Vilayete gelen dolmuş, durakta durdu. İçindekilerle birlikte indi. Karşı tarafa geçti. Hemen karşısında yeni yapıldığı anlaşılan binanın tabelasına baktı. Belediye binasıydı. Önündeki parkta insanlar çay içiyor, sohbet ediyorlardı. Acıkmıştı ama bu parkta da çay içmek güzel olur dedi kendi kendine. Boş bir masa aradı. Oturdu. Yanına gelen garsona çay söyledi.
Tarihi kemer köprüye gözü ilişti. Biri küçük biri büyük iki kemerli köprüyü inceledi. “Çok eski olsa gerek. Bugüne kadar korunmuş.” Park hemen hemen doluydu. Çantasını açtı. Başbakanın elinden aldığı sarı zarfları çıkardı. Tam içlerindeki kararnameleri çıkaracaktı ki, orta yaşlarda üç kişiden biri:
-Beyim, dedi, boş yer yok, sizce sakıncası yoksa oturabilir miyiz?
-Elbette buyurun.
Gelen üç kişiye aldırış etmeden, kendi kararnamesinin bulunduğu zarfın içerisinden kararnamesini çıkardı. Üç imzalı kararnameyi, noktası virgülüne kadar okudu. Yanına oturanlardan adı Cemil olan:
-Kusura bakmayın, istemeyerek gözüme ilişti. Sanırım kararnameniz?
-Evet.
-Buraya mı atandınız, yoksa buradan başka bir yere mi?
-Buraya atandım, dedi.
-Hayırlı olsun.
-Memleket nere?
-Samsun.
-Tekrar hayırlı olsun. Bizim üçümüz de emekli öğretmeniz. Aynı köydeniz. Emekli olduk, yerimizi gençlere bırakalım dedik ama ne yazık ki, hayal kırıklığı yaşıyoruz.
-Neden?
-Neden olacak? Bizim zamanımızda, öğretmenler toplumun örnek kişileriydi. Toplumun her kesimi öğretmene saygı gösterirdi. Şimdi bakıyoruz. Öğretmende ne kravat var ne de doğru dürüst bir giyim. Sokaktakiler nasıl giyiniyorsa öğretmenlerin de onlardan farkı yok. Kimin öğretmen olduğunu artık ayırt edemiyoruz. Kimisi, saçını uzatıp arkadan kadınlar gibi bağlıyorlar, kimisi “Amerikan tıraşı” dedikleri saç tıraşı oluyorlar. Sakal bırakıyorlar. Yani dostum anlayacağın öyle bozulmuşuz ki, kimin öğretmen, kimin öğrenci olduğunu artık ayırt etmek mümkün değil.
-Ne yazık ki öyle oldu, dedi Yaman.
Oldukça yaşlı görünen adı Kamil olan:
-Kusura bakmayın, siz buraya ne olarak atandınız?
-Özel İdare Genel Sekreteri olarak atandım.
-Görüyor musun Hüsnü, senin yolun yapılmasına izin verir sanırım Genel Sekreter.
-İlk bizimle mi tanışmış oluyorsunuz?
-Evet.
-Allah utandırmasın. Çok işin olacak.
-Mevcut sekreter çok iyi bir bürokrattı. Çalışkan, dürüst. Onu makam koltuğunda bulmak ne mümkün. Hep köylerde, yapılan yol çalışmalarını mutlaka yerinde görür, köylülerin dert ve sıkıntıları dinleyen iyi bir kamu görevlisiydi. Doğrusu onun görevden alınmasına hem kendim hem de şehrim adına üzüldüm.
Zarflarını çantaya koydu. Çay parasını bırakmak için elini cebine attı. Hüsnü öğretmen elini tuttu:
-Çayın bizden Müdürüm.
-Sağ olun. Valiliğe gitmem gerekiyor. Ne tarafta Valilik?
Hüsnü öğretmen Valiliği tarif etti. Yaman ayağa kalktı. Tam ayrılacaktı:
-Küçük bir şehir ama bayağı nüfus var. Kalabalık görünüyor.
-Bugün buranın semt pazarı. Akşama doğru kalabalık azalır.
-Tekrar görüşmek üzere, çayınıza teşekkür ediyorum.
Ana caddeye çıktı. İnsanlar cadde içerisinde ellerinde poşetlerle köylerine dönüş hazırlığı içerisinde oldukları anlaşılıyordu. “Lezzet Lokantası” tabelasını görünce acıktığını yeniden hissetti.
-Yemek yesem iyi olacak.
Boş bir masaya oturdu. Yanına gelen garsona:
-Az pilav üzeri yüz gram döner istiyorum.
-Peki efendim.
Xxx
Lokantadan, çıktı. Emekli öğretmenlerin tarif ettikleri Valilik binası yokuşuna yürüdü. Kapıya gelince durdu. Tabancasını ve telefonunu güvenlik sistemine bıraktı. Tabancayı gören polis ayağa kalkıp yanına geldi.
-Tabancam ruhsatlı. İşte ruhsatı.
Ruhsata “Kaymakam” yazdığını gören polis memuru:
-Buyurun efendim.
Yaman, polisin kulağına eğildi ve:
-Bak memur bey, beni iyi dinle. Beni görmedin. Kim olduğumu da bilmiyorsun. Anlaştık mı? Yaka numaranı aldım. Eğer beni gördüğünü kimseye söylemezsen….
-Anladım efendim. Söylemem.
-Tabancam sende dursun, çıkışta alırım.
-Olur efendim.
