Gümüşhane Haberleri
2022-02-27 13:11:14

Birinci Dünya savaşında İşgal ve Muhacirlik

Engin Doğru

27 Şubat 2022, 13:11

“Gurbet eli bizim için yapmışlar,
Çatısını çok muntazam çatmışlar,
Ölüm ile ayrılığı tartmışlar,
Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık”
 **
“Üç derdim var birbirinden geçilmez,
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm”

Ayrılığı, ölümü de kapsar şekilde farklı bir yere koyan Karacaoğlan, bu ünlü dizelerinde asırlar öncesinden muhacirlerin duygularına tercüman olmuştur âdeta. Çünkü her muhacirlik hikâyesi ayrılık, gurbet, yoksulluk ve ölümle örülmüştür… 

Birinci Dünya Savaşı’nda Anadolu topraklarında yaşanan savaşlar büyük insan kitlelerinin evlerini, işlerini ve memleketlerini terk etmesine neden olarak büyük bir göç dalgasını yaşanmasına neden oldu. Kafkas Cephesi askeri bölgesinden Anadolu içlerine yapılan göçlerin temelinde başka bir devletin hâkimiyetinde yaşamak istememe düşüncesi yatmaktaydı. Bununda temelinde geçmiş savaş dönemlerinde halkın kazandığı tecrübeler ile Rus hâkimiyeti altında olan Kars, Ardahan ve Batum’da yaşayan Müslüman ahaliye Ruslar tarafından yapılan muameleler bulunuyordu. Müslüman halkın göç etmesindeki diğer önemli bir faktör ise Ermeniler idi. Savaş sırasında Rus saflarında savaşan ve bölgede nüfus çoğunluğu iddiasıyla devlet kurmak isteyen Ermenilerin yapmaları muhtemel davranışlar büyük bir göç dalgasının oluşmasına neden oldu.

1.Dünya Savaşının en trajik sonuçlarının başında, savaş bölgelerinde yaşayan sivil halkın ikamet ettiği bölgeleri terk etmeleri yani göçler gelmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu ve Kafkas Cephesi’nde yaşanan savaşlar ile muhacirlik bölgenin kaderini derinden etkiledi. 1914 yılında savaşın ilk günlerinde başlayan muhacirlik 1917 yılına kadar aralıksız olarak devam etti. Türk-Rus mücadelesinin yaşandığı bölgedeki Müslüman ahali Rus ilerlemesine paralel olarak sürekli batıya doğru göç etmek zorunda kaldı.

Türk donanmasının 29 Ekim 1914’te Karadeniz kıyısında bulunan Rus mevziilerini bombalaması sonucu 1 Kasım 1914’te Rus ordusu Türk-Rus sınırını geçerek savaşı başlattı. Kafkas Cephesi’nde, Kasım 1914’te Köprüköy ve Azap bölgelerinde yaşanan muharebelerden sonra Aralık 1914-Ocak 1915 tarihlerinde Türk ordusu tarafından icra edilen Sarıkamış Harekâtı’nın başarısızlıkla sonuçlanması Erzurum-Sarıkamış bölgeleri arasında yaşayan Müslüman ahalinin kitleler halinde Doğu Anadolu istikametinde göçe başlamasına neden oldu. Bu tarihten sonra Türk ordusu mevziilerinde tutunamayınca Ruslar Kafkas Cephesi’nin ana güzergâhı üzerinde Erzincan Sansa boğazı, Karadeniz hattında ise Giresun’a kadar olan mıntıkayı işgal etti. İşgale uğrayan bölgelerde yaşayan Müslüman halk orduyla beraber Anadolu’nun içlerine doğru çekilmek zorunda kaldı.

Ocak 1916’da Erzurum istikametinde başlayan Rus taarruzu sonucu Türk ordusu geri çekilmek zorunda kaldı. İlk göç dalgaları Erzincan ve Bayburt istikametlerinde gelişti. Rusların Erzurum’u işgal edeceği endişesine kapılan her yaştan ahali dondurucu soğuğa rağmen göçe başladı.

