Kurt Boğazı’na yönelince Salih Bey çevreyi gözeterek Şahım’ın dizginlerini tutuyordu. Geçmişte çok kurtta rastlandığı için köylüler tarafından “Kurt Boğazı” adı konulmuştu bu geçidin adı. Son yıllarda kurtlar yerini ayılara bırakmıştı. Yaylacılar zaman zaman ayılarla karşılaşmaları üzerine Salih Bey dikkatliydi. Şahım, en çok ayıya tepki gösterdiğini, onu gördüğünde şaha kalktığını biliyordu. Şahım’ın şaha kalkması, üzerindeki Gülizar’ın yere düşmesi demekti.
Salih Bey durdu. Geriye dönerek kahyaya:
-Biz burada bekleyelim, sen Doruk’a bin, çevreyi kolaçan et. Ne olur ne olmaz, bir bakıver.
-Olur beyim.
Kahya ayrıldıktan bir süre sonra Şahım, ön sağ ayağını kaldırdı. Bu onun bir şey sezdiğini işaret ediyordu. Salih Bey:
-Şahım bir şey hissetti. Seni hemen indireyim Gülizar.
-Olur beyim.
Yavaşça Gülizar’ı indirdi. Şahım eşinmeye başladı. Şaha kalkıyor, Her şaha kalktıkça da kişniyordu. Salih Bey, belinden silahını çıkardı, hazneye mermi sürerek havaya ateş etmeye başladı. Yolun alt kısmından yavruları ile gelen ayıyı gördü. Boşalan carcurunu yeniden doldurdu. Tekrar ateş etmeye başladı. Silah seslerini duyan kahya Kerim hızla geriye döndü.
-Ne oldu beyim?
-Aşağıdan yavruları ile gelen ayı var.
-Dur, ben mavzerle ateş edeyim.
-Ayıya ateş etme.
-Yok beyim havaya ateş edeceğim.
Kahya, durmadan mavzeriyle havaya ateş ediyordu. Mavzer sesi ile ayı ve yavruları ormanlık alanda kayboldu.
-Gitti kahya, tamam, daha ateş etme.
Xxx
Önce tabanca daha sonra da mavzer sesini duyan Asım Çavuş meraklandı. İçeriye koştu, o da mavzerini alarak artarda ateş etmeye başladı.
Silah seslerine kapıya çıkan Gülbahar Hatun:
-Ne oldu Asım Çavuş?
-Bunlar bizimkiler Gülbahar Hatun.
-Nasıl anladın?
-Önce tabanca daha sonra mavzerle ateş edildi.
-Kurt ya da ayı görüp, kaçması için ateş etmiş olabilirler.
-Seyis, dedi Asım Çavuş, hemen komşuların birinden at bul, git bakalım ne oldu?
-Kahveci Pırpır Ali’nin atı kahvenin önündeydi, onu alıp hemen gideyim beyim.
-Durma. Herhangi bir şey yoksa, al şu mavzeri havaya üç el ateş et.
-Tamam beyim.
Kahveci Pırpır Ali’den atı alan seyis Murat, kahve önünde oturanların sorularına cevap vermeden ata atlayıp, sürmeye başladı.
-Ne oldu acaba?
-Hem Kurt Boğazı’ndan silah sesleri geldi hem de Asım Çavuş karşılık verdi. Bir şey oldu mutlaka.
-Salih Bey, Gülizar ile kahya Murat’ı gördüm, dedi Tilki Kadir, sanırım yaylaya gidiyorlardı.
-O zaman ne oldu?
-Bir şey gelmesin başlarına?
-Ayı ya da kurt görmüş olabilirler.
-Silah sesleri çoktu, inşallah bir şey olmamıştır.
Xxx
Seyis Murat, Pırpır Ali’nin atını dörtnala sürüyordu. Salih Bey, Gülizar ve kahya Kerim’i Kurt Boğazı’nı geçmeden yakaladı. Salih Bey durdu. Seyis Murat’ı görünce:
-Ne oldu Murat?
-Silah sesleri duyduk, büyük bey, git bak diye beni yolladı.
-Bir şey yok, yolun altında yavruları ile ayı gördük. Havaya ateş açınca orman içinde kayboldular. Babam onun için mi bize karşılık verdi?
-Evet beyim.
-Bir şey yok seyis, sen dön, zaten yaylaya az kaldı.
-Tamam beyim, diyerek mavzerle havaya üç el ateş etti.
-Neden ateş ettin.
-Büyük Bey, bir şey yoksa havaya üç el ateş et dedi.
-Tamam.
Geriye dönen seyis Murat, atını hızla sürmeye başladı.
Üç el silah sesini duyan Asım Çavuş, derin bir nefes aldı ve içinden “oh” dedi. Yine de seyisin dönmesini çevirmenin demirlerine yaslanarak bekledi. Atı kahveci Pırpır Ali’ye teslim eden seyis Murat, koşarak Asım Çavuş’un yanına geldi.
-Bir şey yok beyim, ayı gördüler yavrularıyla. Havaya ateş ettiler. Ayı da ormanlık alanda kaçarak kayboldu.
-İyi bir şey olmasın da.
Xxx
Kurt Boğazı’nı geçince Güloğlu Yaylası göründü. Yayladaki keliflerin bazılarının bacalarından dumanlar çıkıyordu. Yayla olduğu gibi sapsarı görülüyordu açan çiçeklerden. Gülizar, yaylayı görünce içi burkuldu. Yaylada kaldığı günler geldi aklına. Babası Kırçılın Süleyman ne yapıyordu acaba? “Zavallı babacığım, yalnız kaldı” diye geçirdi içinden.
