xxx
Gülizar gün batımına doğru sürüyü yayladaki çevirmeye koydu, kapıyı sıkıca kapattı. Diğer çevirmede ise altı ayını doldurmuş kuzular vardı. Koyun ve kuzu melemeleri bir anda sardı yaylayı.
Babası Kırçılın Süleyman kelifin kapısında kızını bekliyordu. “Bir çoban daha bulmak lazım” diye söylendi kendi kendine.
-Gel kızım gel, bugün çok dolaşmışa benziyorsun, yorulmuşsundur. Seni beklerken çayı demledim. İçelim mi baba kız birer bardak?
-Olur baba, ben korum çayları, şu üzerimdekileri bırakayım önce.
-Olur kızım, dedi Kırçılın Süleyman.
Gülizar, tüfeğini, armasını, camadanını peykenin üzerine bıraktı. Çayları doldurdu, babasının yanına geldi.
-İki gün koyunlar yaylıma gitmeyecek, kırkılma zamanı geldi. Köylü kadınların getirdiği otları vereceğiz. Koyunları da her zamanki gibi onlar kırkacaklar.
-Kuzular da büyüdü baba.
-Büyüdü kızım, artık onları da sürüye katacağız bir çoban daha bulmamız lazım.
-Ben otlatırım hepsini.
-Olmaz Gülizar. Hele koyunlar kırkılsın, küçük bey yarın değil, bir gün sonra gelecek. Oturur konuşuruz. Bakalım ne diyecek.
-Nasıl birisi bu bey baba?
-İnsanın hası mı hası. Şahım adında bir atı var ki kızım ben böyle at görmedim ömrümde. Ben böyle ata at derim. Salih Bey, her gün Şahım’a biner, o yayla senin, bu köy benim der dolaşır. Çobanları, sürüleri kontrol eder, satılacak olanları satar. Köylülerle sohbet eder, her bir köylünün dertlerine derman olur, sıkıntılarını giderir. Bugüne kadar da bir Allah kulunun kalbini kırmadı, benim güzel kızım.
-Çok mu zenginler baba?
-Çok kızım çok, onlar aslında gönül zengini.
-Nasıl yani?
-Anlattıklarına göre, büyük bey, Asım Çavuş, Van’da kırk sekiz ay askerlik yaptıktan sonra köye dönmüş. Fakir bir ailenin çocuğuymuş. Bu köye çoban olmuş. Tam beş yıl çobanlık yapmış. Tek bir hayvanı kurda kuşa yem etmemiş. Köylüler onu çok sevmiş. Onu Gülbahar adında bir kızla evlendirmişler. Kendilerine küçük bir de ev vermişler. Asım Çavuş bir bahar ayında evlerinin önündeki kıraç araziyi bostan, bahçe yapmak için Gülbahar Hatunla kazmaya başlamış. Kazarken oldukça büyük bir taşa rastlamış. Taşın sağını, solunu iyice eşmiş ve taşı yerinden kaldırmış. Kaldırır kaldırmaz taşın altında topraktan yapılmış ağzı kapalı bir kavanoz görmüş. Kavanozun ağzını dikkatli açmış, bir de ne görsün kavanozun içi altın doluymuş. Buldukları altınları bir torbaya koyup eve gizlemişler.
-Bak şu Allah’ın hikmetine baba.
-Öyle kızım.
-Ne yaptılar altınları baba?
-Asım Çavuş karısı Gülbahar hatunla gece gündüz düşünmüşler ve bir gün karısını karşısına alıp, ‘Hanım ben bu altınları devlete teslim edeceğim. Bu altınlar bizim değil. Sen de kimseye söyleme’ demiş. Karısı, ‘Olur mu Asım Çavuş, bizim değil mi bu altılar, biz bulduk’ deyince, ‘biz bulduk ama bizim değil, devletin, devletimiz bulduğumuz altınların bir miktarını bize verecek. Van’da da bir vatandaş bulmuştu, bize getirdi. Vatandaşa altınların yüzde yirmisini vermiştik. Onun için ben de bu altınları kasabadaki jandarma karakoluna götürüp teslim edeceğim’ demiş.