X. Kolordu 31. Tümen 91. Alay 2.Tabur Tabibi Binbaşı Mehmet Derviş Bey göçü şu şekilde tasvir etmekteydi; “Zavallı Erzurumlular! Ordu karargâhlarından sızan aldatıcı haberlere güvenerek bu kışı da sıcak yuvalarında geçirmeyi ümit ederken Rusların ani taarruzu ve kalenin düşüş haberiyle şaşkına dönmüş, yükte hafif paha ağır neleri varsa yüklenmiş, sırf namuslarını kurtarmak kaygısıyla karlı yollara düşmüşler…

Biçare nenelerimiz, dedelerimiz, gelinlerimiz perişan, şaşkın, kimisi atlı, kimisi yaya, kimisi ineklerin kuyruğuna yapışmış, ağlaya ağlaya gidiyor… Manzaranın fecaati yürekleri dağlıyor! Sivas’a kadar uzanan muhaceret akınıyla çalkalanıyor...!” Mevsimin kış olması zaten yetersiz olan ulaşım şartlarını iyice zorlaştırmaktaydı. Yollar karla kaplı olduğu gibi her yer insan ve hayvan cesetleri ile doluydu. Göç kafileleri bir yandan kış şartları ile mücadele ederken diğer yandan ise çetelerin baskınlarına maruz kalıyordu. Vilayetler arasında yaşanan kargaşadan en çok muhacirlerin etkilenmesi ve nereye sevk edilecekleri konusunda yaşanan belirsizlik üzerine Dâhiliye Nazırı Talat Bey 26 Şubat 1916’da duruma müdahil oldu. Vilayetlere verilen emirde harp sebebiyle evlerini ve memleketlerini terk etmek zorunda kalan muhacirlerin Sivas, Canik ve Çorum’da iskân edilmelerine karar verildi. Bu vilayetlere yapılacak sevklerin ardında valiler aracılığıyla boş bölge ve komşu vilayetlere yeniden sevkiyat ve iskân yapılabilecekti.

Doğu Anadolu ’dan başlayan göçün Sivas istikametinde ilerlediği dönemlerde yedek subay olarak Kafkas Cephesi’ne sevk edilen Şevket Süreyya Aydemir yolda karşılaştığı muhacirlerinin durumunu şu şekilde tasvir etmekteydi; “Rastladığımız göçmenlerin ne davar sürüleri ne atları, ne inekleri kalmıştı. Zahire yükü de tükenmiş görünüyordu. Rastladıkları tarlalardan sararmış başakları devşirip, ufaladıkları taneleri kaynatarak, kavurarak yiyeceklerini çıkarmaya çalışsalar gerekti. Mevsim ise kışa doğru gidiyordu. Suşehri’ni bir mahşer karışıklığı içinde bulduk. Daha muharebe cephesiyle aramızda bir vilayetlik yer vardı… Sokakları, bahçeleri, dere içlerini de sıkışık bir göçmen kalabalığı dolduruyordu. Herkes istediği yere ilişmişti… Bana Türk göçleri daima batıdan doğuya olur gibi gelirdi. Hâlbuki burada şimdi, işte Doğu boşalıyordu.”

