Bir varmış bir yokmuş diye anlatılan masallarımız, masallarımızın kahramanları, evvel zamanların evvele dayanan evveliyatlari var. Gümüşten adını alan maddeye mana veren bir memleket "Gümüşhane". Bu şehirde çocukluğunu, gençliğini ve geleceğini yaşayan ve yaşı olmasa da kalbi şehrin evveline dayanan bir maziye sahip yürekler var. Sözü özünü bozmadan uzatmayayım çocukluktan şimdinin belirsiz bir zamanında var olan, varlığı kıymet, kelamı nimet bir -öğretmen - demek bana daha samimi gelmiştir- öğreten var. Gözünüzün ve gönlünüzün bu satırlara akacağını düşünerek satır satır kelamları damla damla akıtan, yaşayışı hisse tabi öğretemenimin kalbinden akan nağmeleri sizlere dinletmek istiyorum. Gönül köşemin yeni yazısına hoş bir seda ile gelen öğretmenim " İlhan Sivri'nin " nağmelerinin sesini açıyor ve sizleri bu ezgilerle baş başa bırakıyorum.
“Bir ağaç ki eğile eğile
İbâdet olmuş,
Bir ağaç ki «ağaç» deyip geçmek
Âdet olmuş...”
Hatıraların kokusu var kokuların hatıraları.
Toprakla, ormanla, dereyle ve denizle tanıştığım anları –bazen çok istesem de- unut(a)mam. Henüz “Deniz nedir, neye benzer?” diye sorsalar cevap bile veremeyeceğim zamanlarda çam ağaçlarının kalın kabuklarından yonttuğum gemileri, bir hevesle akarsulara emanet ettiğim, hemencecik büyüme hevesleriyle köknar püsküllerinden bıyıklar yaptığım, güneşe sayeban olur diye geniş ceviz yapraklarından şapkalar ördüğüm, kiraz ağaçlarında yanık türküler söylediğim günler..
İlk gözlüğüm, ilk kitabım, ilk radyom. Hele hele dedemin körükte kızarta kızarta çekiçleyerek dövdüğü demirden yapıp “Çifte su verdim, taşa vursan taş kırılır buna bir şey olmaz .” diyerek bana zimmetlediği ilk baltam. Ormandan geçerken elimden alıp sırtımdaki püsküllü camadanıma koyup “Ağaçlar korkar şimdi, bunu saklayalım da görmesinler” deyip elimden alıp sakladığı yaz günü. Bütün ağaçların gözlerine baktığım o gün. Bütün ağaçların konuştuğuna, duyduğuna inandığım o gün. “Baltayı gören ağaçlar acaba hangimizi kesecek” diye korkuyorlarmış. O sebeple elimden alıp çantama gizlemiş dedem, öyle söyledi, inandım. Ağaçların gördüğüne, duyduğuna ve konuştuğuna inandım.
Ayakları toprağın altındaydı ama elleri, kolları, dudakları vardı ağaçların. Ağaçların elleri, kolları olduğunu ve gülümsediklerini ilk limon ağacında gördüm. Gözleri yıldızlarca parlıyordu. Dört tarafı camlarla çevrilmiş binada karşılaştık. Kollarıyla sarmış sarmalamış her tarafı. “Bu bina da içindeki kitaplar da benim” demişti. Girişte çocuklar için ayrılmış bölüme oturtuyor öğretmenim. “Cin Ali’nin Karagözlü Kuzusu”, okumuyorum, resimlerine dahi bakmıyorum. Limon ağacını seyrediyorum, o da bana gülümsüyor. Boyu ne kadar, elleri nereye uzanır? Meraktan merdivenlere tırmanıyorum. “Yukarıya çıkmak yasak!”, irkiliyorum. Çocuklar üst kata çıkamaz!. Bir yaprak değiyor alnıma. Avuçluyorum. Ellerimde limon çiçekleri açıyor. Buram buram limon kokuyor. Üst kata çıkarmıyorlar. Basamaklardan sürünürmüşçesine iniyorum. Kalbim üst katlarda, alnımda limon ağacının öpücüğü.
Her fırsatta limon ağacından ödünç kitaplar alıyorum. Bazılarını o tavsiye ediyor.” Bunu da oku, nasıl beğendin mi?” diye soruyor arada bir. Anlatıyorum. Bazen o bana kitaplar okuyor dinliyorum. Benim de onun kucağında seslice okumuşluğum, ikindi vakitlerinde gölgesinde düşler kurmuşluğum, uyumuşluğum oluyor. Zaman benim dışımda hırçın akan bir ırmak gibi akıyor ama onun içinde birikiyor. Yıllar bana fazla ona az. “Xururuca” gibi konuşuyoruz. Anlatıyor: Ulu Cami avlusundaki çınar, Osman Gazi’nin rüyasında gördüğü çınarmış, “İncire ve zeytine yemin” ediliyormuş, “Dal kesilmeyecek köşk kaydırılacak” diye eve göre ağaç değil ağaca uygun ev yapılıyormuş bir zamanlar.
Ne zaman çayıma bir dilim limon düşse, ellerime limon kolonyası.. O günler bir sis perdesinin içinden sıyrılıp bana gülümser, bir şeyler söyler ve benden bir şeyler ister.
Şimdi kütüphanesi yıkılacak. Kitaplarından ayıracaklarmış onu.
Ayakları olsa kalmazdı ya. O da çekip giderdi kitaplarının ardınca. Kudretim yetse ben misafir ederdim ama kitapsız, kütüphanesiz yapamaz o.
Hani ben ağaçlardan baltamı gizliyordum ya!
Siz kitaplarından ayıracağınız ve toprağından koparacağınız zaman iş makinelerinizi gizleyemezsiniz değil mi?
O zaman limon ağacının gözlerini bağlayın olmaz mı?
Evet ben son olarak edebiyat seven sözü de sever diyerek bir şeyler söylemek istiyorum.
Bir ağaç olmak kök salmaya yeterdi. Dalları ile salınan hayallerimiz var. Hani ömrün en güzel zamanları vardır. En güzel zamanlarımızın en kokulu ağacına selam olsun. Kokusunu aldığımız an sevdalarımız, dostluklarımız, hayata adanan hayallerimiz, ağlamalarımız, gülmelerimiz gelir hatırımıza. Hatıralarımızı hatırlatan hatır ağacına selam olsun...
B.G. 3 Yıl Önce
Yüreğine sağlık kardeşim...