Gümüşhane Haberleri
2021-06-23 08:04:29

Paşa'nın Petekliği (24)

İbrahim Özdemir

23 Haziran 2021, 08:04

-Gitmesen yavrum.

-Sağol Hanım ana, yarın yapacak işlerim var. Odun getirmem gerekecek mağaraya. Önümüz kış, hazırlıklı olmam lazım.

-Sen bilirsin Paşa oğlum. Her zaman gelebilirsin.

-Gelirim. 

Mahur, Paşa’yı köy çıkışı ve Aras yolu başlangıcına kadar geçirdi. Paşa’nın harklarda konuşurken eksik kalan cümlesini tamamlayacak mı diye merak ediyordu. Paşa’nın bir şey söylemeden yürümesine de bir anlam veremiyordu. 

-Daha gelme Mahur. 

-Bana söyleyecek bir şeyin var mı Paşa?

-Yok Mahur, güzel bir gün geçirdik. Her şey için sağol. 

-Sen de sağol, sık sık gel bizi merakta bırakma.

-Gelmesem merak eder misin?

-Sen etmez misin?

-Yok niye merak edeyim, anan yanında, kahya yanında, seyis yanında daha sayayım mı?

-Ben o anlamda söylemedim kafasız.

-Ne, sen bana kafasız mı dedin?

-He, dedim ne olacak?

-Yok bir şey olmayacak ama, sana diyeceğimi unuttum.

-Neyi unuttun?

-Unuttum, aklıma ne zaman gelirse söylerim.

-Çok kötüsün.

-Akşam oluyor, yürüyecek çok yolum daha var. Haydi hoşça kal Mahur.

-Güle güle. Ha, sık sık gel.

-Gelirim merak etme.

Paşa, patika yoldan Düz Tarlalara kadar ikide bir dönüp arkasına bakarak yürüdü. Mahur hala arkasından bakıyordu. Dönemeci dönmeden Mahur’a el salladı. İçinden “seni seviyorum Mahur” dedi ve dönemeci döndü.

Mahur, bir süre Paşa’nın arkasından baktıktan sonra geri döndü. “Salak hala bana seni seviyorum” diyemedi. Ben seni anladım Paşa, sen de beni anlamışsın ama bu uzun kış nasıl geçecek? Mağarada tek başına nasıl yaşayacaksın.

Mahpushane gibi. 

Paşa, Pençe ile birlikte Mehmetaliler’in Çeşmesine kadar olan rampa yolu indi. Yolun devamı petekliğe kadar rampa idi. Rampa inip rampa çıkmak gelecek bahar sona erecek umuduyla, çeşmenin lülesine ağzını dayayarak buz gibi sudan içti.

Oturak taşına oturdu. Pençe hemen yanına gelerek oda oturdu. Eliyle sevdi. Başını okşadıkça Pençe de kuyruğunu sallıyordu.

-Ne dersin Pençe, Mahur ne diyeceğimi anladı mı? Anlamıştır. Diyemedim seni seviyorum diye. Bir bey kızı, mağarada yaşayan birini neden sevsin ki? O bey kızı ben mağara adamı, sever mi ki beni? Peki neden sık sık bana “gel” diyordu.

Sakın o da beni sevmesin? Gönül bu sever mi sever değil mi Pençe? Öyle görülüyor ki biz bu kışı Mahur’u düşünerek geçireceğiz. Onu görmeden günleri nasıl geçireceğiz. Yararız seninle ya da Keleş ile karı çıkarız köye görürüz onu, yine döner mağara evimize geliriz. 

Kalktılar, Ziridanın Deresini geçerek mağaraya giden rampa yola vurdular. Her iki omuzuna konan iki arı dikkatini çekti. 

-Bu iyiye alamet değil Pençe, bir kokla havayı. Ya peşimizde olanlar var ya da peteklikte. Akşam akşam bir musibetle karşı karşıyayız.

Döndü, geri baktı. Görünürde kimsecikler yoktu. Rampayı tırmanmaya devam etti. Patlayan silah sesi ve kolunu sıyıran kurşunla kendini yüksek bir kayanın arkasına attı. Tabancasını belinden çıkardı, hazneye mermiyi sürdü. Omuzlarındaki arılar yerinde yoktu. Silah seslerinin ardı arkası kesilmiyordu.