Cephenin her noktasında olduğu gibi Karadeniz sahilinde de yaşanan işgaller sonrası ortaya çıkan manzarada en acı tabloyu muhacirler meselesi oluşturmaktaydı. Ruslar kıyıdan Trabzon’a doğru ilerleyip Müslüman ahalinin çoğunlukta olduğu bölgeleri ele geçirmeleriyle Rus boyunduruğuna girmek istemeyen ahalide göç ediyordu. Kafkas Cephesi dâhilinde bulunan Hopa’dan Trabzon’a kadar olan bölge gerek Türk tarafı gerekse de Ruslar nezdinde ikinci derecede öneme sahip şeklinde değerlendirildiğinden genellikle düzenli olmayan birliklerin mücadelesine sahne oluyordu. Bölgede bulunan Türk birliklerini Teşkilat-ı Mahsusa birlikleri ve yerel çeteler oluşturuyordu. Ruslarda bölgeye ilk etapta Kazak birliklerini sevk ederken ilerleyen süreçte daha düzenli birlikler göndermeye başladılar. Türk ordusunun içerisinde bulunduğu durum Türk çetelerini takviye etmeye elverişli olmadığı için bölgenin işgali kaçınılmaz bir hal aldı. Bölgede bulunan çeteler kendilerinden daha güçlü kuvvetlerle karşılaştıklarında firar ediyorlardı. Bu durum karşısında düşman boyunduruğuna girmek istemeyen Müslüman ahalide sürekli batıya doğru hareket etmek zorunda kalıyordu. Trabzon’a ilk ulaşan bilgilere göre Ruslara öncülük yapan ve yol gösteren Ermeniler Türk ordusunun geri çekildiği bölgelerde kalan kadın, erkek ve yaralı askerleri acımasızca katlediyorlardı. Trabzon’un işgal edilmesini takip eden süreçte bölgede yaşayan Müslüman ahali Giresun, Ordu, Samsun ve Sinop’a kadar olan bölgeye göç etmek zorunda kaldılar. Bölgenin dağlık yapısı ve karayollarının yetersiz olması muhacirleri deniz yoluyla göç etmeye zorladı. Rus savaş gemileri Trabzon’dan göç eden sivil halkın bulunduğu deniz araçlarına hedef gözeterek ateş açıp birçoğunu batırdı. Giresun-Ordu istikametine göç eden Müslüman ahali kısa süre içerisinde yiyecek ve barınma problemleriyle karşı karşıya kaldılar. Bölgede bulunan un kısa sürede tükendi. Merkezin gayretleri neticesinde bölgeye Samsun ve Sivas’tan zahire gönderildi. Bölge idarecilerinin üstün gayretlerine rağmen savaşın tüm hızıyla devam etmesi sebebiyle muhacirlerin ilk olarak ulaştıkları Giresun ve Ordu’nun Rus işgaline uğrama ihtimali göçün daha batıya ilerlemesine neden oldu. Samsun ve çevresine ulaşan muhacirlerin tamamımın ilk etapta iaşeleri sağlanamadı. Ekmek ve un karaborsada satılmaya başladı. Bölgede hüküm süren salgın hastalıklar ve iaşe temininin mümkün olmaması nedeniyle göç dalgası Sinop, İnebolu, Amasya ve İzmit’e kadar ulaştı. Samsun merkezden Bafra yoluyla Sinop’a gerekse Kavak-Havza yoluyla Çorum’a gönderilen muhacir kafilelerinin beslenmesi için yol boyunca dörder saatlik mesafelerde aşevleri açılmıştır. Bunlara ek olarak Samsun merkezde ebeveynlerini kaybeden çocuklar için bir yetimhane ile ailelerini kaybeden kadınlar için dulhane açılmıştır. Muhacirlerden yetişkin olanlara günlük üçer kuruş, daha küçük yaşta olanlara ise altmışar para gündelik verilmekteydi. Maddi ve fiziki anlamda yoksulluk yaşayanlara ayrıca günde bir defa etli çorba veya etli bulgur/pirinç yemekleri dağıtılıyordu. Trabzon ve çevresinden bu bölgeye ulaşan muhacir sayısı 1916 sonu itibariyle 86.100 civarındaydı. Trabzon’un işgale uğramasını takip eden süreçte şehirde bulunan Rum ve Ermeniler göç etmeyen/edemeyen Müslüman ahaliye karşı Rusların göz yummasıyla zulmetmeye başlamışlardı. Cemiyet-i Hayriye bölgede yaşananlara kayıtsız kalamayarak kimsesiz ve yetim çocukları aldıkları özel izinlerle toplayarak Tiflis ve Bakü’de bulunan bakım evlerine götürdü. Bu yardım faaliyetleri işgale uğrayan Erzurum, Trabzon, Rize, Van ve Erzincan bölgelerinde kurtuluşa kadar devam etti. Bölgede işgali yaşayan Müslüman Türkler kendilerine Azerbaycan Türkleri tarafından yapılan bu yardım faaliyetlerini “Kardaş Kömeği” (Kardeş Yardımı) olarak adlandırdılar. Alınan her türlü tedbire rağmen çok sayıda muhacir hayatını kaybetmiştir. Savaş boyunca incelenen bölgeden 1,2 milyona yakın insan göç etmek zorunda kalmıştır. Hayatta kalanların birçoğu savaş sonrasında yaşanan süreçte memleketlerine geri dönmüşlerdir.

