Ramazan ayında, mahzunuz; çünkü ismiyle mukaddes, çevresiyle mübarek kılınmış Kudüs yaralıdır. Gazze saldırı altındadır. Mescid-i Aksâ’ya ve Filistinli kardeşlerimize karşı azgın ve zorba bir topluluğun barbarca saldırılarına şahit oluyoruz.
Bu zulme karşı İslam dünyası nerede? Diye soran olursa derin uykuda diyebiliriz!
Bir kaç cılız “kınama” sesi çıksa da gözü dönmüş İsrail kimseyi dinlemiyor.
Onların dinleyeceği bir devlet var oda sırtını dayadıkları ABD!
Zaten birlikte hareket ediyorlar!
Özellikle sahur vaktinde baskın üstüne baskın yapıyorlar yetmedi havadan masum ve savunmasız Müslümanların üzerine bomba yağdırıyorlar!
İkiyüzlü batı, olan biteni sadece seyrediyor.
Biz ise yapılan zulmü yıllardır kınamaktan başka bir adım ileriye gidemiyoruz!
Sözümüz dinlenmiyor.
Gözünü Müslüman kanı bürümüş İsrail; Çocuk, yaşlı, kadın demeden masum canları şehit etmekte, Müslümanların Kudüs’e giriş ve çıkışlarını, Mescid-i Aksâ’da ibadet etme hürriyetlerini engellemekte sınır tanımıyor.
Kudüs, bir İslam yurdudur. İslam’ın ilk kıblesi olan Mescid-i Aksâ, Müslümanlara aittir. Kudüs meselesi, sadece Filistinlilerin değil bütün Müslümanların ortak meselesidir.
Bu mübarek ramazan ayı vaktinde ellerimizi semaya açıp dua etmekten başka çare yok!
Hepimizin yüreğini kanatan görüntüleri çaresizce televizyonlardan izleyip zalim İsrail için beddua etmekten başka ne yapabiliriz ki…
Allah’ım içimizden geçenleri sen biliyorsun!
Neyse…
***
Bu girizgâhtan sonra asıl yazmak istediğim konuya geleyim.
Birkaç gün önceydi.
Evde iftar saatini beklerken televizyon kanallarından birine gözüm takıldı.
Ana haber bülteni, ülkedeki son gelişmeleri ekrana getiriyordu.
Depremde ağır hasar gören Hatay’ın, şehirlerarası otobüs terminalinde genç bir muhabir elinde mikrofonla gözüne kestirdiği yolculara sorular sorup cevaplar almaya çalışıyor.
Elindeki mikrofonu orta yaşlı bir bayana uzattı.
-Hatay’a geri döndünüz? -Nereden geliyorsunuz? Sorusu karşısında birkaç saniye duraksayan bayan üzüntüsü ses tonuna yansımış biçimde “İzmir’den yakınımızın yanından geliyorum evladım. Memleketimize geri döndük. İnsan eti ağırdır!” diye ilk defa duyduğum bir cevap verdi.
“İnsan eti ağırdır” sözü. Muhtemelen bölgede kullanılan bir deyim diye düşündüm.
Şaşkın bir vaziyette bunun anlamını düşünürken yanımda bulunan eşim halime daha fazla dayanamayarak “ Allah kimseyi evinden yurdundan uzak durumda bırakmasın. Demek ki yakınları da olsa insan kendi evini özlüyor. Kendi evinde rahat ediyor…” diye yorumda bulundu.
Kolay değildi o bayanın yaşadıkları ve anlattıkları.
Enkazdan sağ çıkarak belki de birçok yakınını kaybedip göç etmek zorunda kalıp bir süre sonra yaşadığı harabe şehre dönmek.
Tüm bunlar zihnimden geçerken Hatay’a dönülmesi son derece kıymetli ama bu cümle beynime çivi çakılmıştı…
Bir süre daha orta yaşlı bayan mikrofona konuştuktan sonra daha fazla kendini tutamadı. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı.
O ağladı ekran karşısında bizi de ağlattı.
Neresinden bakarsanız bakın büyük bir imtihan deprem!
Hepimiz için…
Yaşam tüm zorluklara rağmen devam ediyor.
Hayatta kalanlar yaşama tutunmaya çalışıyor.
İftara çok az bir zaman kalmıştı.
Ezan okunmak üzereydi!
Depremzedeler bu durumda iken biz neler yapabiliriz?
Diye düşündüm bir süre…
Orta yaşlı o bayanın konuştuklarını dinleyince bu hafta yazmak istedim.
Bizlerin yapacağı bu mübarek ramazan ayında depremzedelere yardım etmek, onların acısını bir nebze de olsa dindirebilmek.
Zekât ve fitrelerimizi, yardımlarımızı bu kardeşlerimize bir yol bulup ulaştırmak.
Zekât…
Dayanışmanın ve yardımlaşmanın en önemli aracı!
Bu ramazanda daha da önemli bir hale geldi.
Bir garibin, bir depremzedenin duasından nasip almak, bir muhtacın sofrasında iftar sevinci olmak.
Yapanlar için ne büyük nimet!
Zekat konusuna girmişken, kısaca ferde ve topluma faydalarını yazarak yazımızı tamamlayalım.
1-İnsanı cimrilikten kurtarır.
2-Rûhî huzura kavuşturur.
3-Fakirlik vesvesesinden, endişesinden kurtarır.
4-Lüks ve israfı önler.
5-Fakir ve zengini birbirine yaklaştırır, kaynaştırır.
Bu gün dünyada toplumları sarsan önemli sebeplerden biri de zenginler ile fakirler arasında uçurum olması, sevgi bağı olmaması, zenginin fakirin derdiyle ilgilenmemesi.
Geçtiğimiz cuma hutbesinde hocanın söylediği gibi İslam dünyası zekâtını hakkıyla hesaplayıp fakire, muhtaç olan kimselere verse dünyada fakir kalmaz.
Netice olarak zekât Cenâb-ı Hakkın bize emanet ettiği mal ve serveti ihtiyaç sahipleriyle paylaşmaktır.
Kimsesizleri, yetim ve öksüzleri koruyup gözetmek, zenginle fakir arasında gönül köprüleri kurmaktır.
Ne mutlu zekâtını hesaplayıp hakkıyla verenlere…
Hem de “sağ elin verdiğini sol elin görmediği” incelikte hareket edenlere…