Cemil Meriç’le birlikte fikir hayatımızda “Aydın” kavramı yeni bir yorum kazanmıştır. Gerek ortaya koyduğu tavır, gerekse yazdıkları, bu konu üzerinde farklı bir bakış açısı kazandı. İlk etapta “Fildişi Kule” den konuşan üstât, kendini en iyi yansıtan sıfatı da yine kendisi seçti; “O, yapayalnız bir adamdır. Ne cennet ne cehennem… İkisine de hudut bir nokta...” Ben herhangi bir tarikatın sözcüsü değilim. Yani, ilan edilecek hazır bir temayülüm yok. Derslerimde de, konuşmalarımda da tekrarladığım ve darağacına kadar tekrarlayacağım tek tarikat: “ Her düşünceye saygı.”der.
Üstat, en düşman kesildiği düşüncelere yakın; en ziyade muhabbet duyduğu kesimlere de o nispetle muhalif düştü. Hiçbir sınıfa, ideolojik ve politik gruba mensup değildi. Yazdıkları okunur, konuştukları dinlenirken, şuur ikna olur, ruh tatmine ererdi.
“Bir çağın vicdanı olmak isterdim... İdrakimize vurulan zincirlerini kırmak, yalanları yok etmek. Türk insanını, Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak... Mazlum bir kavmin sesi olmak isterdim. Muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbâle bağlayan köprü olmak isterdim. Kelimeden, sevgiden bir köprü.”
“İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleridir. İtibarları menşe’lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı...” İşte hakikat, işte aydın…
Kendisine biati asla kabul etmeyen bir tavır takınır işte âraftaki adam budur. Bu özellik onun fikir ve kültür hayatımızdaki konumunu tespit için mühimdir. Ayrıca Cemil Meriç, bizdeki “aydın” kalitesinin neresindedir?
Eski aydını reddetmek amacında değiliz. Onlar kendi tarihlerinin yankısıydı. Amaç bu dönem aydınımızın fiili karşısında yalnızlığı ve zafiyetidir. Bu zafiyet ancak karşıt fikirler değilse de yeni programlar üretmekte veya geniş bir halk desteğine sahip olmakla tesis edebilir. Ne var ki Osmanlı Türk Devleti’nde sınıf sosyal yapısı, aydını bir grubun sözcülüğüne zorlamıyordu. Böyle bir mecburiyet doğmuyordu. İşte bu adam oluşum çerçevesinde ilmiye, kalemiye, seyfiye gibi ilim grupları doğmuştur. Bu üç kuvvetin iktidarı. “Padişahın iradesini aşamayacak” biçimde egemenliğe ulaşmıştır.
İşte bu sırada Tanzimat büyük bir işlev kazandı. Yabancı ülkelerdeki örnekler hiç fenâ değildi. Sultanın iradesi sınır koymak, halkın haklarından ziyade bürokratik eğilimler daha baskın görünen memur aydın’ın tanzimatı anayasa, meşrutiyet ve cumhuriyet olmuştur.
Aydın, halkın sunduğu ideolojinin kabulünü istiyordu. Fakat ideolojiler zihinleri değiştirirse de halkın yaşantısında neleri değiştireceğine açık-seçik bir cevap vermiyordu. Sosyal yaşantısındaki değişiklik iktidara gelmeye bağlıydı. Aydın, Karşılıksız ve sınırsız imtiyaz peşindeydi. Halbuki aydının elindeki ideolojiler, içi boş kadavralara dönüşmüştü. Çeşitli vesilelerle özünden uzaklaşmışlardı. Bunlar: Hürriyet, eşitlik, millet, milliyetçilik, sosyalizm, demokrasi, emperyalist tavırlara destek olan acayip dini anlayışlar ve daha neticeleri... Bunların hiçbiri halkımızın ihtiyaçlarına cevap verecek durumda değildi. Bu nokta-i nazardan bakıldığında “Eski aydın ile yeni aydın” arasında halk için buluş açısından pek fark yoktur. Böyle olunca da sağ olsun; sol olsun aydınımız önce kendi iktidarını sağlamlaştırmayı düşünüyor. Halkın ihtiyaçları göz ardı ediliyordu.
Tanzimat sonrası Türk aydınına en çok yakışan sıfat: Müstagrip. Edebiyatımız bir gölge-edebiyat; düşüncemiz gölge düşünce. Edebî hastalıklar vardı: Taklit, tercüme…
Asırlardır batılaşma gayreti içindeyiz. Bir yarıştır gidiyor. Ama zirveleri tanımıyorduk. Avrupa’yı Avrupa yapan düşünce fatihleriyle temasımız yasaktı. Türkçe konuşan birer Fransız’dık. Öyle ki Batı’nın her nazına, her cilvesine katlanan, ihtiyar birer âşık olduk. Avam bizi anlamaz diyorduk; avam yini kendi insanımızdı.
