İkindiden sonra cibinlik yavaş yavaş soğumaya başladı. Kahya Kerim ile seyis Murat’ın eşleri akşam yemeği için mutfaktaydı. Zekiye cibinlikte içilen çayların bardaklarını topladı. Salonun mutfağına götürdü. Zekiye’ye dikkat eden Gülbahar Hatun:
-Maşallah hem acar hem de çok güzel Guş Nene.
-Öyle de Gülbahar Hatun, kadersiz benim yavrum. Anasız babasız.
-Takdir ilahi nenem.
-Öyle…Öyle.
-Ne diyeceğim biliyor musun Guş Nene, ezanı ben mi okusam torunumun kulağına, yoksa imamımı çağırsak.
-Sen oku Asım Çavuş, daha torununu bile görmedim.
-Can atıyorum görmeye ama gelinim utanır diye girmiyorum odaya.
-Utanacak ne var, hediyesini verir, torununu kucağına alır, pencerenin kenarına geçer, ezanı da kulağına okursun.
-Öyle mi edelim nenem.
-Öyle et.
-Ben haber vereyim, dedi Gülbahar Hatun.
-Abdestin var mı Asım Çavuş?
-Var nenem… Var…
Xxx
Köylü kadınlar evlerine dönerken erkekler ise Pırpır Ali’nin kahvesine doluştu. Keşanlı Mehmet, Asım Çavuş’un oturduğu köşeye oturmak isteyince, Pırpır Ali:
-Olmaz, Keşanlı, orası beyimize ait.
-Bırak da bir saatliğine olsun bey olayım.
-Çaylar senden olursa neden olmasın Keşanlı?
-Tamam, çaylar benden Pırpır.
Keşanlı Mehmet, Pırpır Ali’nin bakışları arasında Asım Beyin oturduğu köşeye oturdu. Bacak bacak üstüne attı.
-Dinleyin beni.
-Hoppala, ne oldu, beyin yerine oturunca bey mi oldun Keşanlı?
-Aç tavuk rüyasında darı tanesi görürmüş.
-Yani şimdi sen Keşanlıya aç tavuk mu diyorsun Çulsuz Ömer?
-Değil mi Garibim Ahmet?
-Baba bak Çulsuz, bana Keşanlı derler, senin gibi çulsuz değilim.
-Ona bakarsan benim yerlerim senden fazla Keşanlı.
-Bırakın çullu, çulsuzu, gidin dışarda tartışın.
-Ne tartışması Pırpır, iş olsun diye sohbet ediyoruz.
-Bugün beyimizin günü. Farkında mısınız oluklarla, havuzun yerini sormadı.
-Nasıl sorsun onun aklı doğacak torunundaydı.
-E, yarın başlıyor muyuz çalışmaya?
-Başlayacağız tabi.
-Herkes daha önce ne yapıyorsa yine aynı işi yapacak.
-Havuzun temelleri bitmek üzere.
-Olukların bitmesine daha var.
-Temeller bittikten sonra Asım Bey, bize taş taşıtmasın?
-Taşıtır Vallahi.
-Ben taşıyamam.
-Ben de.
-Hiç o yana bu yana atlamayın, bey bir işe başladı mı o iş bitecek.
-Taşı da biz mi taşıyacağız.
-Karılarınıza taşıtırsınız o zaman.
-Benimki hamile.
-Benimki de.
-O zaman iş başa düştü.
-Bakalım taş nereden gelecek?
-Mutlaka karagöz taş diyecek beyimiz.
-Bu bölgede yok ondan.
-Var.
-Nerede?
-Kurt Boğazında.
-Kimse getirmez oradan.
-Öyle getirirsiniz ki, dedi Pırpır Ali, hem de oynaya oynaya.
-Hem de gelen taşlar dört köşe olacak, yoksa Asım Bey beğenmez.
-Yok, biz bu işin altından kalkamayız.
-Bence de.
-Ben Çit Deresi’ndeki bahçemi, bostanımı ekerim kardeşim.