Ruslar, Gümüşhane ve çevresini 19 Temmuz 1916 tarihinde işgal etmişler, Dalbatan’da ordugâhlarını kurmuşlardı. Gümüşhane‟deki mektep ve önemli binalar Rus bayraklarıyla donatılmıştı. Özellikle Hristiyanlar pencere ve evlerinin köşelerine kadar irili ufaklı Rus bayrakları asmışlardı. Rus askerleri Gümüşhane merkezde süngülü silahları omuzlarında gruplar hâlinde gezmekteydiler. Ruslar, Gümüşhane ve çevresine kalıcı olarak gelmişlerdi. Zira yol, sokak, bina gibi imar faaliyetleri gerçekleştirmeleri bunun kanıtıydı. Gümüşhane’deki Hristiyanların pek çoğu Rus işgalini sevinçle karşılamışlardı. Onlara mihmandarlık yapmışlardı. Müslüman unsurlar ise daha Ruslar Gümüşhane’ye girmeden büyük korku ve endişeye kapılmışlardı. Zaten genç erkekler Harb-i Umumi nedeniyle cephelerde savaşmaktaydılar. Gümüşhane’de çoğunlukla çocuklar, kadınlar ve yaşlılar kalmıştı. Az sayıda eli silah tutabilen orta yaşta erkek nüfus bulunmaktaydı. Rus işgali karşısında Gümüşhane’de eli silah tutan bir kısım gönüllü yanlarına bol miktarda erzak alarak sık ormanlık ve kayalık alanlara çekilmişler ve az sayıdaki Türk silahlı kuvvetlerinin mücadelesine yardımcı olmuşlardı. Ruslar ise kendilerine karşı dağlarda mücadele eden bu birlikleri bir türlü yakalayamayınca onların köylerdeki evlerini yakmışlardı. 

16 Temmuz 1916‟da Erzurum Kolordu Kumandanlığında yedek subay olan ünlü edebiyatçı ve yazar Mustafa Nihat Özön, Rusların Bayburt‟tan Gümüşhane‟ye ilerlemesi karşısında Türk ordusunun geri çekilişini anlatırken muhacirlerin yollardaki yoğunluğunu satır aralarında aktarmıştır: “… Gümüşhane şosesinde ilerliyoruz. Ay tamamıyla başımızın üstünde idi… Yolun iki tarafı kafilelerle dolmuştu. Sabahtan beri arabaların taşıdığı hastalar buraya yatırılmış, iniltilerden geçmenin imkânı yoktu. Bir meydanlıkta tek tük ateş yakılmış, etrafına çömelen insanların çehresindeki feci manzara, bu aileler karşısında çok korkunç şekiller alıyordu. Bazıları bu ateş kenarında yorgunluktan harap, kıvrılmış yatıyorlar, çatılmış silahları bekleyen nöbetçiler geziniyordu.” Muhacirlik günlerinde insanları vatan bildikleri topraklardan ayırarak, hicrete zorlayarak ayrılığa duçar ederek bir zulüm işlenmiştir.


