Türkiye nihayetinde kendi çabaları ile ürettiği bir otomobile sahip oldu. Cumhuriyetin kuruluşunun 99. Yılında büyük bir törenle ilk otomobil üretim bandından inerek halka tanıtıldı. Yetkililerin belirttiği üzere 2023 Şubat’ında ön siparişler alınacak ve yine 2023 Mart ayında satışa sunulacak. Bu ülkemiz için büyük bir gurur kaynağıdır.100 den fazla mühendis gece gündüz 3 yıl çalışarak bu eseri ortaya koymuşlar. Biz yurttaşlara gururlanmaktan daha fazla sorumluluk düşer. Bu esere sahip çıkmalı, korumalı ve geliştirilip dünyaya pazarlanmasında itici güç olmalıyız.
1961 yılında 3 ay gibi bir sürede prototipi yapılan Devrim otomobilinin seri üretime geçmeden akamete uğratılmasının üzerinden tam 61 yıl geçmiş. O günün şartlarında Devlet Demir Yolları fabrikasında 30 mühendisin üç ayda üretebildiği bir teknoloji için 60 yıl beklemiş olmamız aslında milli bir kusurdur. Bu gün ne kadar sevinsek dahi bu kusurumuzu yüzümüze söylemekte yarar var.
Otomobil neden bu kadar önemlidir? Çünkü dünyadaki endüstri ürünlerinden en baskın sektör odur. Sadece ülkemizde 25 milyonun üzerinde motorlu araç vardır. Bu araçların pek çoğu ülkemizde üretilse de lisansları başkalarına ait olduğu için bize ait sayılmıyorlar. Otomotiv sektörü sadece otomobilden ibaret değildir. Bütün ticari araçları iş makinelerini ve büyük ulaşım araçlarını da bu sektörde düşündüğümüzde devasa bir üretim ve yatırım alanı ortaya çıkıyor. Şu anda sadece elektrikli bir otomobil üretmenin gururunu yaşıyoruz bir düşünsenize şu anda Almanya 7 ayrı marka ile (BMW,Audi,Volkswagen,Porsche,Opel,Alpin) otomobillere ek olarak otobüs, minibüs, kamyon, ticari araç ve iş makineleri de üretiyor. Yani bizim henüz bir markamız ve bir otomobilimiz varken onların 7 markası ve onlarca çeşit araç üretimi var. Üretim değeri olarak 70-80 kat önümüzdekilerle yeni rekabete girmiş olacağız. Yolumuz uzun olsa da bütün yollar ilk adımla başlar, şimdi ilk adımızı attık. Millet olarak kararlılıkla bu yolda ilerlememiz gerekiyor.
Otomobilin adının TOGG konulmasını bende herkes gibi çok beğenmedim ancak sonra düşündüm ki bu büyük projeyi yapanlar bu konuda çok kafa yormuşlardır. Belki Türkçe kulağa hoş gelmiyor ama uluslararası dilde (İngilizce , Almanca, Fransızca .vb) bir karşılığı olabilir. Gerçekten de TOGG açılış töreninden projenin Ceo’su Gürcan Karakaş yaptığı açıklamada bu isim sadece Türkiye'nin Otomobili Girişim Grubu ‘nun kısaltması olarak düşünülmedi aynı zamanda İngilizce “birlik, beraberlik, hep birlikte anlamına gelen “TOGETHER” sözcüğüne bir göndermedir, dedi. Bunu duyunca bende herkes gibi isabet olmuş dedim.
Maalesef ki “Türkiye’de yerli otomobil yapmak, otomobil sanayinin intiharıdır” diyen Ali Koç gibi düşünenler pek çoktur. Kendi 25 kuruşluk çıkarı için milletin milyonlarını hiçe sayan pek çok vatandaşımızın olması pek üzücü ebetteki… Servetlerini uluslararası şirketlerin çıkarlarını korumada gösterdikleri maharetle elde eden pek çok holding ve zenginler sınıfından bu tür şeyleri duymak şaşırtıcı değil. Asil olan milletin sağ duyusu buna ne diyor ona bakmak lazım.
Bu yazıyı yazmadan önce yerli otomobilimizi daha çok övebilmek adına “Dünyada kimler elektrikli otomobil üretebiliyor?” diye baktığımda sevincim kursağımda kaldı. Ben sadece ünlü otomobil üreten büyük sanayileşmiş ülkeler üretebilmiştir diye beklerken karşıma bu ülkelere ek olarak şu liste çıktı. Otomobil sektöründe hiç anı sanı duyulmayan Malezya, Endonezya, Vietnam, İran, Çekya, Brezilya, Madagaskar, Meksika, Romanya, Tayvan, Tunus, Ukrayna gibi ülkelerin de elektrikli otomobil ürettiklerini öğrenince hem hevesim kaçtı hemde üzüldüm. Sadece İran’da otomobil üreten üç ayrı marka varmış. Tunus’un bile bu işte bizden önce davranmış olması beni oldukça şaşırttı. Her şeye rağmen, geç kalmış olmamıza rağmen bu eserde emeği olan herkesi kutlamak ve emeklerine sağlık demek benim ve herkesin yurttaşlık borcudur.