-O havuz yapılacak. Kimse o yana bu yana çekmesin, beye söz verildi.
-Öyle arkadaş.
-Keşki söz vermeseydik.
-Söz namustur Çulsuz Ömer.
-Biliyoruz, senden öğrenecek değilim.
-Benden söylemesi.
Xxx
Asım Çavuş, Gülizar ve Salih Beyin odasının kapısında bekliyordu. Kapıyı açan Gülbahar Hatun:
-Gel Asım Çavuş.
Gülizar, koca kurttun kapıdan içeri girdiğini görünce doğrulmak istedi.
-Hiç doğrulma kızım, rahatına bak. Sen bize dünyaları bağışladın. Yaklaştı, Gülizar’ı alnından öptü, saçlarını okşadı. Cebinden çıkardığı beşibiryerdeyi Salih Beyin yardımı ile gelininin boynuna taktı.
-Altın gibi saf, altın gibi temizsin güzel kızım.
Eğildi, uyumakta olan bebeğe baktı…baktı…Bir kez daha bebeğe bir de Salih Beye baktı.
-Aslan gibi maşallah.
-Ne duruyorsun Asım Çavuş, alsana kucağına?
-Alacağım da hem incitirim hem de uyandırırım Gülbahar Hatun ondan korkuyorum.
-Korkma, uyanırsa yine uyur.
Asım Çavuş, cebinden bir altın çıkarıp bebeğe taktı. Yavaş yavaş kucağına aldı.
-Hay maşallah epeyce de ağır hanım.
-Maşallah de.
-Dedik ya.
-Olsun bir daha… bir daha de…
-Maşallah…Maşallah…
Odanın penceresine yaklaştı ve Guş Nenenin dediğini yaptı. Duyulur bir sesle kulağına ezanı okudu. Bir süre daha bebeğe bakan Asım Çavuş, aldığı yere usulca bıraktı. Mutluluk dolu bir sözle:
-Sağol Gülizar kızım, Allah analı babalı büyütsün.
-Hep beraber babacığım.
Gülbahar Hatunla birlikte salona indiler. Guş Nene, Kırçılın Süleyman ve ebe kadın hala cibinlikte oturuyorlardı. Seyis ve kahyanın eşleri akşam sofrasını kuruyorlardı. Asım Çavuş, kapıya çıkarak:
-Haydi nenem gelin içeri, sofra kuruldu, yemeğimizi yiyelim.
Akşam yemeğini hep birlikte ağız tadıyla yiyen Asım Çavuş:
-Söyle nenem kahve mi içersin çay mı?
-Benimle alay mı ediyorsun uşağım.
-O ne söz nenem ne haddime düşmüş.
-Beyin konağında kahve içilir Asım Çavuş, bey olmuşsun ama hala öğrenememişsin, çayı her yerde içiyoruz.
-Duydun mu Gülbahar Hatun?
-Duydum Asım Çavuş, duydum, Guş Nene der de duymaz mıyım?
Kahveler de ağız tadıyla içildi… Asım Çavuş her zamanki yerine Guş Neneyi oturttu, kendisi de yanı başına.
-Biz yemeğimizi yedik, kahvemizi içtik, peki gelinim Gülizar’ı yedirdiniz mi?
-Yok, sen karnını doyurdun, Gülizar’ı aç bıraktık, öyle mi Asım Çavuş?
-Görüyorsun Guş Nene, bizim hatuna bir şey denilmiyor?
-E Asım Çavuş, anlaman lazım, Gülbahar Hatun işini bilir. Gelinini yedirmeden onun sofraya oturmayacağını bilmen lazım.
-Biliyorum da merakımdan sordum nenem.
Kapı çalındı. Gelen Kötünün Hüseyin’di. Eşeğinden indirdiği içi dolu iki torba ile içeri girdi.
-İyi erken geldin Hüseyin?
-Siparişleri alır almaz döndüm beyim, hiç beklemedim.
-İyi ettin. Önce nenem ile Zekiye’nin lastiklerini çıkar bakalım ölçüyü iyi alabildin mi?