ANLATAN: ALİ RIZA ŞAHİN
YERİ: TORUL-DEDELİ KÖYÜ
(Bu söyleşi Rahmetli Sabri Özcan San tarafından yapılmıştır ) 

Urus’un gelmesinde biz Dedeli Köyü’nün Çanak mahallesine çekildik. Çanak Mahallesi’ne bir bayrak açtık. Urus’a teslim bayrağı. Efendim, ondan sonra baktık ki bizim asker, bir çift öküz önünde  geldi. Bizim Dedeli’den aşağıya doğru da Urus’un ordugahı geliyordu.. Tabii, hem bu dağdan geliyordu, hem öbür dağdan. İki dağdan  da geliyordu. Orta yerden de şoseyle beraber Urus geliyordu. O bizim mezarlığın duvarına atladı. Urus’a beş mermi attı. Urus, bir dağıtım yaptı. Uurus dağıtım yaptıktan sonra o öküzlerini önüne kattı, sürdü yokuşa. 

Mazanni denilen mahallede bir taş var. Taşta, efendim bir manga asker, bir makinalı tüfek elinde, orada Urus’a ateş etti. Urus gene bir dağıtım yaptı. Asker oradan öküzlerini sürdü. Buzum asker Gavur Dağı’na çıktı. Öküzleri de Gavur Dağı’na çıkardı.

Manga orada. Bu yankı dağdan ateş açıldı mangaya. Tabii oradan çekildi gitti, Gavur Dağı’na. Biz oradan çekildik Para Mahallesi var, Para Mahallesi’ne. Para Mahallesi’nin arkasında mağaraya girdik. Biz mağaradayken Urus geldi, topu mağaranın üzerine koydu, aşırma ateşi yaptı. Ben daha cahal idim, annemin kucağında yatıyordum.

Topun sesinden duramadım orada. “Efendim, anne tuttu, peştamalım kulaklarıma sardı. Akşam namazı oldu, oradan çıktık, dereye indik. Şosaya indik ki, Urus aşağıdan yukarıya geliyor, tek bir Urus. Bizden sigara istedi. Delikanlılar çıkarttı buna bir sigara uzattılar. Yanımıza yaklaşmadı, o taşın üzerine koyun, dedi. Delikanlılar da sigarayı gösterdiği taşın üzerine koydular. Urus da yanaştı, uzandı,  taşın üstünden sigarayı aldı, gitti. Biz d e mazanniya, Mazanni’daki mağaraya gittik. Bir takımımız da yenişe gitti. Biz altı gün mağarada kaldık.

Yedinci günü bir Urus geldi, mağaranın üstüne bir mermi attı. Erkekler aşağı indi erkekleri yokladı. Bir çakır Mehmet var idi, kırk tane kırmızı lira aldı. Mazannılı Recep Urusça biliyordu. Eğildi, Urus’un kulağına bir şey dedi. Ne dediyse Urus uzaklaştı. Bizi oradan çıkardılar, mağaradan çıktık. Maznni muhtarı Yoğara varidi. Muhtar Yogara geldi, bizim hepimizi künyemizle yazdı. Sonra Konak Mahallesi’ne indik. Altı gün de Konak Mahallesi’nde kaldık. Altı gün sonra bir manga Urus askeri geldi, dediler ki, hurdan çıkacaksınız. Birisi bize:

Yömütfaymat türeksi, fış… dedi. Sizi hep keseceğiz, ordan bizi sürdüler. Efendi, geldik Kadirli Mahallesi’ne indik. Oradane kadar kaldık, bilmiyorum. Urus kumandanı geldi, buradan da kalkacaksınız, dedi. Burada ordugah var, dedi. Biz bekçi diksek bile canınızı kurtaramazsınız, hiçbir mahlukat kalmaz. Karı kız kurtaramazsınız, dedi. Nedersin! Ordan kalktık, Hasköy’ün altına indik, orada çadır kurduk. Oraya kadar hiç soygun yemedik. Orada sekiz on gün kaldık. Coloşana Mahallesi’nde dedem varidi. Gittik, bir zaman da dedemin yanına sığındık. Sonra Trabzon’a gittik.

