Hacı Ahmet, öğle namazını kıldırmış, son duayı yapmıştı. Camide, cemaat olarak muhtar Karakelle İhsan ile yaşlı altı- yedi kişi vardı. Cemaat kalkıp gitmek üzereydi ki Hacı Ahmet:
-Dağılmayın, hazır muhtar da burada iken konuşmamız gereken bir konu var.
Cemaat, imamın ne söyleyeceğini merak edercesine birbirlerine baktılar. Merakı Çavuş Emmi bozdu:
-Hayırdır Hacı Ahmet, konuşacağımız iyi mi, kötü mü?
-Kötü Çavuş Emmi kötü.
-E, söyle merakta bırakma bizi.
Cemaatin kendisine merakla baktığını gören Hacı Ahmet:
-Konumuz, Çakıroğlu Reşat ey cemaat.
-Ne oldu Çakıroğlu Reşat’a? sorusunu sordu Kaştul Mevlit merakla.
-Çakıroğlu Reşat’a bir şey olduğu yok, olan bize oluyor Kaştul.
-Nasıl? dedi muhtar İhsan.
-Muhtar, senin kulakların sağır desem sağır değil, duymaz mısın bu Çakıroğlu Reşat, köyün bekar kızlarına durmadan laf atıyor, sizler duymuyor musunuz?
-Ben duydum ama önemsemedim, dedi Kambur Ali.
-Nasıl önemsemezsin Kambur, son olarak da sağda solda bey kızını başkasına yar etmem diye söyleniyormuş. Hatta geçen gün Paşa Osman’ın evlatlığı Paşa’nın yolunu kesti Aras yolunda.
-Bak sen şu terbiyesize.
-E, ne yapalım?
-Ben derim ki, muhtar sen bunu çağır konuş, eğer seni dinlemez devam ederse durumu jandarmaya anlat.
-En doğru yol da budur.
-Azalarını topla, onu da çağır konuş onunla.
-Topal Ömer’in bir hatırı vardır üzerimizde, az iyiliğini görmedik. Allah korusun yarın kızına bir kötülük eder, köylü olarak kalkamayız altından.
-Haklısın Hacı Ahmet, ben bekçiyle azalara haber yollayım, toplanalım, onu da çağırsın konuşayım.
-İyi edersin muhtar.
Birlikte kalkıp camiden çıktılar. Köyün meydanında dört atın bağlı olduğunu, Çakıroğlu ile kardeşlerinin birlikte oturduğunu gördüler.
-İti an, yalını dök demiş eskilerimiz de boşuna dememişler.
Çakıroğlu Reşat ve kardeşleri, yaşlıların camiden çıkışlarını hem umursamadılar hem de yerlerinden kıpırdamadılar. Birbirleriyle bir şeyler konuşup kahkahalarla gülüyorlardı. Onların bu saygısızlıklarına çok sinirlenen muhtar İhsan:
-Reşat, ne arıyorsunuz burada?
Reşat ve kardeşlerinin duymamazlıktan gelmelerine, aralarındaki konuşmalarını ve kahkahalarını sürdürmelerine daha da sinirlenen muhtar:
-Size diyorum, duymuyor musunuz, ne arıyorsunuz burada?
Çakıroğlu Reşat’la birlikte kardeşleri de ayağa kalkarlar.
-Nerede olacağımızı sana mı soracağız muhtar? Burası köyün meydanı.
-Köyün meydanı olduğunu senden öğrenecek değilim. Şimdi pılınızı pırtınızı toplayın ve defolun gidin.
-Kimi nereden kovuyorsun muhtar?
-Bana bak, Çakıroğlu musun, Bakıroğlu musun, son günlerde yediğin haltlar yeter, bir daha kızlarımıza laf attığını duyarsam, anandan doğduğuna pişman ederim seni.
Çakıroğlu, yanındakilere dönerek:
-Duydunuz mu, muhtar efendi ne diyor, pişman edecekmiş bizi.
-Duyduk beyim duyduk, kahkahalarla yeniden gülerler.
-Ulan beyinize de size de dedirtmeyin bana.