-Bunlar yine o soysuzlar. 

Başını kayanın arkasından kaldıramıyordu. Mermiler yağmur gibi yağıyordu.

-Soluk aldırmayacaklar bana Pençe öyle görünüyor. 

Kayanın arkasına kısılıp kalmıştı. Bir eliyle de Pençe’nin başını aşağıya basıyordu. Hem kendini hem de Pençe’yi korumaya çalışıyordu.

-Ben Tonyalı Süleyman. Tanıdın mı beni Paşa Osman’ın oğlu Paşa?

Nereden çıktı bu baş belası? Mermiler tek silahtan atılmıyordu. Belli ki Tonyalı Süleyman’ın yanında başkaları da vardı.

-Tanıdım, tanıdım. Senin gibi soysuzu kim tanımaz ki?

-İyi, şimdi ellerini başının üzerine koy ve ayağa kalk. Sana güzel bir sürprizimiz var.

-Çakıroğlularının soysuzlar da seninle anlaşılan. Onlar öldürmeyi başaramadılar, senin gibi çulsuz mu başaracak?

-Her tarafın sarıldı, bir yere kıpırdayamazsın.

-Birazdan kim kimi teslim alacak görürsün. Dikkat et de jandarmaya yakalanma. Silah seslerini çoktan duymuşlardır. Buraya doğru koşarak geliyorlardır.

-Gelsinler, gelecekleri varsa görecekleri de vardır.

Birden gökyüzünü karartı kapladı. Mağaranın önündeki kovanlardan çıkan arılar önce Paşa’nın üzerinde daire çizdikten sonra rampa aşağı uçtular. Düşümde babamın söyledikleri gerçek oluyor Pençe. Tonyalı Süleyman ile Çakıroğlu kardeşlere hücum eden arılar Süleyman ve Çakıroğlu’larına nefes aldırmıyorlardı. Hızla geri döndüler. Bir ellerinde silahlarını tutuyorlar, diğer elleriyle de arıları kaçırmaya çalışıyordular. Arılar ise onlara hiç fırsat vermiyordu. Çulçula Şelalesi’nin karşısındaki dönemeci döndüler. Arılar hala kovalıyordu. Paşa, saklandığı kaya arkasından kalkarak, hızla rampayı indi. Dönemece geldi. Tonyalı Süleyman ile Çakıroğulları yere yatmış, kendilerini sokmaya çalışan arıları kaçırmaya çalışıyorlardı. Kısa bir süre sonra hareketsiz kaldılar. Gökyüzüne yükselen arılar, karabulut halinde çıktıkları kovanlara aktılar. 

Paşa, yerde yatmakta olan Tonyalı Süleyman ve Çakıroğlularının yanına geldi. Arıların ısırmasıyla yüzü kolu şişmiş olan Tonyalı Süleyman zorla doğruldu. Diğerleri hala yerde yatıyordular, arıların ısırdığı ve şişmiş olan yerlerini kaşıyordular. 

-Sizin benimle ne alıp veremediğiniz var soysuzlar? Bir daha peşime düşerseniz inanın ben değil bu arılar sizi öldürecek ve leşinize tükürecek köylüler. Leşlerinizi görünce sevinç naraları atacaklar. Söyle Tonyalı Süleyman benimle ne alıp veremediğin var?

-Bir şey yok Paşa, bunların sözüne aldandım.

-Soysuz, bunların ipiyle kuyuya inilir mi? Söyle, inilir mi? Gerçi senin de onlardan farkın yok. 

Yerde yatanlara birer tekme atarak:

-Kalkın ulan soysuzlar, kalkın korkaklar. Size benim arkamdan gelmeyin demedim mi? Ne anlamaz insanlarsınız. Ulan gidip bağınızda, bahçenizde, tarlanızda çalışıp, kazandığınız helal parayla geçinseniz olmuyor mu?

Elindeki mavzerin haznesine mermiyi sürdü. Tonyalı Süleyman’ın gözleri parladı. Dudakları titreyerek:

-Ne yapıyorsun Paşa, arılar öldüremedi sen mi öldüreceksin bizi?