MADEN KAZASI
Aslında bu ayki makale konum bu maden kazası idi ancak yerli otomobil üretime başlayınca onu es geçmezdim. O nedenle ikisini bir arada yazmak gerek oldu. Geçtiğimiz ay içerisinde Bartın Amasra’da 41 madencimizi daha kaybettik. Somada 2013 yılındaki 301 madencinin ölmesi ile sonuçlanan kazanın üzerinden 10 yıl bile geçmeden böyle büyük bir felaketle karşılaştık. Bütün milletimizin ciğerleri yandı. Şahsım gece sabaha kadar uyumadım, uyuyamadım. Şu anda birileri toprak altında belki kurtarılmayı bekliyordur diye düşünerek sabaha kadar dua ettim. Ama ne yazık ki, üzüntüm bununla sınırla kalmadı. Yetkililer ölen madencilerin cenaze törenlerinde öyle laflar ettiler ki, kanım kurudu. Olayı kadere bağlayarak şehit yakınlarını teskin etmek istediler ama bu sözcükler basının önünde halkın duyacağı şekilde söylenince işin rengi değişti.
Olayın kaderden kaynaklandığı ve bizim kadere inanmamız ifade edilirken, bir cenaze sonrası yapılan basın açıklamasında; “her canlı ölümü tadacaktır” ayeti devlet yetkilisi tarafından halka söylendi. Bu ayetteki mana apaçıktır elbet. Yaşayan her canlının ömrü belli süreler ile sınırlıdır, kimse ölümsüz değildir, mealindedir ve hemen hemen her cenazede İmamlar tarafından ifade edilir. Ama bu ifadeyi madencilerin can güvenliğinden sorumlu devlet yetkilisi söyleyince başka manalara gelir. “Biz her türlü önlemi aldık ve kaza yine meydana geldi, Ön göremediğimiz ve üstesinden gelemediğimiz bir durumla karşı karşıyayız manasına gelir.” Oysaki ilk bulgular olayda kusur ve ihmal olabileceği yönünde idi. Madencilerin tedbirsizlik yüzünden ölüme gitmiş olma ihtimali varken “Her canlı ölümü tadacaktır” ayetini devlet yetkilisinin basın önünde okuması doğru mudur? Alkollü araç kullanarak birinin ölümüne sebep olan birisi ile yer altındaki maden ocaklarında metan gazının ölçümünü düzenli yaparak, artış durumunda gerekli önlemleri almayıp, patlamaya sebep olan birisinin fiili arasında ne fark vardır. Bina yaparken eksik ve kalitesiz malzeme kullandığı için en küçük bir sarsıntıda yerle bir olan ve onlarca kişinin ölümüne sebep olan bir yetkili ile bu maden mühendisinin sorumluluklarını yerine getirmemesi arasında ne fark vardır? İnsandan kaynaklı kusurları “kader” ile açıklamak ne kadar doğrudur?
Devletin görevi insanların yaşamasını sağlamaktır. Bütün devlet anayasalarında insanın mal ve can güvenliğini korumak ve teminat altına almak ilk önce gelir. İlahi emirde Allah “Bir insanı kasti olarak öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir,” buyurur. Bu ayetin neresinde kaderden söz edilir. Halk olarak devlet yetkililerinden bu kazalar sonucu duymak istediklerimiz şunlardır:
“Evet öyle görülüyor ki bir ihmal yada bir kusur sonucu bu kaza olmuştur. Biz devlet olarak bu tür kazaların bir daha olmaması için bütün tedbirleri alacağız. Halkımız müsterih olsun ki hatası olanlar cezalarını çekecekler ve bu tür hassas noktalarda liyakati olmayan insanlar görevlendirilmeyecektir.” Bu türden halkı teskin edecek sözleri devletten beklerken olayı kadere bağlamak ve adeta “Zaten bir gün ölecektiniz, sonuçta bu maden kazasında öldünüz” mealinde bir söz söylemek ne kadar doğrudur? Olayı kadere bağlarsak bu kazaların önüne nasıl geçebiliriz? Bizden 100 kat daha fazla kömür çıkaran Çin de bizim kadar kaza olmaması ve daha az insanın ölmüş olmasını ve maden kazalarında ölüm oranında dünyanın birincisi olduğumuzu dikkate almayacak mıyız? Bu kaderin bir sonucudur mu diyeceğiz?
Yazımın devlet yetkilileri tarafından dikkate alınması temennisi ile..