Dün internette bir paylaşıma denk geldim. Doğrusu çok da etkilendim. Şöyle diyor:
‘Hacdan zemzem ile hurmayı herkes getirir. Sen;
Hz. Ebubekir’in sadakatini,
Hz. Ömer’in adaletini,
Hz. Osman’ın edebini,
Hz. Ali’nin de ilmini getir.’
Haccı ya da hacılığı sorgulamak elbet haddimize değildir. Lakin burada sorgulanan mevzu da zaten hacılık değil liyakat meselesidir.
Bizler kuşu öldü diye bir çocuğa başsağlığına giden bir peygamberin ümmetiyken, mesela bir hayvana ne kadar merhamet ediyoruz? Bugün hala hayvanlara tecavüz edilirken, arabayla bir hayvana çarpıp umursamadan yolumuza devam ederken, sokakta ayaklarımıza dolanan kediyi tekmeleyerek ittirirken, camımıza konan kuşa bir yudum su vermezken, o hepimizin kimliğinde yazan ‘Müslüman’ gibi ‘İslam’ gibi mi davranmış oluyoruz?
Üstelik durumun dinle bir alakası olmasa bile, her şeyden evvel ‘merhamet’ kavramının içerisine dâhil edebilir miyiz bu davranışları?
Hz. Ebubekir demiştik hani…
Bedenimi öyle büyüt ki cehennemde benden başka kimseye yer kalmasın diyerek, bütün insanlığın günahlarını çekmeye, bedelini ödemeye razı olan bir sahabe varken; hatta kim bilir belki onun soyundan gelirken, biz hiç gösterdik mi böylesine bir yüce gönüllülüğü acaba?
En ufak hoşgörüsü kalmayan, her olayda bir günah keçisi arayan, sevmekten çok soğumayı, nefret etmeyi yeğleyen, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen bir zihniyet varken hani nerde sadakat?
Her şeyden evvel ‘ben’ diyoruz artık. ‘Biz’ olmanın öyle ötesindeyiz ki. Biz olmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde bile hala sağ sol derdine düşebiliyor, sen ocusun, ben bucuyum diyebiliyoruz. Ama şöyle bir dönüp sen evvela insansın deyip de kucaklayamıyoruz. Elbette yanlışlar var, elbette kötüler çok ama o kötülerin içinden iyileri seçmek dururken, biz niye her şeyden nefret ediyoruz?
İşimize gelmeyeni karalamak, yok saymak, bu kadar ‘ben’ demek sığar mı hazineyi elinde bulundurduğu halde arkadaşından borç isteyen Hz. Ömer’in adaletine?
Önüne ardına bakmadan kötülemek, olup biteni bilmeden sayıp sövmek yakışır mı meleklerin bile hayâ ettiği Hz. Osman’ın edebine?
Sormadan, sorgulamadan yaşamak yakışır mı ilim şehrinin kapısı Hz. Ali’nin ilmine?
Bunca sevgisizliğin, tahammülsüzlüğün ve nefretin içinde bize olsa olsa onlara benzemek düşer. Çalmadan, çırpmadan, hak yemeden, yalan söylemeden, bilerek, araştırarak ama en çok da ilk emirde olduğu gibi okuyarak yaşamak düşer. Geldiğimiz yeri unutmadan, gideceğimiz yeri de hatırlayarak yaşamak düşer. Yoksa aynı anadan babadan gelmişken ve özümüzde cümlemiz kardeşken, böyle kendimizi kendimize kırdırtmak yakışır mı hiç bize?
YAKIŞTI MI?
Paylaş