Hikayeyi merakla dinleyen Gülizar:
-Götürmüş mü baba?
-Götürdü kızım. Altınları jandarma karakoluna teslim etti. Teslim tutanakları tutulmuş, Asım Çavuş’un hissesine düşen para hesap edilmiş. Altınlar karakola, Asım Çavuş’un hissesine düşen para da Asım Çavuş’a bir torba içinde teslim edilmiş. Ne jandarma bir yerde bir şey söylemiş ne de Asım Çavuş. Asım Çavuş, akşam eve geldiğinde parayı Gülbahar Hatun’a vererek onun çeyiz sandığının bir köşesine koymuşlar.
-Daha sonra ne yaptılar baba?
-Asım Çavuş, almış Gülbahar Hatun’u bir daha almış karşısına, ‘bu parayla ne yaparız’ diye düşünmeye başlamışlar. Düşünmüşler, düşünmüşler ve sonunda Asım Çavuş, ‘Hanım, ben çobanlıktan başka bir şey bilmem. Diyorum ki, baharın tüm köyleri dolaşayım. Birkaç ay olmuş sütten kesilmiş, buzağıları toplayım, yaylada bakıp besleyeyim, güz gelince satayım. Baharın yine buzağı alır, satarım demiş. Öyle de yapmış. Parasına para katmış. Buzağıların yanı sıra sütten kesilen kuzuları da toplamış, onlara çobanlar tutmuş, fakir fukaraya yardım etmiş. Sevenleri, sayanları gün geçtikçe artmış. Şimdiki konağının bulunduğu tüm arsayı parasını fazladan vererek, köyün ustalarına çok odalı bir konak yaptırmış. Kapısına gideni hiç boş çevirmemiş. Yıllar sonra da tek çocuğu olan Salih Bey dünyaya gelmiş. Asım Çavuş, Salih Bey askerden gelince tüm işlerini ona devretmiş. Salih Bey de tıpkı babası gibi bir bey olmuş.
-Helal olsun ne insanlar varmış.
-Öyle kızım öyle.
Xxx
Koyunları kırkmanın ikinci günüydü. Kadınlar koyunları kırkma işini bitirmek üzereydiler. Kırkılan yünleri Kırçılın Süleyman ile Gülizar torbalara dolduruyorlardı.
Süleyman ve kızı Gülizar işlerine öyle dalmışlardı ki, karşıdan gelen Salih Bey’i son anda fark ettiler.
-Koş kızım hemen çayı koy, kapıya oturak at, minder koymayı da unutma.
-Hemen baba.
Salih Bey, atından indi. Dizgini yelelerinin üstünden Şahım’ın boynuna attı. Şahım arkada koyunları kırpan kadınların yanına kadar geldi, bir süre izledi.
Kırçılın Süleyman hızlı adımlarla beyin yanındaydı:
-Hoş geldin beyim.
-Hoş bulduk Süleyman usta, nasılsın?
-İyiyim beyim, buyur.
Salih Bey, Gülizar’ın az önce kapı önüne koyduğu iskemleye oturdu. Bir solukta çayı önüne getirdi Gülizar.
-Şu yaylaların suyundan demlenen çay da çok güzel oluyor Süleyman usta.
-Öyle beyim.
-Sen içmiyor musun?
Gülizar bir koşu çayı getirdi, babasının eline tutuşturdu. Geri geri çekilip, içeri girdi. Babasının göreceği şekilde beyin arkasında kapı eşiğinde diklenmeye başladı.
-Koyunları kırpma işi bitti gibi Süleyman usta?
-Bitti sayılır beyim.
-Çok da yün çıkmış, bu torbaların hepsi yün mü dolu?
-Yün dolu beyim.
-Ne yapmayı düşünüyorsun yünleri?
