl sorun Esed’den sonraki günlerde, yaşama tutunmaya çalışacak Suriyelilerin ne kadar derin bir travma ile yüzleşmek zorunda kalacağıdır.
Suriye krizinin ülkemize ödettiği faturada oldukça büyüktür. Göç dalgası, PKK uzantısı grupların durumu ve rejimin kimyasal, biyolojik silahları. Düşünün; "Ülkesini yönetemeyen iki devletle sınırız: Irak ve Suriye. İki ülkede de ülkenin tamamını temsil eden yönetimler yok. Coğrafyanın dayatması olan bu tercihlerle yüzleşmek durumunda kalmışız. Evlerini terk edip kaçan 3 milyon Suriyeli var. Bunlardan Türkiye'ye giren Suriyelilerin sayısı şimdiden 178 bini geçmiş durumda. Dahasını nasıl ve ne zamana kadar kaldırabiliriz bilinmiyor.
Aslında ülke olarak bizlerde büyük dersler almamız gereken günlerden geçiyoruz. Bir gün sıranın bize geldiği gerçeğiyle yüzleşmekte küçük bir olasılık olmadığına göre, ulusal politikalarımızı iyi belirleyip, sağlam adımlarla, dostumuzu ve düşmanımızı iyi tanıyarak geleceğimize yön vermeliyiz.
Bölgemiz ve komşularımız ile yaşananları gördükçe, ortamı ve ülkeler arası dostluk-çıkar ilişkilerini en iyi özetleyen Hz.Ali’nin şu sözü aklıma geldi. Dilerseniz onunla bitirelim… "Dostlarım üçtür düşmanlarım da üçtür;
Dostlarım: Dostum, dostumun dostu, düşmanımın düşmanı.
Düşmanlarım: Düşmanım, düşmanımın dostu, dostumun düşmanı."
Selam ve Sevgiler…
mevlütçiğim nereye bakıyorsun ?selamlar