Sabaha kadar süren horon ve halaylar sonrası Ciharlı’ya kız almaya gidecekler atları ile hazırdılar. Atlar en iyi şekilde tımar edildi. Kulaklarına kırmızı ve beyaz mendiller bağlandı. Kartal Mustafa kendi atı, Osman ise Arap ile gidecekti. On beş atlı hazırdı. Arap bir başka süslendi. Uzun kuyruğu düğümlendi. Yeleleri tarandı. Gelin Arap’a binecekti. Alaman beşlileri bir kez daha ateşlendi ve yola çıkıldı. Tek sıra halinde köye aşağı yola çıkan atlı düğün alayı köye ayrı bir güzellik katıyordu. Köyden çıkıp ana yola inince atlar tırısa kaldırıldı. En önde Kartal Mustafa en arkada ise Osman gidiyordu. Atların nallarının çıkardığı toz bulutu, en arkada giden Osman’ın nefes almasını zorlaştırıyordu. Yol boyu at kervanının gören çevre köylüler merakla bakıyorlardı at kervanına. Hepsinde eyer, kulaklarında mendil, düğümlenmiş kuyruklar…
Zermut yol ayrımına gelince, Salih Bey’i on beş atlı ile bekler buldular. Kartal Mustafa “selam” verdikten sonra:
-Buyurun beyim, önden siz gidin.
-Olmaz Kartal, düğünün babalığı sensin onun için önde sen gideceksin.
-Ben buraya kadar, benim babalık görevim buraya kadar, buradan Ciharlı’ya gidip, gelini alıp, tekrar buraya gelene kadar sensin beyim.
-Peki öyle olsun, yola çıkalım, zaman kaybetmeyelim, yolumuz uzun.
-Çıkalım beyim.
Avliyana’dan on beş atlı ile başlayan düğün alayı otuz atlı olmuştu. Atları fazla yormamak için tırısa gidiyorlardı. Çit Deresi yol ayrımında Hayri Ağa’dan kiralanan fayton ve davul-zurnacı bekliyordu. Hayri Ağa’nın oğlu Celal, Salih Bey’in işareti ile öne geçti. Davul ve zurnacı çalmaya başladı. Kasabanın girişine gelince durdular. Celal faytonu Osman’a teslim etti, Arap’ı ise alarak hana çekti.
Önde davul ve zurnacı arkasında Salih Bey ve yirmi dokuz atlı çift sıra halinde Ardasa’nın tozlu caddesinde ilerlemeye başladı. Cadde kenarındaki evlerden kadınlar, çocuklar pencerelere, ahali ise iş yerleri ve dükkanların önüne çıkarak düğün alayını büyük bir zevkle izliyorlardı. Davul zurnanın çıkardığı ses her iki yakadaki kayalıklarda yankılanıyordu.
Fatma kız da evin penceresine çıkmış, geçen düğün alayını büyük bir öfke ile izliyordu. “Gidin, ben o Laz kızını size bırakırsan bana da tahsildar Resul’ün kızı Fatma demesinler.”
Kambur Cemal, otelinin önüne çıkmış, tam caddenin ortasında duruyordu. Bu bir bakıma düğün alayının önünü kesmek anlamına geliyordu.
-Hayırdır Kambur Cemal, biz daha gelini almadık, ne diye yolumuza çıkarsın?
-Anlamalıydın beyim, burada bir horon tutmadan geçmek olur mu?
-Olmaz değil mi?
-Olmaz tabi.
-Eh hadi öyleyse bir horon yapalım.
Salih Bey, atından inince diğerleri de atlarından indiler. Otelin önündeki geniş alanda horon halkası oluşturdular. Davulcu Hasan, durmadan davuluna vuruyor, horon halkasının içinde dönüyor da dönüyordu. Yarım saat kadar süren horona kimler katılmadı ki. Rok Osman, Kambur Ceman, Esat Çavuş, Çapulacı Hüseyin, Kasımın Mehmet, Fırıncı Garson, Tirikopis İsmail ve daha niceleri.
-Yolumuz uzun Kambur Cemal, hele bir gelinimizi alalım, dönüşte yine oynarız.
-Yolunuz açık olsun beyim, sağlıcakla gidin sağlıcakla gelin.
Düğün alayı atlarına yeniden bindiler ve kasabanın çıkışına doğru harekete ettiler. Kasaba çıkışında davul-zurna sustu. Atlar Ciharlı köyüne doğru dörtnala sürüldü.
Xxx
Ciharlı’da da ayrı bir düğün şenliği vardı. Toplanan köylüler, Laz Hasan’ın kahvesinin önünde durmadan horon oynuyorlardı. Horona köylü kadınlar, kızlar da katılıyor, coştukça coşuyorlardı. Ayşe ise al gelinliğini giymeye hazırdı. Meryem ana gözleri şimdiden dolmuştu. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Ömer ile Selim de bugüne kadar ablalarının hep kendileri ile kalacağını düşündüklerinden ayrılacakları akıllarına bile gelmemişti. Onlar da tıpkı Meryem ana gibi kendilerini zor tutuyorlardı.
