Silah sesleri sustu. Dizlerinin üstüne çökmüş olan köylüler Paşa Osman’ın uyarısı ile ayağa kalktılar:
-Herkes evine gitsin.
Çocuklarının ellerinden tutan, bebelerini kucaklarından bırakmayan kadınlar, bir an önce evlerine varmanın telaşı içine girdiler. Meydan boşalmış, Paşa Osman ile Guş Nene kalmıştı.
-Evine bırakayım nenem.
-Ben giderim Paşa Osman, dedi ve elindeki değneğine kuvvet vererek ayağa kalktı.
-Ben de seninle geleyim nenem, evin anahtarını alacağım.
-Çabuk ol o zaman, Gelincik Taşlarının altındaki sisi görüyor musun, büyük bir yağış geliyor, dolu da olabilir, iyiye alamet değil.
-Gökte bir şey yok nenem.
-Biraz sonra görürsün.
Tam evlerinin kapısına gelmişlerdi ki çakıp gürleyen gök gürültüsüne Guş Nene “Bismillah” dedi. Ceviz Büyüklüğündeki dolu önce teker teker daha sonra ise sağanak şeklinde yağmaya başladı. Öncekinden daha büyük gök gürültüsü köylülerin yüreğini ağzına getirdi. Bayır Dağına isabet eden yıldırım, kopardığı büyük bir kaya parçasının yuvarlanmasına neden oldu. Kaya büyük bir gürültü ile Çit Deresinde akan suyun içerisine düştü.
-Felaket nenem, çok büyük dolu yağıyor, her şeyi kırıp geçirecek.
-Öyle görünüyor Paşa Osman. Böyle dolu yağışını genç kızken de görmüştüm. O zaman yıldırım Orta Pağar’a düşmüştü de orman yangını çıkmıştı. Yıllardır yanan ormandan arta kalan odunlarla kışı çıkarmıştık. Şimdiki yıldırım ise Bayır Dağı’na düştü. Yine kötü bir şeyler olacak.
-Ne gibi nenem?
-Bilemem Paşa Osman ama kötü bir şeyler olacak.
Anahtarı ceviz sandığından çıkardı, Paşa Osman’a verdi.
-Oğlunu Topal Ömer’in evinden al kendi evine götür ama hele şu yağış dursun, torunu Zekiye’ye seslendi:
-Zekiye, Paşa Osman amcana güzel bir çay demle.
-Gerek yok nenem.
-Var Paşa Osman var, bu yağış kolay kolay duracak gibi değil. Beni, Kader Ahtı Deresi korkutuyor.
-Neden ki nenem?
-Böyle yağışlarda o kuru bildiğimiz dereden öyle bir sel gelir ki, yıllarca emek verdiğimiz bahçemizi, bostanımızı silip süpürüyor.
-İnşallah gelmez sel nenem.
-İnşallah.
Dolu yağışı sağanak yağmura dönüştü. Sicim gibi yağmur yağmaya başladı. Gök adeta delinmişti. Şimşek gök gürültüsüne, gök gürültüsü yağmura karışıyordu. Guş Nene, altı ahır üstü ev olarak kullandıkları binanın ağaç balkonuna çıktı, Paşa Osman da onu takip etti. Yağmur yavaş yavaş azalırken, kulaklarını delercesine gelen gürültüye dikkat kesildiler.
-Eyvah, Paşa Osman.
-Ne oldu nenem?
-Ne olacak Kader Ahtı Deresi kudurdu, bahçe gitti gidecek Paşa Osman.
Ahşap binanın balkonundan kuru dere kenarındaki bahçe görünüyordu. Gözleri bahçedeydi Guş Nenenin. Gelen sel önce bahçe kenarındaki kavak ağaçlarını bir bir devirerek alıp götürüyordu.
-Sel bahçeye girecek Paşa Osman!
-Canın sağ olsun nenem, yeniden yapar, yeniden dikeriz.
-Kaç senede o meyveler meydana geldi bilir misin?
-Bilirim nenem bilirim.
Kader Ahtı Deresi’ndeki sel gittikçe daha da büyüyordu. Orta mahalledeki köylüler de Dere Burnundan gelen sele bakıyorlardı. Onların da köy mezarlığı aşağısındaki bahçelerine sel girmek üzereydi.
-Sel çok büyük Gülsüm Hatun, bahçemize girdi girecek.
-Gireceği var mı girdi bile. Eyvah ki eyvah, götürüyor meyveleri birer birer.