-Evet. Kalkın ayağa. Silahlarınızı yere bırakın. Çabuk olun, sabrımı taşırmayın.

Tonyalı Süleyman, Reşat, Fikret ve Cemil, silahlarını yere bıraktılar.

-Belinizdeki armaları da çözün ve silahların üzerine bırakın.

Denileni yaptılar. 

-Şimdi arkanıza bakmadan yürüyüp defolun.

-Silahlarımızı alalım Paşa.

-Silahı erkekler taşır, sizin erkeklikle alakanız yok. Gidin nereden temin ederseniz edin. Bu silahları da babamın Ermenilerden aldığı silahların yanına koyacağım. Gücünüz yeterse gelir alırsınız.

-Biz silahsız çıplak sayılırız Paşa, silahlarımızı ver.

-Olmaz dedim Tonyalı Süleyman. 

-Paşa… Paşa… Bunun hesabını çok ağır ödersin.

-Siz hala konuşuyor musunuz? Gözüme görünmeyin demedim mi?

-Gidiyoruz Paşa ama bunun hesabı sana çok ağır olacak, bunu bilesin.

-Elinizden geleni arkanıza koymayın. Size son sözüm, bir daha karşıma çıkmayın. 

Tonyalı Süleyman ile Çakıroğulları öfke dolu bir şekilde arkalarını dönüp dere boyu yürümeye başladılar. Paşa bir süre arkalarından baktı. Değirmen dönemecini dönünceye kadar gözlerini onlardan ayırmadı. Yerdeki silahlar ve armaları alarak petekliğe döndü.

Karanlık bastırmıştı. Sonbahar ile birlikte akşamlar soğuk oluyordu. Mağaranın demir kapısını açarak içeri girdi, gaz lambasını yaktı. Süleyman ve Çakıroğlu’larından aldığı silah ve armaları babasının istiflediği silahların yanına bıraktı. Dün akşamdan yaptığı kuru fasulye yemeğini yaktığı sobanın üzerine koydu. Dışarıdaki Pençe ve Keleş için hazırladığı yemi her ikisinin kulübesine bıraktı. İçeri girerek demir kapıyı içeriden kilitledi. Yemeğin ısınıp ısınmadığına baktı. Karıştırdı. Ağaç sofrayı sobanın yanına kurdu. Ekmek ve su koydu. Esirahdos’tan gelen kurt ulumaları gecenin karanlığını yırtıyordu. Kurt ulumalarına aldırmadan iştahla yemeğini yedi. Kalan fasulye yemeği yarın öğle de yeter bana dedi. Bozulmaması için mağaranın derinliğine götürerek, düzgün bir taşın üzerine bıraktı. Soba üzerinde kaynayan su ile kendisine çay demledi. 

Yalnızdı. İyi ki kurtlar uluşuyor. Kurtların uluması, Pençe ve Keleş’in onlara karşı havlaması gecenin sessizliğini bozuyor, bu da onun yalnızlığını alıp götürüyordu. Yattığı peykenin karşısına astığı Mahur’dan aldığı çantaya baktı. İyi ki almışım. Acaba onu sevdiğimi anladı mı? Anlamıştır, ağzımdan çıkacak “seni seviyorum”u çok bekledi ama demedim. Biraz daha merak etsin. İyi mi ettim acaba? İyi etmedim, keşke sevdiğimi söyleseydim. Sevsem ne olacak? O bir bey kızı ben ise bir mağara adamı. Ama gönül bu. Nereye konacağı belli olmuyor. Benim gönlüm dünya güzeli bir kıza düştü. O beni ister sevsin ister sevmesin. Onu ben bir ömür boyu seveceğim. Ne yapıyordur acaba? O da beni düşünüyor mudur? Seviyorsa düşünüyordur. Yarın köye giderdim ama, kışlık odunumu mu hazırlamam lazım.