-Sen ne emir buyurursan beyim.
-Sen alacağın kadarını al Süleyman usta, gerisini koyunları kırpan kadınlara dağıt.
-Olur beyim.
Süleyman usta kızı Gülizar’a dönerek:
-Beyimize kuymak yap Gülizar.
-Olur, hemen şimdi yaparım baba.
-Kuymak mı dedin Süleyman usta? Benim duyduğum bildiğim kadar kuymağı Ziganalılar yapar.
-Doğrudur beyim, benim rahmetli hanım Ziganalıydı. Rahmetli doğumdan sonra vefat edince Gülizar’ı on beş yaşına kadar baldızım baktı, büyüttü. Kuymak yapımını da kızım Gülizar ondan öğrendi. Keliflerimiz çok yakın. Onlar da köyde bazı bahçe bostan işleri vardı, şu anda yoklar burada.
Havayı tereyağı kokusu sardı. Salih Bey:
-Şimdiden güzel kokmaya başladı Süleyman Usta.
-Doldurayım beyim?
-Sağol Süleyman usta, kuymakla içerim.
Kırkma işini bitiren kadınlar, üstleri yünlü bir şekilde gelip Salih beye “Hoş geldin” dediler.
-Sağolun, bitirdiniz, elinize sağlık.
Gülizar kuymağı getirip tava ile birlikte ağaç masaya koydu. Yanına da bir tabak bal koymayı unutmadı. Çayları doldurdu.
-Afiyet olsun, deyip tekrar geri geri çekildi.
-Gel bakalım Süleyman usta, birlikte yiyelim.
Süleyman usta masanın yan tarafına ilişti. Biraz da çekinerek yemeğe başladı.
Salih bey, ekmeğin üstüne önce balı, onun üstüne de tel tel olan kuymağı sürerek iştahla yemeğe başladı.
-Çok güzel.
-Afiyet olsun beyim, dedi.
-Kızın?
-Gülizar beyim.
-Eline sağlık Gülizar.
-Sağolun beyim, dedi sesi titreyerek.
Bir bey ağzından “Gülizar” adını duymak ne kadar da güzelmiş. Babası ona hep “Gülizar” der ama bu kez beyin ağzından çıkan “Gülizar” bir başka hem de çok başka. İçi bir tuhaf oldu. Biten çayları elleri titreyerek doldurdu.
-Süleyman usta bu yaylada seninle birlikte kaç çobanımız var?
-Ben ve kızım Gülizar var beyim
-Kızın mı?
-Evet beyim.
-Yani, senin kızın sürümü otlatıyor? Diye şaşkınlıkla sordu Salih Bey.
-Yanıma birini alacak oldum, kızım istemedi. Ben otlatırım dedi. Olmaz dediysem de dinlemedi, çok ısrar etti. Ben de daha fazla üstelemedim.
-Bu dağda, bu belde, bu ormanda tek başına mı otlatıyor sürüyü Süleyman usta.
-Tek başına sayılır beyim, yanında Karabaş adında çok affedersin bir zağar ile otlatıyor.
Gülizar, ne diyecek diye merakla kapının arkasında nefes almadan kulak verdi
-Korkmadan?
-Belinde arma, bıçak, omuzunda çifte, dolanıp duruyor sürünün peşinde
Gülizar iyice kulak verdi.
-Allah Allah, erkek gibi?
-Erkek gibi beyim. Erkek gibi ama çok da iyi yemek yapar.
-Belli belli, yaptığı kuymaktan, donattığı masadan belli Süleyman usta.
Beyin sözleri, Gülizar’ın içine kurşun gibi işledi. Bacakları titredi, düşecek gibi oldu, kapıya zorla yaslandı.
-Kaval çalıyor mu Süleyman usta?
“Şimdi bu da sorulacak soru mu” diye geçirdi içinden. “Yalan söyle baba, yalan söyle, çalmaz de ne olur, çalmaz de.”