Tartışmayı duyan, kadın erkek, genç yaşlı köyün meydanına toplanmaya başladı. Genç kızlar, kendilerine laf atanın Çakıroğlu Reşat’ın köy meydanında olduğunu duyunca ellerine geçirdikleri kazma kürekle meydana geldiler. İşin büyüdüğünü fark eden Çakıroğlu:
-Bunun hesabını sana soracağım muhtar.
-Kime hesap soracaksın? diyen genç kızlar ellerindeki kazma kürekle Çakıroğlu ve kardeşlerine hücum ettiler. Neye uğradığını şaşıran Çakıroğlu beraberindekilerle atları meydanda bırakıp Zahidelerin evinin altından giden yola doğru hızla koşmaya başladılar.
-Bekçi, atları benim ahıra çek.
-Emredersin muhtarım.
Toplanan kalabalık, diz kırıp oturdu. Meydana sessizlik çöktü. Çocuklar da dahil kimse konuşmuyor, kucaktaki bebeler de ağlamıyordu. Herkes Guş Nene ne söyleyecek diye merak ediyordu. Belli ki Çakıroğlu Reşat ile kardeşleri köylünün başına bela olacaktı. İyi düşünüp iyi karar vermek gerekiyordu. Aslında muhtar İhsan, bu kadar sinirlenmeseydi iyi mi olurdu? Sessizliği Hocalların çatısına konan iki karganın ötüşüyle bozuldu. Çoluk çocuk kargalara baktı. Hiç durmadan öten kargalar daha sonra Halav’a doğru kanat açtı. Meydandakiler bir süre kargaların arkasından baktı.
-Bir bakıma iyi ettin, bir bakıma iyi etmedin muhtar, dedi Guş Nene.
-Nasıl nenem?
Guş Nene, elindeki değneğinin bir ucunu toprağa dayadı, diğer ucunu ise iki avucunun içine aldı.
-İyi ettin belki akıllanır, kötü ettin daha da azıtabilir.
-Akıllandı akıllandı nenem, akıllanmasa bu devletin jandarması var, kanunu var.
-Onu da doğru söylersin muhtar.
-Atları ahırına çekme.
-Neden nenem?
-Bekçiyle yolla, yanına da üç beş kişi kat.
-Senin dediğin olsun nenem.
Xxx
At, katır ve eşeklerle köylerinden kasabaya gelen köylüler, hayvanlarını çekecekleri yer arıyorlardı. Çarşı içerisi eşek anırmalarından, at kişnemelerinden geçilmiyordu. Hayvanları ile satacakları ürünleri kasaba pazarına getiren köylüler de kendilerine yer arıyorlardı. Kısa zamanda ihtiyaçlarını ayırdıktan sonra semt pazarına getiren kadınlı erkekli köylüler hafta içi ıssız denecek kadar nüfusu az olan kasabaya ayrı bir canlılık getiriyorlardı. Kasaba yerlileri ise çoğunlukla kasaba Pazar yerinde oturacak yer kalmamıştı.
Kuru fasulye, patates, çökelek, tereyağı, yetiştirdikleri her çeşit ürünleri kendi dışından gelen seyyar satıcılardan değil de köylülerin getirdiği ürünlere daha çok rağbet gösteriyorlardı.
Son beş çerçeve balını da satmak için yerini alan Paşa da alıcı bekliyordu. Alıcı beklemenin yanı sıra bey kızını da gözleri arıyordu. Sık sık Pazar yerini gözden geçiriyor ama hala gelmemişti bey kızı. Öğlene doğru bey kızına ayırdığı çerçeveden başka bir çerçeve balı kalmıştı. Zabıta Bayraktar Mehmet yanına yaklaştı:
-Bitirdin sayılır Paşa?
-Öyle oldu Mehmet emmi.
-Var mı geride başka balın?
-Yok emmi, hepsi bu, bir çerçevem kaldı. Birini sattım, alıcısını bekliyorum.
-İyi haydi Pazar ola.
-Sağol emmi.
Beraberinde getirdiği Pençe’nin başını okşadı, sevdi.
-Gelmedi Pençe. Boşuna mı bekliyoruz dersin?
Giyim, kuşamı düzgün olan birisi yanına yaklaştı ”selam” verdi. Her halinden memur olduğu belli oluyordu.
-Balcı, iki çerçevene kaç para istersin?
-Biri satılmıştır beyim, bir çerçeve balım var. Sondaki satıldı.