Kara demlikte demlediği çaydan bardağını doldurdu. Bir yudum almıştı ki, demir kapıya isabet eden mermi ile doğruldu. Peş peşe atılan mermiler demir kapıdan yere düşüyordu. Kurtların ulumaları durdu. Pençe ve Keleş sustu. Mermiler durmadan demir kapıyı dövüyordu. Kapının kilidine baktı. On kişi yüklense kapıyı açamazdı. Kendini güvende hisseti. Demir pencereden dışarı bakmak istiyordu ama kurşunun isabet etmesinden çekiniyordu. Silah sesleri susmuyor, mermiler durmadan kapıyı dövüyordu. 

Baba yadigarı mavzeri asılı olduğu yerden aldı. Gaz lambasının ışığını kararttı. Çapraz durumda demir pencereye yaklaştı. Mavzerin namlusunu pencereden dışarı uzattı. Ateş etti. Karşı kayalıklardan silahının yankısı kendisine kadar geldi. Durmadan o da ateş ediyordu. Karşı taraftan ateş edenlere kendisinden başka karşılık verenler var gibi geldi kendisine. Bir süre ateş etmedi. Kulak kesildi. Evet, karşı taraftan ateş edenlere, kendi yakasından cevap veren olduğunu anladı. Hem karşı taraftan hem de kendi tarafından ateş edenleri anlamak bir türlü olası değildi. Uzun süren karşılıklı ateş bir süre sonra durdu. Dışarı çıkıp bakmak istiyordu ama bu kendisi için riskli olabilirdi. Hem çok karanlıktı. Karanlıkta ateş edenleri görmek de olası değildi. 

Karşı taraf susunca mavzerini içeri aldı. Demir pencerenin demirden olan kapağını kapattı. İçeriden sürgüledi. Yatağının serili olduğu peykenin üzerine geri göndü. Mağaranın duvarına mavzerini dikledi. Kim olabilirdi bunlar? Tonyalı Süleyman ile Çakıroğulları olamazdı. Daha silahlarını yeni almıştı ellerinden. Bu kadar kısa süre içerisinde silah temin edemezdiler. Yoksa? Hayır olamaz. Kayış Osman olmasın? Kayış Osman da onlarla olacaktı. Bunlarla tek başıma mücadele etmem kolay olmayacak da ne yapsam bilemiyorum. Kayış Osman yılan gibidir. Onunla baş etmek her babayiğidin harcı değildi. Sabah ola hayrola dedi ve postallarını çıkarıp yatağının üzerine uzandı. Pençe ve Keleş hala havlamalarını sürdürüyordu. Belli ki onlar birilerini görmüş olacaklar. Onlar görür, karanlığı deler onların gözleri. 

Gözleri kapandı kapanacaktı. Demir kapı büyük bir gürültü ile çalınmaya başladı. Demir kapı öyle çalınıyordu ki çıkardığı ses mağaranın içinde yankılanıyordu. Mavzerini eline aldı. Yavaş yavaş kapıya yaklaştı.

-Kim o? diye seslendi.

-Aç Paşa, Karakol Komutanı Fethi.

-Fethi olduğunu nereden bileyim?

-Parola “ay ve yıldızlar.”

-Açıyorum komutan.

On santimetre uzunluğundaki anahtarla kapının kilidini iki kez çevirdi. Kapıyı büyük bir gıcırtıyla açtı. Kapının gıcırtısı karanlığı yırtar gibi oldu.

-Bu nasıl kapı Paşa, biraz yağlasan da böyle gıcırtı çıkarmasa, insanın içini bir hoş ediyor.

-Ben alıştım komutan. Hele gel buyur. 

Beş jandarma ile içeri giren komutan Fethi:

-İyisin değil mi?

-İyiyim iyiyim. Gelin oturun. Çayı yeni demlemiştim. Hemen birer bardak doldurayım size.

-Sen otur. Oğlum, sen koy çayları.

-Emredersiniz.

Gelen çaylardan birer yudum aldılar. Komutan Fethi mağaranın içini hayranlıkla izliyordu.

-Yahu Paşa, burası mağara değil bir ev. Hatta bir evden de güzel. Nasıl yaptın bunu?

-Ben hazır buldum.

-Hazır mı buldun, nasıl?

-Babam Paşa Osman bu hale getirdi.

-Nur içinde yatsın.

-Amin.

(Devamı var)

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.