-Benden öğrendi çalar beyim, hem de benden çok ama çok güzel çalar.
Gülizar, “Ne yaptın baba ne yaptın, ya şimdi gelsin çalsın görelim derse ben ne yaparım, olmadı baba, olmadı. Aman Allah’ım sen yardım et. Ne yaparım ben, beyin karşısında kaval çalınır mı? Yok yok çalmam ben, çalamam, çalamam.”
-Dinlemek isterim ama şimdi değil, daha sonra.
“Ohh” dedi içinden Gülizar, derin bir nefes aldı, kalbinin atışı yavaşladı. Kendini toparladı. “Başka zaman da olmaz, olmaz. Ben beyin karşısına oturup da kaval nasıl çalarım? Bırakırım kaval çalmayı. Sürü de otlatmam.”
-Ben buraya ilk defa geldim Süleyman usta. Sezon sonu nasıl yaptığınızı bilmiyorum. Bana söyle bakalım, kaç koyun, kaç kuzu var.
-Yetmiş koyun, kırk kuzu var beyim.
-Nasıl yapalım, kışlağı nasıl geçiririz? İsteyenler var elli-altmış koyun ve kuzu karışık, Zigana köyünden. Altmışını satarsak geriye kalanları nerede kışlarız?
-Sen daha iyisini bilirsin beyim ama Çit deresinde sizin boş bir mandıranız var. Kışın, satılanların dışında kalan sürüyü burada kışlayabiliriz. Biz de kızım ile hemen bitişikteki evde kalırız. Sürünün otunu zaten bizim köylüler yün ve aldıkları sütün karşılığında verecekler. Otu oraya taşıttırır, kışlağı orada geçiririz.
-İyi düşünmüşsün Süleyman usta, öyle yapalım. Bayramdan üç gün önce Zigana’dan Lütfi ve Temel isminde iki alıcı gelecek. Satışını ve pazarlığını sen yap. Fazla da ısrarcı olma. Makul fiyattan verirsin. Parayı da babama getirirsin.
-Olur beyim, sen nasıl istersen.
Salih bey, cebinden çıkardığı parayı Süleyman ustaya uzattı.
-Şu parayı al, bayram geliyor, üst baş alırsınız.
-Bu kadar para çok beyim, biz bunu hak etmedik.
-Hak ettiniz Süleyman usta, baba-kız çoktan hak ettiniz. Çok değil, buraya gelemediğim yıllara say.
-Çok sağol beyim, Allah ömürler versin. Büyük beyimize ve sultan anamıza çok selamlarımızı söylersin. Bayramda ellerini öpmeye mutlaka geleceğiz.
-Baş üstüne Süleyman usta. Bekleriz. Hadi bana müsaade
-Müsaade senin beyim. Süleyman usta, kızına seslendi:
-Gülizar, beyimiz gidiyor.
Gülizar, çekingen tavırla kapıya çıktı. Salih bey, Gülizar’a döndü, tam “Allahaısmarladık” diyecekti, diyemedi. Göz göze geldiler. Gülizar, gözlerini kaçırdı. Salih bey, bir süre Gülizar’a baktı. Aman Allah’ım bu ne güzellik. Bu dağ başında, bu yaylada.” Yayla çiçeklerinin tüm güzellikleri toplanmışta Gülizar’a verilmiş. Boylu, yaşmağının altından beline kadar inen siyah saçları adeta Şahım’ın yelesine benziyor. Kara kaş, kara gözler. Ne yapıyorum ben deyip kendine geldi Salih Bey.
-Eline sağlık Gülizar, kuymak çok güzel oldu.
“Allaha ısmarladık” sözcükleri iki dudağının arasından titreyerek döküldü. Şahım’a yöneldi. Arkasına bakmadan atına atladı. Şahım koştukça içinden bir şeyler kopar gibiydi. Arkasına bakmadan dönemeçten kayboldu.
Baba-kız Salih beyin arkasından bir süre baktılar…
(Devamı var)