Guş Nenenin gözlerinden aşağı yumruk gibi yaşlar akıyor, yağmurun ıslattığı balkonun korkuluklarına damlıyordu. Genç yaşta hayatını kaybeden oğlu Ömer’in diktiği meyve ağaçları yoktu artık.
-Üzülme nenem, Allah’tan geldi. Canımız sağ, yeniden diker, yeniden büyütürüz.
-Ömer’imin emeğiydi Paşa Osman. Yıllarını vermişti o bahçeye. Ne istekle çalışmıştı. Bak, görüyor musun şimdi yok oldu gittiler.
-Ben sana bahçeni yeniden kurarım nenem, sen de fidanları sular yeniden büyütürsün.
-Ömür yetmez ona Paşa Osman, ömür yetmez. Bu dere, bu Kader Ahtı var ya durur durur bir seferinde her şeyi alır götürür. Sanki meyvelerin büyümesini bekler. Çok acımazızdır bu Kader Ahtı Deresi. Kuru deredir, bir damla suyu akmaz ama çok yağış olduğunda sel olur, önüne ne katarsa alır götürür. Boşuna Kader Ahtı dememiş eskilerimiz. Hep ahımızı almış da bir türlü usanmamıştır. Hep ah almaya devam etmiştir Paşa Osman.
Köylülerin diğer korkusu da köyün dışındaki samanlıkların sele gidip gitmediğiydi. Merek adını verdikleri samanlığa hayvanlarının bir kışlık saman ve otlarını yığıyorlardı. Kofosun Osman, askerlikten kalma gocuğunu omuzuna attı, karısı Ayşe ile harmanlara giden yolda bata çıka yürüdüler, mereğin yanına geldiler. Kader Ahtı Deresi tam da mereğin altından büyük bir gürültüyle akıyordu. Şanslıydı, harmanın altındaki asırlık ceviz ağacı korumuştu hem mereği hem de harmanı.
Diğer köylüler de harmanlarına akın akın geliyorlardı. Herkes mereğini merak ediyordu. Kader Ahtı Deresi, Hocallar ve Muhtarların harmanının altından akıyordu. Harmanların duvarı selden yıkılmıştı ama merekleri sağlamdı.
İkindiye doğru, güneş parçalanan bulutlar arasından kendini göstermeye başladı. Kısa bir süre sonra gökte tek bulut bile kalmamıştı. Köylülerin samanlıklardan sonra en büyük merakı henüz toplamadıkları elmalardaydı. Bahçesine gidenlerin gözleri yaşlanıyordu. Ceviz büyüklüğünde yağan dolu dalda tek bir elma bırakmamıştı. Muhtar İhsan, cami bitişiğindeki bahçesine Gülsüm kadınla geldi. Bahçeye bakmak içinden bile gelmiyordu. Böyle havaları çok yaşadığı için meyve ağaçlarının altına bakmak istemiyordu. Bahçeye bakmadan telle bağladığı bahçe kapısını açtı. Birkaç adım attı. Dizlerinin üzerine çöktü. Hem bahçeye bakıyor hem de cebinden çıkardığı tabakasından sigarasını sarıyordu. Bahçenin otları yere dökülen elmalardan görünmüyordu. Dilinin ucuyla sigara kağıdını yapıştırdı. Çakmağını çıkardı, yaktı. Derin bir nefes aldı. Ciğerleri sigara dumanı ile doldu. Uzun uzun öksürdü. Elmaları satıp Şişman Mahmut’a olan borcunu ödeyecekti. Öyle konuşmuştu Şişman Mahmut’la. Ne olacak şimdi? Borcunu nasıl ödeyecekti? Şişman Mahmut bu, söz verdiğin tarihte borcunu ödeyeceksin.
-Üzülme herif, dökülen elmaları toplar, kurutur, öyle satarız.
-Nasıl üzülmem hatun, kuruttuğun hoşaf elmaları kim alır ki?
-Ne kadar satarsak herif, konuşursun Şişman Mahmut’la.
-Öyle olacak hatun, gelen mala gelsin.
-Öyle.
Tam bu sırada peş peşe beş el silah sesi Bayır Dağında yankı buldu.
-Bu soysuz da canına susadı!
-Kimden söz edersin?
-Kimden olacak, Çakıroğluların Süleyman’dan.
-Ne istiyor?
-Ne isteyecek hatun, eceline susadı herhalde. Kodesteki abilerinin yanına gitmek istiyor.
-Öyle bir çocuk değil o herif, abilerinden ayrılmıştı.
-Eşkıya bozuntu abileri geldi aklına, kodeste hasret gidermek istiyor.
-Ne yapar anası? Zaten yaşlı kadın.