-Beyim, az durabilir miyiz?
-Bir şey mi oldu çoban kız?
-Yok beyim, şöyle yukarıdan bakmak geçti içimden.
-Olur.
Gülizar, doyasıya baktı Güloğlu Yaylası’na. Babasını kelifin önünde oturduğunu fark etti. Bir an önce gidip, boynuna sarılmak istiyordu.
-Gidelim beyim.
Yayladaki çeşmeye gelince Gülizar’ı attan indirdiler. Kırçılın Süleyman başını kaldırınca Gülizar ile Salih beyin geldiklerini gördü. Gülizar, hızla giderek babasının boynuna sarıldı. Bir süre öyle kaldılar. Salih Bey ve kızına “hoş geldiniz” diyen Süleyman, mutluluğunu gizleyemiyordu. Kelifin önüne gelince oturdular. Gülizar her zamanki gibi başını babasının omuzuna yasladı.
-Canım babam, nasılsın?
-İyiyim kızım.
-Yalnız bıraktık seni buralarda.
-Yalnız değilim, çobanlar var, komşular var kızım.
Salih Bey ile Gülizar’ın geldiğini görenler, kelifin önünde toplanıyorlardı. Gülizar, hepsine hal hatır soruyor, ayrı ayrı kucaklıyordu. Yılları geçmişti yayladaki kadınlarla, kızlarla.
Cicar Ali’nin karısı kelife girdi, sobayı yaktı. Çay suyunu sobanın üzerine koydu. Kahya Gülbahar Hatun’un tıka basa doldurduğu heybeyi alarak kelife getirdi. Gülizar’ın gözlerinin içi gülüyordu. Güloğlu Yaylası’nı bir kez daha görmenin mutluluğunu yaşıyordu. Salih Bey ise çoban kızın yüzünün gülmesine özenle bakıyor, onun mutluluğu kendisini de mutlu ediyordu.
-Sürü yok baba?
-Yok kızım, Cicar Ali koyunları, Dursun Ali de kuzuları otlatıyor.
-Karabaş kiminle?
-Dursun Ali ile.
-Çok aradı mı beni?
-Çok, günlerce havladı durdu. Dursun Ali onunla ilgilenince, ondan ayrılmaz oldu.
Kelif önündeki kadınlar ve çocuklar bir süre sonra ayrılınca Kırçılın Süleyman, Salih Bey ile Gülizar yalnız kaldılar. Gülizar’ın başı hala babasının omuzlarına yaslanmış duruyordu. Bir türlü babasını bırakmak istemiyordu.
-Acıkmışsınızdır?
-Acıktık baba, durun ben size bir kuymak yapayım.
-Ben bir şeyler hazırlarım kızım.
-Yok baba, çoktandır kuymak da yemedik, hepimiz özlemişizdir.
-Doğru söylüyorsun çoban kız, çoktandır kuymak yemedik.
Onlar kuymağını yerken kuzuların meleme sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Belli ki Dursun Ali, yayladan çok uzaklaşmamıştı. Boyunlarındaki zillerin sesi yaylaya kadar geliyordu. Kuzu melemeleri ile zil sesleri yayla türküsü söyler gibiydi. Oluşan armoniye ara sıra havlayan Karabaş’ın sesi de karışınca, Güloğlu Yaylası’nın yayla olduğu havasını veriyordu.
Güneş, Güloğlu Yaylası’ndan yavaş yavaş çekiliyor, karşı dağlara vuruyordu. Gün batımı yaklaşırken Dursun Ali, otlattığı kuzuları yaylaya doğru sürmeye başladı. Çeşme başına gelen kuzular günün susuzluğunu giderirken adeta birbirlerini eziyorlardı. Kuzulara ayrılan çevirmenin kapısını açan Dursun Ali, onların çevirmeye girmelerini sağladı. Karabaş ise kelife doğru bakıyordu. Gülizar:
-Karabaş, diye seslendi.
Sesi alan Karabaş, yıldırım hızı ile kelife koştu, Gülizar’ı yalıyor, yalıyordu. Ayrı kaldığı ayların hasretini gidermeye çalışır gibiydi.
-Dur gözüm, dur. Canım benim, çok mu özledin beni? Ben de seni çok özledim.
Karabaş, bir türlü Gülizar’ı rahat bırakmıyordu.
-Bu kadar yeter, diyen Salih Bey, Karabaş’ı Gülizar’dan uzaklaştırmak istediyse de başarılı olamadı.
-Dur beyim, ben onu şimdi sakinleştiririm.
Yanındaki çantasından kavalını çıkardı, çalmaya başladı. Karabaş, Gülizar’ın yanında arka ayakları üzerine oturdu. Yerinde duramayan Karabaş, hareket etmiyor, kaval sesini dinliyordu.
-Doğrusu kıskandım, bu kadar birbirinizi sevdiğinizi bilmiyordum. Karabaş sayesinde ben de ilk kez çoban kızı kaval çalarken gördüm.
Güneş, karşı dağlardan da battı, yaylaya has serinlik çökmüştü Güloğlu’na. Koyunlar, kuzular sustu. Yayladaki keliflerin bacaları tütmeye başladı. Ara sıra gelen köpek havlamalarına Karabaş cevap vermiyordu.
-Biz de içeri girelim beyim, hava soğudu, hasta olursunuz.
Karabaş’ı bir kez daha okşayan Gülizar, babası ve Salih Bey ile kelife girdiler, kapıyı kapattılar. Durmadan yanan soba içerisini ısıtmıştı.
(Devamı var)