-İyi o zaman ben de bir çerçeve alayım.
Parayı alan Paşa, çerçeveyi güzelce sarıp alıcıya verdi. Alıcı uzaklaşırken, o yine Pazar yerine göz gezdirdi. Yoktu bey kızı. İçi bir hoş oldu. Karnından yukarı bir sıcaklığın içine yayıldığını hissetti. Pençe’yi bir kez daha sevdi.
-Haydi bakalım pençe, belli ki bu hafta bey kızı gelmeyecek. Olsun, hadi kalk bakalım.
Tam kalkıyordu ki, kulağına gelen hoş bir sesle, kalakaldı.
-Nereye balcı Paşa, daha satışı bitirmedin, daha bir çerçeven var.
Konuşan bey kızı Mahur’du. Az önceki gibi içi yine bir hoş oldu. Dizlerinin titrediğini hissetti. Duyulacak bir sesle:
-Satılmıştır o bey kızı.
-Kime?
-Sana bey kızı Mahur.
-Bak adımı da unutmadın.
-Sen unuttun mu?
-Yok.
-Ver çantayı al çerçeveyi.
-Vermezsem sen balı bana satmayacak mısın?
-Satma değil bey kızı vermeyeceğim.
-Her hafta böyle götürüp getirecek misin?
-Evet.
-Ne kadar sürecek?
-Sürsün.
-Önümüz kış, kışın da getirecek misin?
-Getireceğim.
-Anlaşıldı, çantayı vereyim de bvalı alayım. Seni götürüp getirme eziyetinden kurtarayım.
-Olur.
Mahur, koluna takılı çantayı Paşa’ya uzatır.
-Al bakalım balcı Paşa.
Paşa, çantayı alır, iyice inceler. Bir süre Mahur’un gözlerine bakarak.
-Al çantayı bey kızı.
-Nedenmiş o?
-Bu çanta o çanta değil bey kızı.
-Nasıl değil.
-Değil. Haydi Pençe kalk gidelim. Öyle anlaşılıyor ki biz bu çerçeveyi asıl sahibi olan arılara iade edeceğiz.
-Dur hele dur. Nereden anladın o çanta olmadığını?
-O çantanın püskülü, senin gözlerinin rengindendi bey kızı Mahur. Beni aldatmaya çalıştın, doğrusu bir bey kızına yakıştıramadım.
Mahur, Paşa’nın bir kez gördüğü çanta ile ördüğü çanta arasındaki farkı, fark etmesine çok şaşırdı. Ne diyeceğini bilemedi. Paşa, ayağa kalktı. Çerçeveyi heybesine yerleştiriyordu ki, yanındaki seyis Celal’e:
-Celal, ver bakalım sendeki çantayı.
Mahur, Paşa’nın ilk gördüğü çantayı verir ve çerçeveyi alır. Aldığı çerçeveyi Celal’e verdi.
-Hem ben hem de anam çok dikkatlice yeni ördüğüm çanta ile ilk gördüğüm çantayı didik didik inceledik. Aradaki farkı bir türlü bulamadık. Sen nasıl bir bakışta bulursun Paşa, Allah aşlına söyler misin sen nasıl bir insansı?
-Herkes gibi bey kızı. Ben baktığım yere bir kere bakarım. Sana ilk karşılaştığımda da söylemiştim. Ormana bakmak önemli değil, ormandaki ağacı görmek önemli diye.
-Doğru dersin balcı Paşa. Çanta çerçevenin karşılığını karşılamaz ama helal et.
-Helal olsun. Ben istediğimi aldım. Sen de ağız tadıyla ye, afiyet olsun şimdiden.
-Sağol balcı. Bir şey sorabilir miyim?
-Sor bey kızı.
-Ne yapacaksın o çantayı?
-Hatıra saklayacağım.
-Hatıra mı saklayacaksın?
-Evet, neden olmasın? Haydi hoşça kalın. Yanındaki de güçlü birine benziyor.
Paşa, yavaş adımlarla uzaklaştı. Mahur, arkasından baka kaldı.
-Celal, yanlış duymadım değil mi? Hatıra saklayacağım dedi.
-Evet küçük hanım.
-Gidelim Celal gidelim.
(Devamı var)