-Umurlarında mı?
-Konuşsan onunla.
-Benim kimseyle konuşacak halim yok. Kendi düşen ağlamaz hatun, haydi kalk gidelim. Sepet alalım da elmalar çürümeden toplayıp yaralım.
Güneşten yararlanan köylüler, dolunun döktüğü elmaları bahçelerinden toplayarak sepetle evlerine taşıyorlardı. Orta mahalleden ise saatte bir atılan silah sesleri Bayır Dağında yankılanmayı sürdürüyordu.
-Etme oğul, yapma oğul, yazıktır mermilere. Şikayet ederler, alırlar silahını elinden. Baba yadigarıdır sana. Böyle durmadan ateş edersen rahatsız olan komşular jandarmaya haber verirler, gelir silahını elinden alırlar.
-Allah kulu benim silahımı alamaz ana. Ben kafama koydum, abilerimin intikamını alacağım Paşa Osman’ın oğlu Paşa’dan. Abilerimin intikamını alamazsam bu hayat bana haram ana, haram.
-Kala kala bir tek sen kaldın oğul, sen de gidersen ben ne yaparım bu yaşlı halimle?
-Ara sıra gelir seni görürüm ana merak etme.
-Gel sözümü dinle oğul, as o silahı aldığın yere. Sen kimseye kötülük edemezsin. Sen kötülük yapacak çocuk değilsin.
-Öyleydim ana ama bundan sonra bu köyün başına bela olacağım.
-Kendine yazık edersin oğul, baş edemezsin ya ölürsün ya da mahpusu boylarsın.
-Olsun ana.
Çakıroğlu Hilmi’nin karısının, çökmüş gözlerinden çıkan iki damla yaş, buruş buruş olmuş yanaklarının çukurlarından yere aktı. Başındaki yazmanın ucunu titreyen elleriyle zor buldu. Gözlerinden akan yaşları sildi.
Xxx
Guş neneden evin anahtarını alan Paşa Osman, Topal Ömer’in konağına geldi. Toprak olan köyün içindeki yol gelen selle daha da kötü olmuştu. Hala yağmur suyu köyün içine aşağı akıyordu. Çardakta oturan Hanımağa, Mukaddes’in getirdiği çayı içiyordu. Paşa Osman’ı görünce yüzü güldü:
-Gel hele Paşa Osman, Mukaddes çayı yeni demledi.
-Paşa’yı alıp eve geçelim Hanımağa.
-Geçersin, hele gel otur. Evin iki adımlık yolda. Akşam yemeğini birlikte yer geçersiniz.
-Zahmet vermeyelim.
-Olur mu Paşa Osman, konuşacaklarımız da var.
Paşa Osman, Hanımağa’yı kıramadı. Mukaddes’in getirdiği çaya, bir çay kaşığı şeker attı, karıştırdı. Dolu çardağın üzerine çakılı olan tenekeleri yer yer delmişti.
-Büyük bir felaket yaşadık Paşa Osman.
-Öyle Hanımağa. Bahçelerdeki tüm meyveleri yere döktü dolu.
-Dolu değil taş yağdı sanki.
Paşa önde arkada Mahur, konaktan çıkarak çardağa geldiler. Oğlunu sağlıklı gören Paşa Osman’ın mutluluğu gözlerinden okunuyordu.
-Paşa’ya çok iyi baktın Mahur. Allah razı olsun kızım.
-Senden de Paşa Osman emmi.
-Ben evin anahtarını Guş neneden aldım, artık evimize geçelim.
-Birlikte yemek yiyelim geçersin Paşa Osman, acelen ne?
-Yok Hanımağa acelem yok.
-İyi.
Biten çay bardaklarını dolduran Mukaddes’e Hanımağa:
-Kızım akşam yemeğinde iki konuğumuz var, sofrayı öyle kurarsınız.
-Olur hanımım.
Beş el silah sesi yeniden Bayır Dağında yankılandı. Çakıroğlu Süleyman, mermileri bitirmek üzereydi. Bu seferki silah seslerine çok sinirlenen Paşa Osman:
-Aklım diyor ki, vur in Orta Mahalleye, ağzına iki tokat at, al elinden silahı.
-Bu böyle olmayacak Paşa Osman, buna birinin dur demesi lazım. Sabahtan beri kaçıncı oldu.
-Atsın bakalım Hanımağa, o mermiler ata ata biter. Muhtarla konuşur ya kendisi ya da bekçiyi yollar. Jandarmaya haber verir. Jandarma da elinden silahı alır.
(Devamı var)