Biz Trabzon’da iken Urus’un içerisi bozuldu. Efendi, her mahalleye iki tane bekçi verdiler. Bu bekçilerin hepsi Türk idiler. Bu bekçilerin yirmi otuz kişi Ortasaray’da silah çattılar, dayısalı Salih’in kahvesine oturdular. Urus’un generali geldi. Demek ki siz Türkleri silahlandırdınız, dedi. Silahların hepsini toplattı. Türk bekçilerinin yerine bu sefer acemlerden verdiler. Ermeniler bizim Türklerin ileri gelenlerinin hepsini topladılar. 

Ortasaray’da bir eve doldurdular. Hazırladılar gazyağını ki yakalar, biz tabii çocuk, ağlıyoruz. Oradan Mehmet Bey isminde birisi geldi, artık Gürcü’dür, nedir, bilmiyoruz. Papak başında geldi. Çerkeş kayışı belinde, altın savatlı kama bir tarafta, bara-.belli tabanca bir tarafta… Bu geldi bize dedi ki: -Ne ağlıyorsunuz, dedi. Biz de olanı biteni anlattık. Gitti bir yerlere telefon etti, baktık yedi sekiz tane Urus askeri omuzlarında tüfekler geldiler. Ermeniler de korktu, kaçtılar. Bizimkileri de içerden çıkardılar.

Bir ara bizim sefir bize sahip çıktı, tayın vermeğe başladılar. Fürunun önüne gidip sıraya giriyoruz, herkes tayınını alıyor, idare ediyoruz. Bir ara iç donu, gömlek bir şeyler de verdiler. Bir gün dediler di, Urus çekiliyor. Gittik gavur meydanına ki, bir tabur bizim asker, bir tabur da Urus askeri geldi. Çalgılarla beraber geldiler, birbirleriyle tokalaştılar. Sonra Uruslar, Kemerkaya’ya giden bir var, dar bir yol. Uruslar orda kaldı. Ordan buyana bizimkini geçirmediler. Bizim askerlerin üstü başı çıplak. Ayaklarında yırtık mırtık çarıklar, postallar, birçoğu da çorapça. Uruslar diyor ki: “Troski Yahşi, Ama aç, Yahşi Ama Aç” diyorlar. Efendi, o gece bir ateş verdiler Değirmendere’deki depolarına. Depolar öyle olduğu gibi alıştı. Trabzon’da ne can kaldı, ne bir şey kaldı. Boztepe’de Rusların iki tane topları varidi. Onların namlularını çıkardılar, cephanelerini olduğu gibi yaktılar, sonra çekildi, gittiler. Bu arada urumlar, Ermeniler iyice azıttılar. Bizim köyden molla Yusuf varidi. Molla Yusuf ağabeyimle giderken abeyini urumlar vurdular. Molla Yusuf kaçtı. Ağabeyim babayiğit bir delikanlı idi. Kulağını oydular, bir yumurta sığacak kadar oydular. Orada iki kişi dahi varidi, onları da vurdular. Netice annemle ben gittik, cenazelerimizi aldık. Yorganlarımızı söktük, ağabeyime kefen yaptık. Ağabeyim okuryazardı. Bir hoca kadar eski yazıyı bilirdi. Destan da yazardı. Bir destanından aklımda kalan şudur:

“OSMANLI DA DEDİ SİNNİME BAKMA
BÖYLE SÖZLERİNLE CİĞERİM YAKMA
COŞKUN IRMAK GİBİ URUM’A AKMA
SEN COCUKSUN SEN ÇEKİL DUR BİR YANA”

Efendi çok işler başımızdan geçti. Çektiklerimizi dağlara yüklesen götürmez.
“VATAN SAĞ OLSUN”

Kaynaklar;
San S Özcan, Gümüşhane Halk Kültürü
Üçüncü Uğur Gümüşhane’de Muhacirlik
USTA Veysel, Doğu Karadeniz’e Rus İşgali ve Muhacirlik,
SAMİH Aziz, Büyük Harpte Kafkas Cephesi Hatıralar
ÖĞÜN Tuncay, Unutulmuş Bir Göç Trajedisi
ATAMAN Halil, Esaret Yılları
AYDEMİR Şevket Süreyya, Suyu Arayan Adam
Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü, Murat Bardakçı,

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.