Kötünün Hüseyin iki torbayı da peykenin üzerine koydu. Guş Nene meraklı gözlerle torbalara baktı.
-Hayırdır uşağım?
-Hele nenem çıkar şu çarıkları ayağından.
-Niye, yırtık çoraplarımı mı göreceksin?
-Yok nenem, Hüseyin’in getirdiği lastikler ayağına olacak mı ona bakacağız.
-Ben bugüne kadar hiç lastik giymedim uşağım.
-Bundan sonra giyeceksin benim nenem.
Guş Nene, utanarak, altları yırtılmış çarıklarını çıkardı. Çoraplarının yırtığını göstermek istemiyordu ama, çoraplarda da sağlam yer kalmamıştı.
-Önce çorapları ver Hüseyin.
Hüseyin, iki çift aldığı çorapların bir çiftini Guş Neneye uzattı.
-Ne yani çoraplarımı da çıkaracağım?
-Evet nenem.
-Ayıp olmaz mı?
-Sen bizim nenemizsin Guş Nene.
-Haydi öyle olsun, dedi ve tabanları yırtık çoraplarını çıkardı. Kötünün Hüseyin’in uzattığı çorapları giydi.
-Şimdi de lastikler nenem.
Asım Çavuş’un yüzüne minnet duyar gibi baktı Guş Nene.
-Bakma nenem giy.
Lastikleri de giyen Guş Nene, çorap ve lastiklerden bir süre gözlerini alamadı. İlk kez lastik giymenin mutluluğu her halinden belli oluyordu. Lastiklere baktı baktı. Bundan sonra ayaklarını taş kesmeyecekti. Çarık dikmek zorunda kalmayacaktı. Yırtılan çarıkları sırımlamayacaktı. “Uşağım” dediği Asım Çavuş sayesinde lastik giymenin mutluluğunu yaşayacaktı, ömrünün sonbaharında.
-Nasıl nenem ayağını sıkıyor mu?
-Yok uşağım.
-Aferin Hüseyin, ölçüyü tam almışsın. Şimdi sıra entarilere geldi.
-Daha neler? Herhalde entarini çıkar demeyeceksin uşağım?
-Yok nenem. Hüseyin sana aldıklarını sana verecek. Şimdi sıra Zekiye kızımızda. Hüseyin ver kızımızın lastikleri ile çoraplarını.
Hüseyin denileni yaptı.
-Al kızım fırın evine git. Çoraplarını çıkar, lastikleri giy de gel.
-Uşağım, çok masraf ettin, bizim için.
-Masraf mı? Ne masrafı nenem, sana bugüne kadar lastik almadığımıza hata ettik, bağışla bu uşağını.
Çorap ve lastikleri giyen Zekiye salona geldi.
-Nasıl kızım lastikler sıkıyor mu?
-Yok Asım Amca.
-Tamam, torbanın birinde senin, diğerinde de Guş Nenenin çamaşırları var. Diğer siparişler nerede Hüseyin?
-Dışarıda, getireyim beyim.
Kötünün Hüseyin üçüncü torbayı da getirerek Guş Nenenin önüne koydu.
-Ne var bunda uşağım.
-Ben birini söyleyeyim helva var. Diğerlerini de bakarken görürsün nenem.
Kötünün Hüseyin, cebinden bir miktar parayı çıkarıp Asım Çavuş’a uzattı.
-Ne bu Hüseyin?
-Paranın üstü beyim, ben benim karımı aldım, bu da üstü.
-Öyle mi? Zekiye kızımıza ver.
Zekiye uzatılan parayı almak istemedi. Önce Guş Neneye baktı daha sonra gözlerini yere dikti.
-Al kızım al, Asım Çavuş bu, almazsan çok bozulur, ben bilirim huyunu.
Zekiye, Kötünün Hüseyin’in uzattığı parayı aldı. Avucunda sıktı. İlk defa para ile tanıştı. Kaç para bile olduğunu bilmediği parayı, yamalı entarisinin cebine koydu.
(Devamı var)