Asansöre kadar gitti. Çağrı düğmesine bastı. İçeri girdi. Valilik katına baktı. İkinci kattı. İkinci kat düğmesine bastı. Özel kalem müdürü oda kapısına yaklaştıkça içeriden gelen kahkahaların biri bin paraydı. Kapı açık olmasına karşın yine de işaret parmağını katlayarak kapıyı çaldı. Yüzüne bakan olmadı. İçeri girdi. Kahkahalar, koridorun sonuna kadar gidiyordu.
Makam koltuğunda oturan Özel Kalem Müdürü Cemal:
-Söyle, ne istiyorsun.
-Müdür Bey, ben Edirne Keşan’dan geliyorum. Vali Bey ile görüşmek istiyorum.
-Ne görüşeceksin Vali Bey ile.
-Memleketime dönmeye karar verdim. Köyüme ev yapacağım ama bana çok zorluk çıkarıyorlar.
-Kanunlara uyacaksın. Kanunlar düzeni sağlamak içindir. Vali Beyin yapacak bir şeyi yok.
Bacak bacak üstüne atmış, sakalında tek tük beyazları bulunan Milli Eğitim Müdürü Behzat, bu söz üzerine yeni bir kahkaha daha patlattı.
-Vali Bey yok, ne zaman geleceği de belli değil.
-Olsun beklerim.
-Sen bilirsin.
Boş olan koltuğa oturdu. Milli Eğitim Müdürünün yanında oturan kişi de uzun saçlı Müdür Yardımcısı Süleyman, ikide bir eli ile saçlarını tarar gibi yapıyordu.
Müdür Behzat, mevcut Vali ile olan köy gezilerini ballandıra ballandıra anlatıyordu.
-Ne yalan söyleyeyim, ben valimizden çok memnunum. Bugüne kadar bir sorun yaşamadık. Bazen bana gideceği köyü bir gün önceden haber veriyor, ben de muhtarı arıyordum. Bize öyle bir yemek hazırlıyorlardı ki, yemede yanında yat.
Yaman, dayanamadı sordu:
-Müftüsünüz herhalde.
-Kim? Ben mi?
-Evet.
Öyle bir kahkaha daha attı ki, sesi karşıdaki adalet sarayından duyulur gibiydi.
-Milli Eğitim Müdürüyüm. Sen ne iş yaparsın?
-Az önce söyledim. Edirne Keşan’dan geliyorum. Baba ocağına dönmeye karar verdim.
-Ne işin var kardeşim, gitmişsin, belli ki kazanmışsındır. Yerleşeceksin de bu çorak, bu dağların taşların hapsettiği kentte ne işin var. Git güzel bir yerden ev al. Otur hayatını yaşa.
-Ben ülkemin taşını toprağını çok seviyorum. Burası baba ocağı. Onun için daha çok seviyorum Müdür Bey.
Seninle de çok işimiz olacak Müdür. Göreve başlar başlamaz ilk seninle görüşeceğim. Müdürün sakalı, yardımcısının saçı. Sayın Başbakanım, beni öyle bir yere vali yaptınız ki, bu insanlar bu kadar vurdum duymaz olursa elbette başarı olmaz. Umarım başarırım.
Saat on ikiye gelince kalktılar. Yaman da kalktı.
-Keşanlı, mesai bitti. Biz çıkıyoruz. Sen istersen bekle, dedi özel kalem müdürü.
Müdür Behzat, bir kahkaha daha attı.
-Maşallah, boğazını sanki sapan demiri yırtmış.
-Ne dedin ne dedin?
-Diyeceğimi dedim.
-Bir daha söylesene.
-Ben söylediğim sözün ikincisini söylemem.
Özel Kalem Müdürü Cemal, araya girdi:
-Hadi Müdür Bey çıkalım, Yaman’a döndü, sen de lafını bil de konuş. Karşındaki Milli Eğitim Müdürü.
-Kim olursa olsun. Yakında görüşeceğiz.
Arkalarından o da odadan çıktı. Koridorda yürürken kendi kendine konuşuyordu:
-Müdürmüş. Bu nasıl Müdür? Bunun dairesi yok mu? İşimiz var bu müdürle. Bir hafta daha o koltukta oturur. Bir hafta sonra bakalım nerede soluğu alır. Yanındaki yardımcısı da öyle. Bunların fakir fukaranın çocuğu okuyor mu, okumuyor mu, okullarda düzen nasıl ilgilenip baktıklarını da sanmıyorum. Bunlar öğretmenlik de yapamazlar ama ne ise onun da zamanı gelince düşünürüz.
Giriş kapısına geldi. Tabancasını görevliden aldı. Beline soktu.
-Sır tutar mısın memur bey?
-Tutarım efendim.
-O zaman bir tek sen bil. Evli misin?
-Evliyim efendim.
-O zaman eşine de söylemeyeceksin.
-Tamam efendim. Hele devlet sırrı ise can verir sır vermeyiz.
-Aferin. Hoşuma gittin.
Polis memurunun kulağına eğildi:
-Ben buraya Vali olarak atandım!
Polis memuru hazır ola geçti. Bacakları titremeye başladı. Ayakta zor duruyordu.
-Seni yanıma koruma alacağım ama bu sırrı tutarsan.
-Emredersiniz efendim.
-Sana şimdiden bir görev. Hangi müdür hangi saatte işine geliyor. Not alıp bir hafta sonra bana getireceksin. Anlaştık mı?
-Anlaştık… Yüzü kıpkırmızı oldu. Affedersiniz efendim.
-Adın ne idi?
-Veysel Dedeli.
-Eyvallah Veysel.
-Güle güle efendim.
Veysel, uzun süre Yaman’ın arkasından baktı. Vay be… Valiymiş… İyi bir hatam olmadı… Saygıda da kusur etmedim… Beni yanına koruma olarak alacakmış. Hayalim gerçek olacak. Çok istiyordum koruma olmayı… Karıma hiçbir şey belli etmemeliyim.
-Devamı var-