Yorulanlar oturuyor, oturanlar kalkıyordu. Dursun, saatlerdir kemençe çalıyordu. Gelin evindeki kadınlar da Laz Hasan’ın kahvesinin önünde toplanıyorlardı. Yöresel kıyafetlerini giymiş genç kızlar, horona ayrı bir renk katıyorlardı.
-Düğün alayının gelmesi yakındır Laz Hasan.
-Yakındır Mahmut emmi.
-Kaç kişi gelecekler acaba?
-Fazla kalabalık gelmezler.
-Yemeklerimiz hazır değil mi?
-Hazır Mahmut emmi.
-Aç göndermek bize yakışmaz.
-Yakışmaz emmi.
-Güzel düğün oluyor.
-Evet, sağ olsaydı da Koca Kaptan da görseydi.
-Allah rahmet eylesin.
-Amin.
Dursun da horon oynayanların oluşturduğu halkanın içerisinde dönüyor dönüyordu.
-Bize de böyle düğün kısmet olur mu?
-Olur inşallah.
-Ayşe’nin şansı varmış.
-Niye ki o kız?
-Niyesi var mı, oğlan yakışıklı oğlan.
-Aman, içi yakışıklı olsun.
-Çok mu seviyorlar birbirlerini?
-Sevmeselerdi Ayşe, dünyanın ucuna gelin gider miydi?
-Gitmezdi.
-Ayşe de has kızdı.
-Evet.
-Güzel de.
-Güzel.
Tam bu sırada, ardı sıra silah sesleri Ciharlı’ya kadar geliyordu. Düğün alayı Alaman beşlileri ile havaya ateş ediyor, ediyorlardı.
-Geliyorlar.
-Çok da güçlü geliyorlar.
-Öyle görünüyor.
-Silah sesleri susmuyor.
-Bizimkileri bastırırlar.
-Bastıramazlar.
-Duymuyor musun silah seslerini, yer gök inliyor.
-Hele bir gelsinler bakalım.
Silah sesleriyle birlikte oynanan horon durdu, kimisi yerlere oturdu kimisi ayaktaydı köylüler. Mahmut emmi ile Laz Hasan birbirlerine baktılar.
-Toplanın uşaklar, dedi Mahmut emmi.
Erkekler, köyün çıkışına doğru hareket ettiler. Koca Kaptan’ın evinin altında durdular. Mahmut emmi talimatı verdi:
-Silahlarınızı kesinlikle havaya tutacaksınız. Ateş ederken sakın birbirinizi vurmayasınız uşaklar. Çok dikkatli olun.
Önde Salih Bey, arkasında Kartal Mustafa, otuz atlı tek sıra halinde yaklaşıyordu. Düğün alayının Alaman beşlilerinin namluları bir kez daha havaya çevrildi. Her atlı beş el havaya ateş ediyor, bitince arkadaki ateş ediyordu.
Ciharlılar da silahlarını havaya çevirmiş karşılık veriyorlardı. Dağ, taş silah sesleri ile inliyordu. Duyan da savaş mı var diye sorarsa haksız da değildi. On-on beş dakika süren bu karşılama, davul-zurnanın çalmaya başlaması ile sustu.
-Vay, sen de mi geldin beyim, dedi Mahmut emmi.
-Kambersiz düğün olur mu Mahmut ağa?
-Olmaz beyim olmaz, hele hoş geldiniz. Buyurun.
Salih Bey, atından inince diğerleri de indi. Atların dizginlerini ellerine alarak, köyün içerisine doğru yürüdüler. Laz Hasan’ın kahvesinin önüne gelince durdular. Atlar, yol kenarına aralıkla bağlandılar. Yem torbaları başlarına geçirildi. Fayton ise gelin evinin önünde durdu.
Köylüler birbirlerine, Salih Bey’i soruyorlardı. Bir bey bu kadar yolu at üstünde teperse, onun düğün sahibine ne kadar önem verdiğini gösteriyordu. Onun Salih Bey olduğunu öğrenen köylüler, daha bir saygılı davranıyorlardı.
-Karısı ölmüş beyin.
-Hiç sorma, sele gitmiş.
-Köprü yaptırmış, karsının sele gittiği yere.
-Kemer köprü yaptırmış, kimse sele gitmesin diye.
-Çok da yardımsevermiş.
-Öyle.
-Yakışıklı da.
-Evet.
-Buraya kadar geldiğine göre, düğün sahibine çok önem veriyor.
-Desene Ayşe çok iyi yere gelin gidiyor.
-Görmek isterdim gelin gittiği köyü.
-Ne kız sen de mi heveslendin?
-Neden olmasın? Böyle bir beyin bulunduğu yere gelin gidilmez mi?
-Gidilir, gidilir. Bekar olsam ben de giderdim.
(Devamı var)