Üstat, öz değerlerinden beslenmeyen ve özünü tanımayan Türk aydınının çirkeflik içine düştüğünü ifade ederek, acınacak durumda olunduğunu pek çok eserinde dile getirmiştir. Vatanına garip düşen insanların sefaletlerinden bahseder. Batılaşma uğruna kendine yabancı fertler ortaya çıkmıştır. Bu vahim durumdur.
“Zavallı Türk aydını.” der... Çileli hayatını Türk irfanına adayan münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi olan Cemil Meriç, Türk aydını, tarihi geçmişine vakıf, modern çağın gerekleriyle donanmış, halkıyla iç içe girmiş -örtüşmüş- olmak durumundadır. Doğu-Batı etkileşiminde son derece ilmi ve ölçütleri olan bir kişidir. Cemil Meriç, Türk aydınının sağlam bir zeminde olmadığını söyler. Öyle bir zemin ki kaypak ve muğlâk...
Şöyle ki muhatabı olsa olsa “İhanet” damgasını yemektir. “İhanetin kanı Avrupa’dır.” der. Türk aydını özüne ihanet oranında göz boyayacaktır. Üstat bu fikrini “Bu ülke” adlı eserinde şöyle izah eder: “Aydın batan bir gemidedir. Ufukta rüyaların en muhteşemi: Avrupa... Servetin, şöhretin devleti. Avrupalı dostlar lütufkârdır. Karşılık olarak biraz “ihanet” istiyorlardı sadece!.”
Tanzimat aydınları, siyasi nüfus kaygısı içine girmiş ve gerçek aydın vasfına ne yazık ki ulaşmamışlardı. Ve tabii unutulmamalı ki Namık Kemal’ in ümmeti veya milleti ile Ziya Gök alp’ in halkı arasında temelde bir farklılık yoktur.
Üstat Cemil Meriç, en büyük hizmetini bu ve bu gibi sosyal problemleri gündeme getirmeyle yapmıştır. O, ”Tefekkür, kılıçla fethedilmez.” diyerek aydının ölçütünü gözler önüne sermiştir. Dostoyevski’nin “Aydın sınırların ötesinde basmakalıp ıslahat projeleri dileneceğine, halkın içine inmeli.” görüşüne kayıtsız-şartsız katılır. Cemil Meriç, kendi diliyle düşünenlere, kendi kararıyla yolunu çizenlerine sevgi besler; başkasının güdümüyle “adam sayılan” lara hayvan bile demez acır. Türk insanının içine düştüğü ve düşürüldüğü bu acıklı durumu ilk fark eden o değildir şüphesiz. Ancak oynanan oyunun adını koyan, onu bütün çıplaklığı ile gözler önüne sermeye çalışanlardan biridir Cemil Meriç.
Aslında aydınımızın içinde bulunduğu fikri anarşi, gençliğimizi tehdit eden silahlı anarşiden daha az tehlikeli değildir. İşte Cemil Meriç aydınımızı kuşatan bu fikri anarşiden yakınmaktadır. “Montaj sanayi belki hoş görülebilir. Ama montaj zihin yapısıyla aydın olunmaz hele hele Türk aydını hiç olunmaz.”der. Üstat günümüzün aydının sağlam bir fikir temelinin olamadığını bakın nasıl izah ediyor.
Türk düşünce (mütefekkirler) tarihinin maalesef özünden uzaklaşmış olarak ilerlediği gerçeğine değinmeden edemeyen Cemil Meriç, Türk düşünce tarihi, ülkesiyle göbek bağını koparan bir aydınlar dramı şeklinde yansıtıyor.
Üstat, aydın insanın vasıflarını sayarken özellikle Türkçe üzerinde durur. Öz dilin aydın olmakta ilk ve en önemli nitelik olduğunu söyler. Okunan bir metinde karanlık sözcük kalmamalı fikrini benimseyen Cemil Meriç “Kamus namustur.” diyerek Türkçe üzerinde son derece hassas olduğunu göstermiştir.
Cemil Meriç: “Bir aydın yabancı dil bilmese de olur. Çok kitap okumasına da ihtiyaç yok. Yeter ki ana dilini gerçekten bilsin.” Yeri doldurulmayacak büyük mütefekkir üstat Cemil Meriç’ e Allah’tan rahmet diliyorum. Her Türk bu eseri okumalı.